Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Adana ayağının dördüncüsü 24-27 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Daha önceki festivallerden farklı olarak, daha fazla demokratik kitle örgütünün katıldığı ve bu anlamda kurumsal katılımın arttığı bir festival olmasının yanı sıra, izleyici sayısındaki artış da önemliydi. 24 Aralık günü açılışın yapıldığı salon coşkulu bir kalabalığı misafir ediyordu ve Ankara sokaklarında direnen […]
Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin Adana ayağının dördüncüsü 24-27 Aralık 2009 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Daha önceki festivallerden farklı olarak, daha fazla demokratik kitle örgütünün katıldığı ve bu anlamda kurumsal katılımın arttığı bir festival olmasının yanı sıra, izleyici sayısındaki artış da önemliydi.
24 Aralık günü açılışın yapıldığı salon coşkulu bir kalabalığı misafir ediyordu ve Ankara sokaklarında direnen Tekel işçilerini temsilen konuşmaların yapılması, Bursa’da çöken madende ve tüm iş kazalarında ölen işçilere adanan bir festival olması da açılışa ayrı bir anlam katıyordu.
Sermayenin sanat anlayışı; kendi kitlesine seslenen ve kapalı mekânlarda, popüler kültürü tekrar tekrar üreten bir çerçeveye kendini sığdırmıştır. Emeğin ve işçi sınıfının sanatını, sinemasını yaptığını iddia edenlerin bu anlayışa alternatif bir kültür ortaya koymaya çalışmaları da işin özüne ilişkin bir zorunluluktur. Bu anlamda incelendiğinde, özellikle “100 bin kişiydiler” belgeseli ile açılış yapılan ve “BİZ BAŞKA DÜNYA İSTERİZ” sloganı ile yola çıkan İşçi Filmleri Festivali’nin bu iddia ve içeriğe uygun adımlar atması; sorununu işlediği kitle ile sinemayı buluşturması bu yıl açısından belki de en önemli hedeflerden biriydi.
Çalışmalar aylar öncesinden başladı ve belki her seferinde eksik katılımlar bizi üzdü; ama sorunsuz, eksiksiz bir festival düzenlemenin gerekli adımları da yavaş yavaş atıldı. Daha önce haklı ya da haksız, çeşitli gerekçelerle bu festival içerisinde bulunmayan çok sayıda kurum bu kez güçlerini birleştirdi ve belki de gelecek güzel günlerin ortak mücadelesinin ancak ortak bir kültür oluşturma, ortak bir sanat ve sinema anlayışından geçeceğinin bilinciyle hareket edildi.
Ülkemizde kültür-sanat etkinliklerinin çok ciddi bir yoz kültürün etkisi altında can çekiştiği bir dönemi yaşıyoruz. Devlet ve Belediye Tiyatroları yok olmayla karşı karşıya bulunuyor. Sinema popüler kültürün etkisi altında eziliyor. Bilet fiyatları bir işçinin günlük ücreti ile yarışıyor. Daha kötüsü asgari ücret, açlık sınırının altında geziniyor. İşte böylesi bir dönemde halkı, kendi sorunlarını ilgilendiren sorunları anlatan filmlerle buluşturmak hem pratik faaliyet açısından önemli bir çaba isteyen hem de popüler kültür ile amansız bir ideolojik mücadelenin verildiği bir süreci örgütlemek ile mümkün olabilirdi.
Bu bilinç ile hareket eden Festival Komitesi, sinemanın sokağa inmesi, gelemeyenlerin bulundukları yere kadar gidilmesi ve her türlü zorluğa karşın işçiler ile sinemanın buluşturulması konusunda uzun soluklu bir mücadele yürüttü ve bu çabanın sonuçlarını da film gösterimleri sırasında fazlasıyla aldı. Festival sırasında; işçi mücadelesinin yarattığı deneyimlerin, hikayelerin birikmesi, onların kuşaktan kuşağa aktarılması, mücadelenin enternasyonal boyuta taşınmasında sinemanın, sanatın ne denli önemli olduğu ve bunun sıradan sanatsal etkinlikler yerine Festival kültürü ile mümkün olabileceği somut olarak ortaya kondu. Filmlerden hemen sonra yönetmenler ile yapılan söyleşiler de festivale ciddi katkı sağlayan ve belki de katılımı arttıran adımlardan bir tanesiydi.
Ülkemiz, siyasal anlamda önemli bir süreçten geçiyor ve emekçilerin kafası, kendi çıkarlarına olmayan çok fazla şeyle karıştırılmak isteniyor. Bu kafa karışıklığı egemenlerin iştahını kabartıyor ve kuşkusuz ki emekçilerin kendi kaderlerini yaratma mücadelesini zayıflatıyor. Bu yıl yapılan Festival bu kafa karışıklığını gidermede ne kadar yol açıcı bir rol oynadı bunu şimdiden tahmin etmek zor. Ama işçilerin, emekçilerin umut ettikleri, istedikleri başka bir dünyaya ulaşmalarına katkı sağlayabilmek için bizlere düşen görev bu ve benzeri festivalleri çoğaltmak, tüm Türkiye sathına yaymak, çok daha fazla emekçi ile bir araya gelmek ve zorlu yaşam – çalışma koşulları nedeniyle sinema izlemeye imkân bulamayan işçilere bu imkânı ayaklarına kadar götürmektir.
Sanıyorum sıradan bir sivil toplum örgütünü, halktan ve emekçiden yana bir Demokratik Kitle Örgütü’nden ayıran en önemli fark burada yatıyordur. Bu anlamda önceki senelerden farklı olarak daha fazla katkı sunan, katılım sağlayan kurumlara teşekkür ediyor, bu yıl birlikte olamadığımız dostlarımızı bir sene sonra aramızda görebilme umudumuzu çoğalttığımız nice kitlesel festivaller umuduyla 5. Festivalde buluşmayı diliyoruz.
(*) KESK/SES Adana Şube Başkanı