2009 yılından devraldığımız yığınla sorun, bu yıl emekçileri bekliyor. Hükümet eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik haklarına kadar bir dizi emek karşıtı yasayı, emekçilerin halkın muhalefetine rağmen hayata geçirdi. Ancak mevcut hak kayıplarına, 2010’da yeni saldırılar ekleneceği muhtemel görünüyor. Geçtiğimiz yıl özelleştirmeler hız kesmeden devam etti. Başbakan özelleştirilen kurumlarda işlerini kaybetmeyle yüz yüze gelen emekçileri “yetim […]
2009 yılından devraldığımız yığınla sorun, bu yıl emekçileri bekliyor. Hükümet eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik haklarına kadar bir dizi emek karşıtı yasayı, emekçilerin halkın muhalefetine rağmen hayata geçirdi. Ancak mevcut hak kayıplarına, 2010’da yeni saldırılar ekleneceği muhtemel görünüyor.
Geçtiğimiz yıl özelleştirmeler hız kesmeden devam etti. Başbakan özelleştirilen kurumlarda işlerini kaybetmeyle yüz yüze gelen emekçileri “yetim hakkı yemekle” ve “yan gelip yatmakla” suçladı. Bu kurumlarda işçilerin işlerini kaybetmesi, hükümetin sorunu olmadı.
Bir taraftan kriz bahane edilerek milyonlarca işçi emekçi işsiz bırakılırken, öte taraftan da özelleştirmeler ve taşeron uygulamaları nedeniyle, esnek ve kuralsız bir çalışma yaşamı emekçilere dayatıldı.
Ülkede işsizlik yapısal bir hal almışken, işsizlerin kullanması gereken işsizlik fonları sermayeye aktarılması için düzenlemelere gidildi.
Sermayenin baskısıyla işçilerin hakkı olan ‘kıdem tazminatının’ kaldırılması yönünde tartışmalar ve girişimler devam etti.
Yüzdelik zamlarla kamu emekçilerine tam bir ekonomik şiddet uygulayan AKP hükümeti, milyonlarca emekçiyi ilgilendiren asgari ücreti gene açlık sınırının altında bıraktı.
Asgari ücret açıklandıktan kısa bir süre sonra, hükümet yeni yılda “iğneden ipliğe” her şeye zam yaparak dolaylı vergilerle, bütçe açıklarının faturasını emekçiler ve yoksul kesimlerin sırtına yükledi. Öyle ki hükümet işçiye memura verdiği birkaç kuruşluk zammı fazlasıyla geri aldı.
Oysa başbakan “kriz teğet geçecek” demişti. Ancak kriz bırakın teğet geçmeyi, 2009 yılında yoksulun bağrını delip geçti.
Siyasal alanda ise emekçiler 1 Mayıs’tan günümüze, yoğun devlet baskısıyla karşı karşıya kaldılar. Konfederasyonlar arandı; KESK, DİSK, Türk-İş gibi örgütlerin yöneticileri hukuksuz biçimde gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Türkiye’de neredeyse ağzını açanın susturulduğu, faşizan bir iklim hâkim kılınmaya çalışıldı.
Bir yandan Kürt sorununun eşit yurttaşlık temelinde çözüm talepleri Kürt halkı tarafından yükseltilirken, hükümet sorunun çözümü yerine, Kürt muhalefetini susturmayı tercih etti. Kürt kurumlarını kapatıp, seçilen temsilcilerini cezaevlerine göndererek çözümden yana olmadığını bir kez daha ortaya koydu.
Fakat 2009 yılında her taraftan geliştirilen yoğun emek ve demokrasi karşıtı saldırılara rağmen, 25 Kasım grevi, itfaye işçilerinin eylemleri, Kent AŞ işçilerinin direnişi ve Ankara’yı günlerdir terk etmeyen Tekel işçilerinin eylemleri, emek alanında direnen bir emekçi damarını açığa çıkarmıştır.
Yaşanan tüm baskı ve hak kayıplarına karşı, emekçilerin meşru bir savunma hattını yaratma zamanı gelmiştir.
Bunu için sendikalar “kendi üyelerinin hak ve çıkarlarını koruma” gereklerini bile yerine getirmeyen görüntüden hızla uzaklaşmalıdırlar. Emekçileri sermayenin saldırılarından koruyacak, gelişecek işçi direnişlerini hak mücadelelerini omuzlayacak, toplumun ötekileriyle buluşturacak emek hareketine acil ihtiyaç vardır.
2010 yılında küresel barbarlığa ve emek düşmanı uygulamalara karşı, bütünlüklü toplumcu sendikal bir hat oluşturdukları oranda, kazanan emekçiler olacaktır.
Murat Işık/Gündem