Eczacılarla hükümet neden karşı karşıya geldi? Eczacıları kepenk kapatmaya iten süreci anlatır mısınız? Her şey 18 Eylül’de yürürlüğe giren sağlık uygulama tebliğinde yapılan değişiklikler ve ilaç fiyat kararnamesinde yapılan değişikliklerle başladı. Türkiye’de, 45 gün sonra geçerli olmak üzere birçok ilaçta önemli fiyat düşüşü oldu. Bunun yanında ilaç şirketlerinin sosyal güvenlik kurumlarına yaptığı özel iskontoları yükseldi. […]
Eczacılarla hükümet neden karşı karşıya geldi? Eczacıları kepenk kapatmaya iten süreci anlatır mısınız?
Her şey 18 Eylül’de yürürlüğe giren sağlık uygulama tebliğinde yapılan değişiklikler ve ilaç fiyat kararnamesinde yapılan değişikliklerle başladı. Türkiye’de, 45 gün sonra geçerli olmak üzere birçok ilaçta önemli fiyat düşüşü oldu. Bunun yanında ilaç şirketlerinin sosyal güvenlik kurumlarına yaptığı özel iskontoları yükseldi. İndirimler oldukça, eczacının zararı karşılanmayınca eczacı iflas edecekti.
Esasında eczacıların yaşadığı sorunlar sağlıkta dönüşüm programının tüm sağlık meslek alanlarında yarattığı sorunlara paralel gelişen sorunlardı. 5 yıldır ilaç hizmetini sürdürürken bir nevi taşeronluk hizmeti sürdürüyor, tahsilatçılık yapıyorduk. Onun yanında bir banka gibi Sosyal Güvenlik Kurumu’nu (SGK) finanse ediyorduk. Yeri geliyordu aylarca ödeme gecikmeleri, kesintiler yaşanıyordu.
Yeni tasarruf önlemleriyle fatura yine vatandaşa ve eczacıya çıktı. İlaç sanayicileri buna direndi ve sonunda 800 milyon lira kadar bir katkı aldılar.
Eczacı, artık bu şekilde ayakta duramayacağını, kendine yönelik de birtakım iyileştirmeler yapılmasını, aksi taktirde bu hizmeti sürdüremeyeceğini dile getirdi. Bunu bir adım ileriye taşıyarak 4 Aralık’ta bir günlük kepenk kapatma eylemi yaptık. Neydi orada amacımız? Kamuoyuna sistemin son derece çarpık oluşunu bir kez daha anlatıp, yeni tasarruf önlemleriyle hem eczacının hem vatandaşın mağdur olacağına dikkat çekmekti.
Vatandaş neden mağdur olsun?
Eczaneler kapanacağı için vatandaş ilaç alamayacaktı. Hem de giderek paralı hale gelen bir sağlık hizmetinde, hastaneye gittiğinde karşısında yeni katılım payı çıkacaktı. Hasta katılım payı artacaktı. İlaca ulaştığında daha fazla fark ödemek zorunda kalacaktı. Çünkü devlet hep en düşüğünü ödemek konusunda ısrarlı olduğu için aradaki fark vatandaşın cebinden çıkmaya devam edecekti.
Hükümetin açıklamalarıyla da sağlıktaki dönüşümde ilaç alanındaki temel beklentisinin de ne olduğu ortaya çıktı.
İlaç hizmetinin, eczacı olmayanların, sermaye gruplarının tekellerin eline düşmesi vatandaşın darbe yemesi anlamına gelecekti. Bütün bunlara karşı topluca yürütülen bir mücadeledir bu.
Bu uyarı eyleminin arkasından hiç hesapta olmayan bir şey oldu. SGK bir maddeye dayanarak tek taraflı olarak sözleşmeyi feshetti. “Siz eylem yaptınız ben de karşılığında sözleşmeyi feshediyorum” dedi. Bir adım daha atarak dedi ki “Ben bundan sonra eczacılarla birebir sözleşme yapacağım.” Şimdi burada iki şey vardı. Birincisi bir meslek örgütünü, ki gerçek anlamda muhalefet görevini de üstlenmiş giden bir meslek örgütüydü bu iktidara karşı, “Ben senin eylem yapma hakkını elinden alıyorum bir de senin örgütlü yapını bölerek seni iyice işlevsiz hale getiriyorum” diyordu. Bunun karşısında İstanbul Eczacı Odası olarak ideolojik, ekonomik ve hukuki mücadeleyi birlikte sürdürdük.
Açtığımız davaların ikisi de oy birliğiyle yürütmeyi durdurma ile sonuçlandı. Geldiğimiz süreçte artık SGK’nın bu tür dayatmalarının, hukukla örtüşen bir durum olmadığı açığa çıktı. SGK’nın bir itiraz hakkı var. Yargı o itirazları değerlendirecektir. Tahmin ediyorum bir iki ay sonra kesin karar verilecek ve onun da bizim lehimize çıkması kaçınılmaz.
Burada ilk raundu eczacılar kazandı diyebilir miyiz?
Yani esasında hukuki mücadeleyi eczacılar kazandı. Bundan sonra esas önemli olan ikinci adımdır. Biz meslek örgütü olarak bir yere kadar götürdük, şimdi Birliğimizin yapması gereken, kayıplarımızın da karşılanmasını sağlamaktır. Yoksa bir iki seneye kalmaz, Türkiye’de bu ilaç hizmetini sürdürecek bir eczane bulamazsın. Özellikle o halk eczaneleri, yani küçük cirolu, ekonomik olarak güçlü olmayan ama halkın alıştığı tip eczacılık ortadan kalkar.
Başbakan da market eczanelerin açılacağı sinyalini verdi. Bu konuda ne düşünüyosunuz?
‘Biz eczaneler açacağız’ diyen sermaye grupları oldu, bizzat bize danışmaya geldiler. İsim vermek istemiyorum. Uluslararası sermaye başta olmak üzere bu konuda çok ciddi girişimler var. Hükümet üzerinde baskı kuran ve hükümete yakın yerli sermaye gruplarının da bu alanda beklentileri var. Şimdi böyle olunca işte bir adım atmak zorunda kalıyorlar, eczacı direndikçe bir adım geri atmak zorunda kalıyorlar.
Başbakan “ne kadar rahat artık marketlerde de ilaç satılacak” diyor. Böyle bir durumda halk açısından ne fark eder?
Çok net söyleyeyim. Böyle olursa hasta artık hasta olmaktan çıkar müşteri olur. Eczacı da eczacı olmaz tezgahtar olur. Eczacı tahsildar ya da tezgahtar değil, ilaç danışmanıdır. Tezgahtarın görevi çalıştığı yerde azami kârı sağlamaktır. Vatandaş da müşteri olduğu için üzerinden azami ölçüde kâr edilecek kişidir. Böyle olunca sağlık hizmeti ortadan kalkar. Şirket ne kadar çok kâr etmek istiyorsa, o kadar albenili reklamlar yapar, ilaç konusunda insanları kandırmak çok kolay zaten.
Bir şeyi daha söylüyor Başbakan, ‘bu ABD’de çok iyi yürüyor’ diyor. ABD’de yürümüyor bu. Çünkü ilacın eczane dışına çıkarılması demek, kontrolsüz satışı demektir. İlacın yan etkileri var, kullanım şekilleri var, aynı ilacı farkında olmadan birkaç kere kullanmak var. Bunlar ABD’de hep yaşandı. Çocuklara verilen ilaçlarda ölümler yaşandı. Şimdi ABD bu sistemi terk etmek istiyor. ABD’nin ilaç kurumları da ilacı mümkün olduğunca eczane içinde tutmaya çalışıyor.
AKP’nin amacı Avrupa’ya ve ABD’ye bakarak ilaç alanında düzenlemeler yapmak değil, ilaç alanında yatırım yapan uluslararası ilaç tekellerinin, hükümete yakın yerli sermayenin önünü açmak.
Peki sizce halk bu süreci nasıl algılıyor?
Vatandaş eczanelere ve eczacılara sahip çıktı. Aslında başlangıçta bizim eylemi doğru algılayamadılar. Fiyatlar düştü de eczacının kârı azaldı, eczacı da bunun için bağırıyor gibi yanlış bir imaj oluştu. Bunu taraflı medya çok kullandı. Esasında vatandaş şunu görmeliydi;
1984’ten sonra ilaç fiyatlarının serbest bırakılmasıyla Türkiye’de ilaç fiyatlarının kat be kat arttığı, tam bir soygun dönemi yaşandı. Buna karşı da birilerinin müdahale etmesi gerektiğini söyledik. Çünkü sosyal devletin sağlık üzerinde ilaç üzerinde hükümet denetimi olmalı, hükümet denetlemeli, devlet denetlemeli dedik, ama bunu kaldırdılar ortadan. Şimdi bunu sürekli söyleyen bir meslek grubu nasıl olur da fiyat düşüşünden rahatsız olur ki. Asla! Fiyatlar düşsün ama bu düşüşün yarattığı yıkımın faturasını biz ödemeyelim, bu yıkımdan yıllarca nemalanan kim ise yabancı ya da yerli, fatura onlara kesilsin.
Halkta “eczacılar çok fazla para alıyor bir de durumlarından şikayet ediyorlar” diye bir tepki de var. Başbakan’ın açıklamalarına baktığımızda sürekli bu algıya seslendiğini görüyoruz. Durum hakikaten böyle mi?
Başbakan “3,5 katrilyon aktardık” diyor. Başbakan’ın dediği, eskiden ilacı hastanelerden alan SSK’lıların 2005’ten sonra ilacı eczanelerden almaya başlamasıyla yapılan ödemelerdir. Bu paranın tamamını biz cebimize mi attık! 3,5 katrilyon ordaki ilaç pazarıydı. O pazardaki paranın hepsi eczacının cebine gitmez. Halkımız bilmelidir ki eczacının bugün ilaç üzerindeki kârı giderler çıktıktan sonra net bir yüzde 10 ya da 12’dir. O 3,5 katrilyonlar yalandır, göz boyamadır.
Peki tüm bu tartışmalar karşısında, sizin çözümüz
ne?
Fiyatı düşürmekten önce akılcı ilaç kullanımını getireceksin. Olup olmayacak ilaç yazılmayacak, ihtiyacı olana ilaç yazacak. Hastalardan, örneğin raporlulardan, belirli kronik rahatsızlıkları bulunanlardan gerektiği zaman hiç para almayacaksın. Çünkü bunlar ilaçlarını alamadıkları zaman yaşamlarını devam ettiremezler. Öbür taraftan, günlük hastalıklardan belli katılım payları alınabilir. Ama her şeyden önce yapmaları gereken koruyucu sağlık hizmetinin verilmesi.
Katkıyı devlet verecek, vatandaşına sağlık hizmetini verirken “ben senin cebindeki paraya göz dikiyorum” anlayışından vazgeçecek. Bu anlayıştan vazgeçerse, bu sistem düzene girer. Bizi dinleyen olursa bu işi yoluna sokabiliriz.
Diyelim ki AKP yargıyı da dinlemedi ve bu politikasında ısrar etti ya da yargı hükümet lehine karar verdi. Bu durumda eczacılar ne yapacak?
Sağlık alanındaki mücadeleyi iki türlü bir dayanışma içinde yürütüyoruz. Bir, sağlık meslek örgütleriyle bir ayrı birliğimiz var. Bir de toplumda büyük bir travma oluşturduğu için Türkiye’de özellikle İstanbul’daki tüm sivil toplum örgütleri ile Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu’nu oluşturduk. Yaklaşık 50’yi aşkın sivil toplum örgütü, sendika ve siyasi partiyle bir arada mücadeleyi de yürütüyoruz.
Eğer hükümet ısrarla üzerimize gelmeye devam ederse eczacılar olarak biz de direneceğiz. Nasıl? TEKEL işçileri gibi direneceğiz. Zaten öyle direniyoruz. İşte bakın itfaiyeciler direniyor, hekimler iş bırakıyor. Biz de bu işi böyle sürdüremeyiz. Sokaklardayız iki yıldır. İstanbul’da, Ankara’da kaç tane eylem yaptık. Şimdi bir meslek yok edilmek isteniyor, varımızla yoğuzla mesleğimizi savunacağız.
Bu söyleşi Halkın Sesi Gazetesi’nin 98. sayısında yayınlanmıştır.