Türkiye son birkaç haftada savaşın ne olduğunu hatırlatacak manzaralar yaşadı. Durgun geçen kısa bir süre sonra savaş gerçeği kapıdan görünerek kendini hatırlattı. Silahların kısmen sustuğu bir ortamda savaşı hiç yaşamamış veya bir daha yaşamayacakmış gibi davrananların nasıl da yanıldığını bu birkaç haftada iliklerimize kadar hissettik. Bunları hissettiren olayları emin olun bir çoğumuz sevmedik. Gencecik insanların […]
Türkiye son birkaç haftada savaşın ne olduğunu hatırlatacak manzaralar yaşadı. Durgun geçen kısa bir süre sonra savaş gerçeği kapıdan görünerek kendini hatırlattı. Silahların kısmen sustuğu bir ortamda savaşı hiç yaşamamış veya bir daha yaşamayacakmış gibi davrananların nasıl da yanıldığını bu birkaç haftada iliklerimize kadar hissettik.
Bunları hissettiren olayları emin olun bir çoğumuz sevmedik. Gencecik insanların yaşamlarımızdan kopup gitmesi hiçbirimizi mutlu etmedi. Ne Tokat, Cudi ve Gabar dağlarında gerilla ve askerlerin yaşamlarını yitirmesi, ne Diyarbakır ve İstanbul sokaklarında Serap ile Aydın’ın yaşamlarımızdan kopartılması bizleri mutlu etti. Bunların hiçbiri barışı getirmedi. Halen Şemdinli’de, Botan’da süren operasyonlar da barış getirmeyecek. Tüm bunlar uçurumlarımızı büyütecek.
Uçurumları derinleşen bir toplumda barış nasıl olacak? Savaşı bitiren değil derinleştiren politikalardaki ısrarlar arasında barış nasıl yakalanacak? Barışa ne denli ihtiyacımız olduğunu anlatacak yeni yeni savaşlara, ölümlere ihtiyacımız mı var?
Bakın yıllar önce biz barış grupları olarak Türkiye’ye geldiğimizde, bir şey ilan etmeye çalışmıştık; Kürt sorununda şiddet bir çözüm yolu değildir. Çözümün yolu barışçıl demokratik siyasettir. 10 yıl daha savaş ve şiddette ısrar edilse bile 10 yıl sonra gelinecek nokta bugün tespit edilen noktadır…
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu tespit biz barış grubu üyelerinin tespiti olmaktan önce PKK ve Lideri Abdullah Öcalan’ın tespiti idi. Bu tespitin doğruluğuna duyduğumuz güçlü inanç nedeni ile sürekli savaşın tümden durdurularak siyasal diyalog ve müzakere sürecinin başlamasını istedik. O günden sonra önlenemeyen her gerilla ve asker ölümünün ağır veballer yükleyeceğini anlatmaya çalıştık. Artık barışçıl demokratik çözüm isteyen bir sorunda, savaş ısrarının getireceği sonuçların yıkıcılığına işaret etmeye çalıştık.
Bu yüzden operasyonların durdurulmasını istedik, bu yüzden tasfiye ve imha anlayışlarından vazgeçilmesini istedik, o yüzden muhataplarla diyalog anlayışının gelişmesini istedik. 20 yıldır silahlar konuştu ve bizler çok öldük, bırakın artık diller konuşsun ve yaşam kazansın dedik…
Ama olmadı… Savaşın kazananı olmayacağını anlatmanın ne güç olduğunu savaşın gerekçelerini sürekli canlı tutanlardan öğrendik.
‘Devlet operasyonları durdurmaz’ dediler. Böylece PKK’yi kendini aynı araçlarla korumak zorunda bıraktılar. Eller bırakılması düşünülen o demir yığınlarını daha sıkı kavradı. Diyalog çağrılarımıza karşı ‘Devlet teröristle masaya oturmaz’ dediler… Ne yapar peki; Ya boyun eğdirir, ya tasfiye eder ya öldürür… Tam on yıl boyunca bunu yaptılar… Biri yok etmek, öbürü yaşamak için savaştı…
Oysa tarih savaşanların diyalogları sonucu oluşmuş barışları yazdı. Yok edilmişlerin, boyun eğmişlerin ve boyun eğdirenlerin sadece galibiyeti ile mağlubiyeti vardır. Ama barışı yoktur…
Yani aslında devlet barış istemedi. Barışçıl demokratik siyaset talebi, galibiyet-mağlubiyet yarışına kurban edildi. Bu yarış şimdiye kadar 15 bin dolaylarında cana mal oldu…
10 yıl önce tutulsaydı barış elleri, durdurulsaydı şu savaş, başlasaydı diyalog bu 15 bin can aramızda olacaktı. Aydın okulunda, Serap dersanesinde olacaktı. Fatih Yonca askerlikten aldığı 100 bin lirayı anasına göndermeye devam edecekti. Gerilla Metin Güleç dağda o denli vahşice oldürülmeyecek, anası cenazesini ‘belki alırım’ umudu ile günlerdir savcılık kapısında beklemeyecekti.
Ama durdurulmadı savaş ve bunlar oldu… Durdurulmazsa eğer savaş, benzerleri olmaya devam edecek… Bu konuda haksızlık yapmayın AKP açılım politikası ile bunu yapmaya çalıştı diyenlere gelince ; Hayır niyeti ne olursa olsun, son 10 yılın 7 yılını hükümet olarak üstlenen AKP de aynı şeyleri yaptı. Kürt sorununu muhatapsız çözmeyi dayattı, yani aktörleri tanımadı, tanımadığı için diyalog kurmadı. Hatta diyalog meselesi o denli önemsizdi ki; PKK, Öcalan bir yana, DTP’yi dahi siyaset sahnesinde istemedi, bunun açık göstergesi olarak kapatılma davasını önleyecek düzenlemeler için girişimlerde bulunmadı. İkincisi operasyonları durdurmanın çözüm için ne denli kilit önemde olduğunu kavrayamadı. ‘Devlet silah bırakmaz, güvenliğini tehdit eden eli silahlılarla savaşır’ dedi. ‘Eli silahlılar da karşılık verdi. Yani savaşı durdurmadı. ‘Şiddet çözüm yolu değil, artık analar ağlamasın’ derken üstelik bunu yaptı. AKP hükümeti altını çizerek söylüyorum, ‘şiddeti’ yöntemlerden biri olarak aktif şekilde kullandı. Çözümden anladığı ise PKK’nin tasfiyesi, Kürtlerin ağzına ise bir parmak bal çalmak idi.
Dağdakine nasıl yaklaştı ise zaman zaman sokaktakine de öyle yaklaştı. Demokratik siyaset ve müzakerenin en önemli baskı araçlarından olan sokak eylemlerini bile taşıyamadı. Dikkat edin, en çok bu 7 yıl içinde geniş kitleler terörist olarak tanımlandı. Diller öyle çok savaşa aitti ki barış bile emirle, zapturaptla olur sanıldı. Uygulanan yöntemler yüzünden şimdi bir de taraflar arasında güven bunalımı bulunuyor.
Tüm bunlara rağmen ne olursa olsun gelinecek nokta demokratik- barışçıl çözümdür. Daha fazla çocuklarımız ölmeden, savaşa yol açan tüm söylemler, araçlar, hesaplar ellerden alınmalıdır. Devlet sadece devletle konuşur, anlaşır, gereksizliğinden çıkılmalı, muhataplarla açıkça konuşulmalı, silahlar susturulmalıdır… Gerilla ve asker ölümlerini savaşın bize yaptığı kötülük sayıp, birini sevinerek diğerini üzülerek veren ölüsever haber dilleri açıkça kınanmalıdır. Kürt sorununda şiddetin tümden terkedilmesi için gerçek bir çözüme yoğunlaşılmalıdır… Başka yol yok…