1971 yılında sosyolog P. G. Zimbardo tarafından Stanford üniversitesinde insanın güce itaat, ve güce yönelme davranışını ortaya çıkarmak için bir deney yapılmıştır. Deney için gazete ilanıyla yüksek bir ücret karşılığı toplanan denekler, üniversitenin bodrum katında kurulan yapay bir hapishane ortamında rastgele mahkum ve gardiyan olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Fakat deney 6. gününde kesilmek zorunda […]
1971 yılında sosyolog P. G. Zimbardo tarafından Stanford üniversitesinde insanın güce itaat, ve güce yönelme davranışını ortaya çıkarmak için bir deney yapılmıştır. Deney için gazete ilanıyla yüksek bir ücret karşılığı toplanan denekler, üniversitenin bodrum katında kurulan yapay bir hapishane ortamında rastgele mahkum ve gardiyan olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Fakat deney 6. gününde kesilmek zorunda kaldı. Çünkü gardiyan olarak kullanılan denekler rollerini aşırı şekilde benimsemiş ve mahkum deneklere şiddet uygulamaya başlamıştı. Mahkumlarda da bunun bir deney olduğunu bilmelerine rağmen panik atak, sinir krizleri gibi depresif ve regresif duygu durum değişiklikleri ortaya çıkmıştı.
Tavşana kaç tazıya tut diyen bir modernitedir sürüp giden çevremizde. Sonuç mutsuz insanlar diyarı beton yığını metropoller ile suçlu dolu ibret evleri hapishaneler. Suçluluk ve sürekli mutluluk…! İkisi de düşmanıdır modernitenin. Aşırı mutluluk sistemin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir. Evinde çok mutlu olan bir insanın iş algısı/ isteği ile evinde mutsuz olan bir insanın iş algısı/isteği elbette farklı olacaktır birbirinden. Aşırı mutlu insanın verimliliği düşecektir. Düzen algılayışı pek düzenli olmayacaktır. Bu nedenle modernitenin beşiği okullarda da dersler zil sesi ile bölünür ve başlar. Daha o yıllarda alışırız kısmi mutluluğa. İşe gitmek için çalacak olan kampananın hazırlayıcısıdır bunlar.
Modernitenin masum yüzlü melekleri; metropoller, fabrikalar ve AVM’ler, insanın özde kaybettiği mutsuzluğu yapay ve geçici anlarda arayan yüzlerle dolup taşmaktadır hergün. Ötekini gördükçe rahatlar insanoğlu “herkesin kendi gibi olması” meşrulaştırmaktadır adeta içindeki mutsuzluğu. Modern insan kalabalığın içinde yalnızlığını örtecek, tüketime dayalı yapay kalabalıklarda gününü geçirmektedir böylece.
Modernite sisteme biyat edebilen insana gereken her türlü argümanı bir ödülmüşçesine sunmaktadır. Kişisel gelişim uzmanları, yaşam koçları, mutluluğu küçük haplara sıkıştırıp sunan Süpermen psikiyatristler, elektronik arkadaşlık siteleri, konuşabilen makineler, yolda eşlik eden arabalar, birbirimizle konuşmamıza gerek kalmasın diye müzik eşliğinde bizi taşıyan asansörler vs.vs..Yani yeter ki siz çok kazanın, modernitenin açtığı yaralarınıza sürecek palyatif merhemler mevcut. Raflarda sizi bekliyor, paranız kadar alır sürersiniz. Daha çok kazanmak içinse sisteme olabildiğince uyup, yeterince mutsuz olup, olabildiğince az eleştirip çok üretmeniz lazım. Sonunda en mutsuzumuz en çok merhem alabilecek ve diğerlerinden nasıl daha çok mutsuz olarak, bunu nasıl da hak ettiğini herkese göstere göstere yarasına sürecektir. Bir tabak yemeğe 1000 dolar ödenen restoranlar, trilyonlara satılan evler, yılan derisinden lüks çantalar, gözlerimizi kimseye göstermeyen iri gözlükler, kırmızı ışıkta beklediğinizde satıcı çocukların uzanmasına fırsat vermeyecek yüksek arabalar. Tüm bunlarla diğerlerinin iştahını kabartmak da sistemin sürdürülebilirliği açısından önemli bir mekanizmadır. O yüzden zenginlerin mahrem algılayışı fakirlerin mahrem algılayışından daha farklıdır ve özgürdür onlar göstermelidirler. Tüm örtüler fakirler için üretilmiştir adeta!..
Peki merhemi aldı modern insan. Sürdü bolca orasına burasına. Sürdü de geçti mi dersiniz acıları, sızıları: işte orası, insanların hiçbirşeye inanmayan boş gözlerinde gizli, kamuoyu yoklamalarında küfür gibi yüzümüze vuran “halkın umutsuzluğu endekslerinde” gizli. Ama üzülmek yok! Modernite onun da çaresini üretti. Dedi ki alt metinlerinde: boşver sen ey insan, araştırma sonuçlarını, kamuoyu yoklamalarını, politikayı ve siyaseti. Sen daha çok kazanmana bak, nasıl biraz daha çok kazanırsın onu düşün, olabildiğince çok üret; mesai 10 saat mi sen 12 saat çalış. Çalış ki unutturayım sana soyunun başına neler geldiğini ve genetiğine işlemiş boşluğun umutsuzluğunu. Al sana apolitik hayvan: “modern insan”.
Modernitenin mutlular kadar diğer bir ürküntüsü ise suçlulardır; onlar da, para harcamadan, doğal yollarla mutlu olmak isteyen insanlar kadar tehlikeye atmaktadır sistemi. Çünkü suçlular eylemleri ile, moderniteye ömrünü adayan insanın, hayallerini yıkmaktadır. Sizin günde 14 saat çalışarak yıllardır biriktirmekte olduğunuza, suçlu birkaç saatte herhangi bir şekilde ulaşmaktadır. O halde sistemi tehdit etmektedirler: O halde hapsedilmeli, izole edilmeli cezalandırılmalıdırlar!..
Ancak insan doğası, farkındalık ile davranış değişikliğine gitme eğilimindedir. O halde farkeden midir suçlu? Fark etmek ne tür bir suçtur? Ya suça iten bu farkındalığı, “fark edilenin aşikar oluşu” ve ötekilerden daha cesur olmak sağlamışsa? Yani suçlu bu beton uygarlığını, gözümüze sokan, tüm insanlık mıdır yoksa düzene başkaldıran insan mıdır?
Elbette modernitenin çözümü hapishaneleri genişletmekten geçecektir. Böylece sisteme uyan, bir gün zengin olma hayaliyle daha çok üreten insana “bak o uymadı cezalandırıldı” ibret iradesini büyük bir ustalıkla sunacaktır manşetten. Böylelikle nefes alıp vermenin kefareti olan, mutsuzluk yuları, boynumuzdan sarkarken birbirimizi yularından tanıyacak ve herkes kadar mutsuz olmanın derin huzuru içinde etliye sütlüye bulaşmadan evlerimize döneceğiz.
Kabil’in Habil’i öldürdüğü/ Günden beri hiç dinmedi acılar / Çünkü insanların insanlar için / Koymuş olduğu bütün yasalar /Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi / Taneyi eleyip samanı tutar ve devam eder O. Wilde sormaya, modernitenin tanımlarının ne kadar yanıltıcı olabileceğini ve suçlunun sistemin kendisi olabileceğini hatırlatmak için okuyana!..
İlk taşı en günahsız olanınız atsın….(Yuhanna Bölüm: 8)