Sosyalistler, ezilen toplumsal grupların ayrımcılığa, dışlanmaya, bastırılmaya karşı mücadelelerini, ‘toplumsal devrim’ sürecinin kaynakları, kurucu dinamikleri olarak ele alırlar. Türkiye sosyalist hareketinin 1960-80’deki yükseliş dönemi, işçilerin, Kürtlerin ve Alevilerin “kurtuluşlarını” birlikte aradıkları sinerjistik bir atmosferde yaşandı. Örgütlü işçiler+Aleviler+Kürtler, uzun yıllar sol hareketin sırtının yere gelmemesinin toplumsal matematiği oldu. Sosyalist hareket bu dinamikler arasında olumlu bir etkileşim […]
Sosyalistler, ezilen toplumsal grupların ayrımcılığa, dışlanmaya, bastırılmaya karşı mücadelelerini, ‘toplumsal devrim’ sürecinin kaynakları, kurucu dinamikleri olarak ele alırlar.
Türkiye sosyalist hareketinin 1960-80’deki yükseliş dönemi, işçilerin, Kürtlerin ve Alevilerin “kurtuluşlarını” birlikte aradıkları sinerjistik bir atmosferde yaşandı. Örgütlü işçiler+Aleviler+Kürtler, uzun yıllar sol hareketin sırtının yere gelmemesinin toplumsal matematiği oldu.
Sosyalist hareket bu dinamikler arasında olumlu bir etkileşim kurmayı uzun zamandır başaramıyor. Topu taca atıp, “baskılardan”, “devletin ayartmasından”, her bir kesimin içindeki “kurtlardan”, sosyalist hareketin zayıflığından söz ederek “ne yapalım, elden bir şey gelmiyor” demek tabii ki mümkün ve hatta inandırıcı. Ama “mazeret” sunmak durumu değiştirmiyor. Bu köstekleyici tablo sürdüğü sürece, ilerici toplumsal hareketin “toplumsal matematiği” sürekli “eksi bakiye” veriyor.
Kürt özgürlük hareketinin “şöyle değil de böyle” olması halinde bu sorunların aşılacağını söylemek “diğerleri” için genel olarak daha kolay. Kürtlerle işçi hareketi ya da Kürtlerle Aleviler arasında birinin “bir adım ileri”, diğerinin “bir adım geri” atarak “uzlaştırılması”, “birleştirilmesi” yolunun gerçekçi olup olmaması bir yana, ilerletici olup olmadığı dahi tartışılabilir.
Yani Kürt hareketi barış ve birlik mesajlarını daha inandırıcı verirse veya işçi hareketi Kürt hareketini “açıktan açığa destekleyen” bir politik tutum alırsa veya Aleviler, Kürtlerle “kimlik sorunu” ortak paydası üzerinden buluşmaya öncelik verirlerse, eski günlerdeki sinerjistik etki yakalanabilir diyebilmek kolay değil. Bu tipte politik zorlamaların genellikle sözkonusu hareketlerin mevcut temelini daralttığı ama bir başka güç ve hareket alanı oluşturmadığı ortada.
Üzerinde durduğumuz sorunun çözümünde mesafe almamızı sağlayabilecek genel bir yaklaşımı geçen sayımızda vurgulamıştık. Bütün dinamiklerin “gelişme özelliklerinin incelenmesi; bunlar içerisindeki ‘proleter hak hareketlerine özgü’ unsurların ayırt edilmesi ve diğer hak mücadeleleriyle bu öz-nitelikler üzerinden yakınsamaların yaratılması…”
Kürt hareketi içerisinde “proleter hak hareketlerine özgü” unsurlar gelişiyor mu? Elbette… Aksi maddenin tabiatına aykırı.
Bu hareket bir “yoksul halk hareketi”. Halkın “kendine özgü” yoksulluğunun belirleyici kaynağı “ulusal baskı” siyaseti olsa da, bu yoksulluğun muhatap olduğu gerçek süreç, neoliberal sömürge kapitalizminden başka bir şey değil.
Neoliberal sömürge kapitalizmi ise “yoksul”un “zayıf”ını “seviyor”. Yani kadınları, gençleri ve ezilen ulus bireylerini.
Kürt hareketiyle, Türkiye toplumunun diğer ilerici dinamikleri arasındaki kesişim kümesini işte bu noktalardan başlayarak geliştirmek, genişletmek çok daha olası görünüyor. “Kadın hareketi” deneyimi bu bakımdan çok anlamlı bir noktada duruyor.
Kürt hareketinin “özgürlükçü” niteliği en çok Kürt kadınında somutlaşıyor. Kürt kadının “özgürleşmesi” ile Türkiyeli kadının “özgürleşmesi” biri ulusal özgürlükçü, diğeri sınıfsal kurtuluşçu iki pratiğin buluşması anlamına geliyor. Belki de bu sayede, ırkçı bir temelde geliştirilmek istenen “Cumhuriyetçi Kadın” hareketi, bir türlü “tutmuyor.”
Örgütlü işçi hareketi “yeni işçi kitleleri”ni örgütlemeye giriştikçe, işçi sınıfı hareketi içindeki “Kürt sorunu” ile daha yakından muhatap oluyor. Kürt özgürlük hareketinin aynı zamanda “Kürt işçisinin özgürlük hareketi” haline getirilmesi ile Türkiyeli emekçinin kurtuluş mücadelesinin “şovenizmden kurtuluş” sorunu haline getirilmesi, yeni işçi hareketinin gelişiminin “mütemmim cüzü” olarak beliriyor. “Ezilenlerin örgütlenmesi”nin bir tipini diğer tipinin karşısına değil de yanına koymanın yollarını bulmak, yeni işçi hareketinin hem kendisine hem de Kürt özgürlük hareketine ileriye doğru adımlar attırmasının kaçınılmaz bir durağını oluşturuyor.
Yoksulluğa karşı mücadelenin proleter anlayışı olan kamusal alanın işçi sınıfının (işgücü piyasasına en son katılan, en zayıf unsurun güçlendirilmesini hareket noktası olarak ele alan) genel çıkarları temelinde yeniden yapılandırılması mücadelesinin “Kürt işçi” için ifade ettiği anlamın tartışılması, “halkçı kamusallık” mücadelesinin “Kürtçe”ye çevrilmesi bu alandaki mücadelelerin bir başka geliştirilmesi gereken yönünü oluşturuyor. Örneğin sağlık hakkı mücadelesinin Kürt yoksulları için ifade ettiği özel sorunların belirgin bir ağırlık noktası olarak ele alınması halinde ortaya çıkacak yeni-dinamizmi hesaba katmak gerekiyor.
Ben sadece “tanımladığım” sorun üzerine ilk aklıma gelenleri not ediyorum. Bu tartışmayı derinleştirmek ise her bir alandaki devrimcilerin örgütlü çabasına bağlı.