Cinsiyete dayalı işbölümü Belirli bir toplum içerisine yaşayan her insan, o toplumun normlarına göre bazı kalıpları içselleştirir. Çocukluktan itibaren, aile, okul ve daha sonra iş yaşantısı, kısacası tüm sosyalleşme ortamlarında toplumsal ilişkilerin nasıl işlediğini öğrenir. Bu öğrenme süreci sırasında ise kadınlık ve erkeklik üzerine verili bir takım kalıplar içselleştirilmeye başlanır. Bizler de içselleştirme sürecinde etrafımızı […]
Cinsiyete dayalı işbölümü
Belirli bir toplum içerisine yaşayan her insan, o toplumun normlarına göre bazı kalıpları içselleştirir. Çocukluktan itibaren, aile, okul ve daha sonra iş yaşantısı, kısacası tüm sosyalleşme ortamlarında toplumsal ilişkilerin nasıl işlediğini öğrenir. Bu öğrenme süreci sırasında ise kadınlık ve erkeklik üzerine verili bir takım kalıplar içselleştirilmeye başlanır. Bizler de içselleştirme sürecinde etrafımızı ve dünyamızı cinsiyet kodları ile kavramaya çalışırız.
Toplumsal ilişkiler içine çıkan her birey, kültürel ve sınıfsal farklılıklar ve aidiyetler gösterse bile, kadın ve erkek arasındaki farkı bilir. Çünkü her insan doğduğu anda ya erkek ya da kadın olarak doğar. Anatomik olarak belirlenimlerimiz sonucunda biyolojik cinsiyetimiz (sex) oluşur. Ve hepimiz biliyoruz ki, sorun biyoloji olunca, -çok büyük genetik müdahaleler hariç-, yapılabilecek çok bir şey yoktur. Buradaki başlıca sorun ise kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılıkların “eşitsizliğe” dönüştürülmesi biçimleridir.
Kültürel ve sınıfsal açıdan biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasında ilksel ve zoraki bir bağ yoktur. Olmadığı gibi, kültürel ve toplumsal süreçler içinde öğrendiğimiz rollerin nedeni doğrudan biyolojik sebeplerden ötürü değildir. Kadın ile erkek arasında yaşanan eşitsiz güç ilişkilerini sıradanlaştırmaya, kanıksatmaya ve kalıcılaştırmaya yaşılan patriarkal söylemin başlıca silahı ise toplumsal cinsiyet ve kadınların toplumsal ilişkiler içindeki pozisyonunu biyolojik cinsiyete indirgemektir. Yüzyıllardır bu durumun devam ettiğini söyleyen ve bunun asla değişmeyeceğini savunan patriarka, din gibi olguların çeşitli kısıtlamalarını da sarılmayı ihmal etmez.
Kadınların ikincilleştirilmesi ve sürekli olarak yoksunlaştırılması ile karşımıza çıkan “farklılıkların eşitsizliğe dönüştürülmesi süreci”, işbölümü ile devam eder. Cinsiyete göre belirlenen işbölümü, kadınların ve erkeklerin ne yapması gerektiği ya da neleri yapabileceği hakkında toplumda yaratılmış olan fikirlere ve değerlere dayanarak, kadınlara ve erkeklere farklı roller, sorumluluklar yüklenmesini ifade eder.(i) Bu tip bir rol dağıtımının patriarka tarafından yapılması, kadınların işlerini, biyolojik ve ideolojik yeniden üretim olarak belirlerken, kadının iş sahasını aile içi işler olarak belirler. Bilindik anlamda söyleyecek olursak, patriyarka kadınları sürekli olarak özel alana iterken, erkeklerin çalışma alanlarını ve hatta yaşama alanlarını kamusal alan olarak tayin etmektedir.
İkincilleştirilen ve bağımlı kılınmak istenen kadınların iş yaşamı ise sınıfsal ve statüsel farklılık göstermektedir. Ama her şeyden önce “kadın” olarak erkeklerle iş yaşantısı ve belirlenimi arasındaki farkları ortaya koymakta fayda vardır.
Kadınlar ve erkekler normal bir günde farklı farklı işlerle uğraşırlar ya da öyle olmasına yönelik baskınlıklar yaratılır. Kapitalist bir sistemde erkekler ve kadınlar, işçi-işveren ilişkisi içinde “işçi” sınıfı olarak ezilse bile, kadınlar iki kere ezilmektedir. Kadınların yaptığı işler gereği hem uzun süreler ve çok çeşitli çalışmakta, bazen aynı anda birden fazla işi yapmaktadır. Aile içi işler ile uğraşan kadın, ailenin (bir üst bağlamda toplumların) biyolojik yeniden üretiminde de asli unsurdur.
Dünyada ve Türkiye’de çeşitli istihdam alanlarına göz attığımızda, tarımsal emeğin büyük bir kısmını kadınlar oluşturur. Kentlerde ve kasabalarda eşlerin veya aile büyüklerinin yanında çalışan kadınlar, tıpkı aile bireyi olarak görev aldığı tarım işlerindeki gibi “ücretsiz işçidir”. Bazı kadınlar “ev kadını” olarak parça başına fason üretim yaparlar. Bu tarz işler kadına görece-ekonomik bir refah sağlasa bile kayıt-dışı istihdam altında kalan kadınlar, üretken sınıflar olarak görülmez.
Patriarkal yapının diğer bir unsuru olan “şiddet” sonucu, kadınlar ev dışında çalışma kararlarını almada özgür değildir; erkeklere bağımlıdır. Tüm patriarkal pratikler sonucu kadının asli olarak görülmeyen çalışması veya istihdamı, “kadın işi” olarak adlandırılan çeşitli sektörlerde düşük ücretli ve güvencesiz çalışmalarına neden olmaktadır. Aynı zamanda bu tip bir cinsiyete dayalı işbölümü eşitsizliği kadınlara iş yerlerinde ayrımcılığa maruz kalmalarına neden olmaktadır. Birçok işveren çalışan kadınların sosyal güvenlik gereksinimlerini karşılamadığı gibi, sigortalarını da yürürlüğe koymamaktadır.
Kadınların istihdam sürecinde karşılaştığı eşitsizlik hallerini daimileştiren iktidar odakları aynı zamanda toplumsal rızayı sağlamak adına kimi zaman hayırlı girişimlerde de bulunmaktadır. Çünkü toplumların mutlak zor ile uzun zaman kontrol ve denetim altında tutulamayacağı birçok tarihsel pratik içinde görülmüştür. İdeolojik beyin yıkama araçları ile siyasal üst yapının yine üst yapısal kültürel unsurlarla desteklenmesi olmazsa olmazdır.
Burjuva demokrasisi içinde kullanılan pek çok iktidar sağlayıcı zor ve rıza ile tahakküm mekanizmalarının işlerliği ve meşruiyeti, burjuva demokrasinin yasa-yapıcı aygıtlarınca koruma altına alınmıştır. Çıkarılan her yasa ile mevcut rejimin sınırları çizilmekte, ekonomik ve sosyo-siyasal düzen için istikrar amaçlanmaktadır. Adı sıkça anılan istikrar kavramı, burjuvazinin popülist siyaseti içinde kitlelerin gözünü boyamak için kullandığı yegane silahlardandır.
Popülist siyaset modellerini aynı zamanda yasama-yürütme-yargı gibi devlet aygıtının üç karakterize parçası üzerinden toplumsallığa iliştiren burjuva siyaseti, söylemlerinde pelesenkleştirdiği kuvvetler ayrılığı ilkesini birbirine hizmet edecek ve her erkin diğeri ile eş-güdümünü sağlayacak biçimde tesis etmektedir. Mevzu bahis olan bu erklerin ayrılığı konusu birçok siyasetçinin ve bürokratın konuşmasında birbirine temas etmeyen, aralarında hiyerarşik bir sıralama bulunmayarak gerçek demokrasinin teminatı olarak lanse edilmektedir: Parlamenter sistem içerisinde senkronize çalışan yasama ve yürütme ile denetleme ve adalet dağıtıcı olarak bağımsız yargı. Ne zaman ki burjuvazi sınıf-içi çıkar çatışmaları yaşarsa (ki her daim yaşamaktadır) bu erklerden, taraf tutan, kuvvetli olanı/olanları diğerinin yularlarını eline almaktadır. Aksi örneklerde ise, emekçi sınıfların talepleri doğrultusunda istihdam altındakilerin lehine işleyecek yasal süreçler söz konusu olduğunda kuvvetler ayrılığı bir görünmez elin yardımı ile yekvücutlaşmaktadır. Yasamadan çıkan kararın mahiyeti, yürütmenin gözünden kaçsa bile son kertede yargı tarafından yürütmesi durdurulabilmektedir.
Asıl dikkat çekilmesi gereken nokta burjuva demokrasisi içinde yurttaşlar için çıkarılan yasa ve yönetmeliklerin nasıl işlediğinden daha önce neden çıkarıldığı ve yürürlüğe sokulduğudur. Böylelikle yasaların özüne dair epistemolojik bir sınır oluşturabilmemiz kolaylaştığı gibi yasamanın ortaya çıkardığı, yürütmenin yürürlüğe koyduğu ve herhangi bir nedenle yargının iptal ettiği veya denetlediği tüm yasal ve prosedürsel süreçlerin kimin yararına hizmet ettiğini sınayabiliriz. Ama siyasetin ve hukukun eril bir mecrada cereyan ettiğini ve toplumsal normların patriarkal ve heteroseksüel biçimleri ile işlediğini biliyorsak, -ilkin-, kadınlar için sistemin ne ölçüde getirilere ve ne ölçüde götürülere neden olacağını iki kez durup düşünmekte fayda vardır.
Son olarak ulusal basında tartışması geçen regl izni, gere
k cinsiyete dayalı iş bölümü, gerek kadın işçilerin kapitalist patriyarka içerisindeki konumları ve gerekse kadınların yasalar önündeki durumlarını anlamak için iyi bir müesses nizam pratiğidir. Çünkü Çalışma Bakanlığı’nın kadın işçilere getirdiği her ay için 5 günlük izin kadın işçiler açısından çift yönlü tartışmaya açıktır.
Yönetmeliğe dair…
Resmi Gazete’de 16.06.2004 tarihinde 25494 sayı ile yayınlanan Ağır Ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği’nin Kadın İşçilerin Özel Günleri başlıklı maddesi, kadınların biyolojik özelliklerini gözeterek hazırlanmış havası yaratıyor. Türkiye’de “istihdamın lokomotifi” olarak kabul edilen tekstil ve konfeksiyon sektöründe çalışanların büyük çoğunluğunun kadın olduğunu düşünürsek bu yasa ile kadın işçilerin kazanım mı elde ettiğini yoksa kamusal alandan ve istihdamdan dışlanmasını kolaylaştırıcı orta ve uzun vadeli pratiklere mi getireceği tartışılmalıdır.
Türkiye’de tekstil sektöründe kayıtlı ve kayıt-dışı (formel/enformel) istihdamın ortalama rakamlarla 2 ila 2 buçuk milyon arasında olduğu uzmanların yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır.(ii) Ve konfeksiyon sektöründe çalışanların yaklaşık %44’ünü kadınlar oluşturmaktadır. Hal böyle olunca yeni yönetmelik ile yoğun olarak kadınların istihdam ettiği, yüzde 70’ini kadınların oluşturduğu iplik dokuma ve giyim sanayi, Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği kapsamında altına alınmıştır. Söz konusu yönetmeliğin “ay halleri”ni düzenleyen maddesi uyarınca ise kadınların ağır işlerde çalıştırılamayacağı öngörülmektedir.
Bu uygulama doğrultusunda sektörde istihdam eden kadın işçilerin hak kazanımları olduğu şüphesiz bir gerçektir. Ne var ki, kadınların cinsiyete dayalı işbölümüne göre erkeklere nazaran daha ehemmiyetsiz işlerde çalıştırıldığı ve “kadın mesleği” adları ile anılan sektörlerde istihdam altında tutulduğu gerçeği ile hareket ettiğimiz vakit, tekstil ve konfeksiyon içinde kadınların yoğun bulunduğu alanların ağır işler kapsamına alınması kadınlar açısından dezavantajlar yaratacaktır.
Sermayedar sınıfın kâr maksimizasyonu sağlama pratiklerinin başında gelen reel ücretleri aşağı çekme ve 16 saate varan çalıştırma gibi yöntemler kullandığını biliyorsak kadınlar için çıkartılan yasal izin sürelerinin yine sermayedarlara külfet olacağını da bilmemiz gerekmektedir. Hiçbir patron yanında çalıştırdığı işçinin ,-kadın veya erkek gözetmeksizin-, normal izin sürelerinden farklı olarak izin kullanmasına izin vermez. Kaldı ki, hükümet tarafından çıkartılan çalışma yönetmeliklerinin birinde emzirme süreleri bile kısaltılmaktaydı. Ve pek çok işveren atölyelerinde ve fabrikalarında işçinin tuvalet izinlerini veya çay molalarını, çalışma sürelerini düşürdüğü gerekçesiyle ücretlerinden kesmektedir. Bu bağlamda, kadın işçilerin biyolojik belirlenimlerinin bir özelliği olan “ay hali” yüzünden 5’er gün izin kullanması (tabi kullandırılabilirse), her kadının “ay haline” girme sürelerinin birbirinden farklı günlere gelmesi gibi sebeplerle işyerinin çalışma düzeni içinde, -özellikle parçabaşı üretim yapan mekânların-, işyeri disiplinlerinin ve mamul üretim hızlarının aksayacağı kaygısı, işverenler için kaygı uyandırıcıdır.
Bu kaygıyı dile getiren Moda ve Hazır Giyim Federasyonu Başkanı Nedim Örün, kadın örgütlerinin de yönetmeliğe karşı olduğunu iddia ederek, hazır giyim ve konfeksiyonun ağır ve tehlikeli işler kapsamına alınmasının anlamsız olduğunu, sanayinin çok basit ve yorucu olmayan makinelerle yapıldığını belirtmiştir. Bu doğrultuda patronların, işçinin fizyolojik ve biyolojik, buna ek olarak ruhsal sağlıklarını düşünmenin ötesinde işçinin kendisine sunacağı artığı düşündüğü gün gibi ortadadır.
Toparlamak gerekirse bu yönetmelik sonrası karşımıza iki uçlu bir uygulama/manevra alanı çıkmaktadır: ilk olarak kadın işçilerin “ay hali” gibi kadınlık kimliğine uygun bir kazanım elde ettikleri ortadadır. Yeni çıkartılan yönetmeliğe iliştirebileceğimiz soru işareti ise şudur: Bu bir “kazanım mıdır” yoksa bir “lütuf” mudur? Kazanım olup olmadığından önce sermayenin koordinasyon ve icra kuruşlu olan hükümetin artık değere el koyabilmek için ve sadece artık değeri ortaya çıkaran “canlı” emeğin yaşama ihtiyaçlarını ölüm sınırının bir parmak üstünde tutabilmesi için çıkarılmış bir uygulama mıdır?
Diğer nokta ise hükümetin burjuvazini çıkarlarını kollamıyor”muş” gibi yaptığı yönetmelik ile durduk yere bir gerilim yaratmasının arkasında yatan saik nedir? Acaba klasik bir “yönetici sınıfların çıkarını kollayan” tutum ile uzun zamandır deformasyona uğrayan AKP-halk ilişkiselliğinin, halkın menfaatine görünen uygulamalarla yeniden canlandırılması mıdır? Yoksa kadınların toplumların ideolojik ve biyolojik yeniden üretim mekanizmalarını tesisi eden en önemli taşıyıcılar olduğunu biliyorsak, kadınların toplumsal formasyonda “rıza”larını oluşturabilmek için çıkardıkları bir burjuvazi “kip” midir?
Mamafih, tüm kafamızı meşgul eden soruları sermaye sınıfından kişilerin yaptığı uygulamalara bakarak cevaplandırdığımızda yapbozun parçaları yerli yerine oturmaya başlamaktadır: Son olarak SANKO Holding’in kadın işçilerini “ay hali”ni bahane ederek 4000 kadın işçiyi işten çıkaracağını açıklaması bu yönetmeliğin “neye hizmet ettiği”ne dair soru işaretlerini netleştirmektedir. AKP’nin de taşıyıcısı ve icraatçısı olduğu patriarkal üretim modeli, yeni-muhafazakârlığa uygun biçimde, kadınları sürekli olarak iş gücünden ve istihdamdan dışlarken, kadınların sosyal güvenlik haklarına erişimi gibi birçok haktan yoksunlaştırır. Astronomik maliyetlerin döndüğü fakat kadınların üzerine yıkılarak başta patriyarka olmak üzere neo-liberal hükümetlerin kaynak ayırma zorundalığından kurtulduğu yeniden üretim faaliyetleri, kadınların ev-içine hapsedilmesi ve yoksunlaştırılması üzerinden işler/işlemeye devam edecektir.
Notlar:
(i) Kamla Bhasin, Ataerkil sistem: 3 Kitap, s. 27, KADAV Yayınları, İstanbul, 2003.
(ii) Konuyla ilgili rakamlar İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri (İTKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi’nin açıklamasından alınmıştır. http://www.nethaber.com/Ekonomi/128759/Tekstil-sektorunde-calisacak-KADIN-isciye-5-gun