Son günlerde emek hareketinde yaşanan gelişmeler tüm ülkenin gözlerini bu tarafa çevirdi. AKP ve tekelci sermayenin emeğe yönelik saldırılarına emekçiler tepki vermeye başladı. Aslında emek hareketi açısından 2009 yılının ilk aylarında yükselen ardından bir yandan süreklilik bir yandan da sessizliğe bürünen ve biriken bir dinanizm mevcuttu. Yaşanan ekonomik krizin derinleşmesi ve ödenen bedelin giderek artması […]
Son günlerde emek hareketinde yaşanan gelişmeler tüm ülkenin gözlerini bu tarafa çevirdi. AKP ve tekelci sermayenin emeğe yönelik saldırılarına emekçiler tepki vermeye başladı. Aslında emek hareketi açısından 2009 yılının ilk aylarında yükselen ardından bir yandan süreklilik bir yandan da sessizliğe bürünen ve biriken bir dinanizm mevcuttu. Yaşanan ekonomik krizin derinleşmesi ve ödenen bedelin giderek artması emekçilerin biriken dinanizmlerini açığa çıkarmaya başladı.
2009’a Tezcan’da, Sinter’de, Halil Tekstil’de, Selga Tekstil’de, Ünsa Ambalaj’da işyeri işgal deneyimleriyle başlayan emek hareketi yıl boyunca metal işçileri, lastik işçileri, tekstil işçileri, inşaat işçileri, taşeron sağlık işçileri, mevsimlik tarım işçileri, ATV-Sabah çalışanları, IBM çalışanları, çay ve fındık üreticileri, ataması yapılamayan öğretmenlerle enerjisini biriktirmeye devam etti. Barınma hakkı mücadelesi, zamlara karşı yapılan eylemler, hak mücadeleleri bu birikimin üzerine yeni dinamikler ekledi. Emek hareketinin biriken dinamizmi 1 Mayıs’ta, IMF toplantılarında, 25 Kasım grevinde yer yer kendi gösterdi.
Son olarak Bursa Kemalpaşa’da meydana gelen patlamada 19 işçinin ölümü, yıl boyunca tersanelerde yaşanan ölümler ve yaz ayları boyunca mevsimlik tarım işçilerinin kazalar sonucu ölümleri, yaşananların iş kazası değil iş cinayetleri olduğunu gösterdi. Çünkü yaşanan tüm ölümler güvencesiz, taşeron ve mevsimlik çalışma düzeneklerinin birer sonucuydu.
İşten atılan işçilerin işsizlik fonundan yararlanmalarının önü kapatılırken, fonun patronlara açılması için bir çok yasal düzenlemeler yapıldı. Güvencesiz çalışmanın, taşeron çalışmanın ve esnek çalışmanın kapıları sonuna kadar aralandı. İstatistiksel verilere göre şu an mevcut 22 milyon çalışanın 10 milyonunun hiçbir sosyal güvenlik kurumuna kaydı bulunmadan çalışması da bu durumun sonucudur.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi yeni bir özelleştirme dalgası başladı. Elektrik dağıtımı, şeker fabrikaları, kamusal hizmetler özelleştirilirken, özelleştirilemeyen kamu işyerleri satılığa çıkarıldı. Özelleşen kamu işyerlerinde çalışan işçiler ya tazminatları ödenerek işten atıldı ya da 4/C gibi statülere geçirilerek daha düşük ücretlerde sosyal haklardan mahrum çalışmaya zorlandı.
AKP’nin emeğe saldırıları işçilerle sınırlı kalmadı. Neoliberal dönüşümün sağlık ayağını rahatça geçirebilmek için eczacılar gibi kendi meslek örgütlerine yönelik baskı ve yoketme politikasını hızlandırdı. SGK ile Türk Eczacılar Birliği’nin imzaladığı protokolü tek taraflı fesh eden hükümet eczacıları tek tek sözleşme imzalayarak örgütsüzleştirmeye çalışıyor.
İktidara geldiğinden bu yana katıldıkları her toplantıda söz isteyen emekçilere, çiftçilere yönelik sert bir uslüp takınan AKP, artık sertliği yalnızca üslupte bırakmıyor, fiili olarak saldırıya dönüştürüyor. Nitekim özelleştirmeler ve diğer emek gaspları için alana çıkan TEKEL işçileri, demiryolu çalışanları ve itfaiye işçileri bu süreçten ilk payını alanlar oldu.
Ankara’da büyük bir direniş başlatan TEKEL işçileri bu sürecin simgesi olurken diğer bir taraftanda AKP’nin yumuşak karnını gösterdi. Örgütlü emek mücadelesi karşısında hiçbir çözüm projesi üretemeyen AKP, çareyi içerisinde Meclis’te hergün yüzyüze baktığı milletvekilleri de olmasına rağmen direnişe saldırmakta buldu. TEKEL işçileri yağmura, soğuğa, polis copuna, biber gazına karşı büyük bir direniş örgütledi.
TEKEL işçilerinin örgütledikleri direniş, aslında tam da TÜSİAD YİK toplantısında Mustafa Koç’un işaret ettiği noktaya doğru ilerliyor. Mustafa Koç hükümeti, emekçi sınıflarının biriken sosyal sorunlarının toplumsal kutuplaşmayla birleşmesine karşı uyarmıştı.
Tüm bunların ötesinde bugün önemli olan; toplumun hiç sesi çıkmaz denilen, İslamcı ve milliyetçi akımların etkisinde kalan hatta oğlunun adına Tayyip Erdoğan koyan bir kitlenin barikatlarda polisle çatışıyor, coplanıyor, biber gazı yiyor olması, herşeye rağmen özlük haklarını alabilmek için direniyor olması. Çünkü ortada “Türk-Kürt burada, AKP nerede” diyerek işçi sınıfını ayrıştırmaya yönelik şoven, ırkçı politikaları aşan, sınıfın kardeşliğini öne çıkaran bir kitle var. Çünkü ortada emek hareketi açısından ileri taşınabilecek bir dinanizm var.
* Halkın Sesi gazetesinin 96. sayısında yayınlanmıştır