DTP’nin kapatılmasıyla politik gündem bütünlüklü olarak Kürtlerin üzerine yoğunlaştı. Devletin politik tasfiye projesi artık bütün yanlarıyla ortaya çıktı. DTP’nin kapatılması bunun en somutlaşmış biçimi olarak karşımızda duruyor. Ancak, bomba Kürtlerin elinde değil, devletin elinde patlamış oldu. Bunun daha başında Anayasa Mahkemesinin 11-0 ile aldığı kararda görmek mümkün. Maç sonucu gibi gösterilen karar iyi analiz edildiğinde […]
DTP’nin kapatılmasıyla politik gündem bütünlüklü olarak Kürtlerin üzerine yoğunlaştı. Devletin politik tasfiye projesi artık bütün yanlarıyla ortaya çıktı. DTP’nin kapatılması bunun en somutlaşmış biçimi olarak karşımızda duruyor. Ancak, bomba Kürtlerin elinde değil, devletin elinde patlamış oldu.
Bunun daha başında Anayasa Mahkemesinin 11-0 ile aldığı kararda görmek mümkün. Maç sonucu gibi gösterilen karar iyi analiz edildiğinde ciddi bir kararsızlık taşıdığı görülüyor.
Birincisi, tasfiye planının bütün olarak deşifre edilmesi ve Kürt halkının ortaya koyduğu politik kararlılık ve reaksiyon karşısında çaresiz kalmanın tipik bir örneği olarak yansıdı.
İkincisi, DTP’nin kapatılması, aslında devletin Kürtleri tasfiye konusunda farklı eğilimleri buluşturma noktası olarak algılanabilir. Bu aynı zamanda, Kürtlerin yeni kurulacak partisine bir mesaj özelliği taşıyor. Yani “DTP gibi kararlı davranmayın, sistemin uslu çocukları olun, yoksa siz de kapatılırsınız.”
Üçüncüsü, DTP üyesi olmadıkları halde DEP eski milletvekilleri Leyla Zana ve Sedat Yurttaş gibi birçok kişiye siyaset yasağı getirilmesi, sadece kendi hukuklarını çiğnemeleri değil, esasen bizzat hukukun en üst kurumundan, Kürtlere yönelik her türlü adaletsizliği devreye koyacaklarının mesajı. Yani kamuoyuna yansıtıldığı gibi gözden kaçan bir hukuk hatası yoktur.
Dördüncüsü, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk çok bilinçli olarak cezalandırıldı. Devlet kendi hayal dünyasında, DTP içinde ‘ılımlılar ve şahinler’ grubu kurdu. Türk ve Tuğluk’u da ‘ılımlıların’ temsilcileri olarak gösterdi. Böylelikle kendisine göre, ‘hayali ılımlıları’ etkin kılarak, DTP’yi sistemin uslu çocuğu haline getirecekti ve Kürtlerin tasfiyesinde rol oynayacaktı. Türk, devletin hiçbir beklentisine yanıt vermedi tersine parlamentoda süreci kararlılıkla yönetmesini bildi. Türk’ün bu politik tutumu, devlette hayal kırıklığı yarattı. Bu nedenle milletvekilliğinin düşürülmesi, ayın zamanda ‘ılımlıları’ hizaya getirmek için yapılan bir uyarıdır.
Beşincisi, Anayasa Mahkemesi, milletvekili sayısını 19’da tutarak parlamentodan grubu düşürdü. Bu karar, aynı zamanda bir rüşvet özelliği de taşıyor. Kürtlerin önemli bir desteğiyle milletvekili olan Ufuk Aras’ın katılımıyla tam dengede olabilecek bir şekilde, Barış ve Demokrasi Partisi bünyesinde yeniden ‘grup kurma’ şansını vererek, bir bakıma mesaj göndermiş oldu. Bu aynı zamanda DTP milletvekillerinin ‘sine-i millete’ dönmesini engellemeye yönelik bir taktik planı içeriyor. Bu planın bir başka yönü, Kürtlerin temsilcisi olmadan, bu sorunları tartışma ve çözme şanslarının olmadığının bilincinde olmaları. MİT Müsteşarının hazırlamış olduğu raporda bu çok belirgin olarak belirtilmiş. Bunun için hem yeniden grup kurulmasını sağlayarak ilişkiyi koparmamayı, hem de çok yoğun bir psikolojik baskı kurarak, yeni grubun politik etki gücünü etkisizleştirmeyi ve kırmayı hedefliyorlar.
Bütün bu oyunlara karşı DTP, çok net kararlı bir tutum aldı. Milletvekilliğinin kendi amaçları için pek de önemli bir pozisyon olmadığını belirterek, istifa dilekçelerini meclise vereceklerini açıklamışlardı. Böylece, devletin tasfiyenin devamını sağlayacak hiçbir oyununa alet olmayacaklarını çok belirgin olarak ortaya koymuş oldular. Ancak, toplumun çok farklı kesimlerinin taleplerini ve önerilerini dikkate alarak kararlarını gözden geçirdiler. Kürt halkı büyük bir kararlılıkla ve de canlarını feda ederek DTP’ye yönelik saldırılara karşı tutum aldı. Bu, DTP’nin halkla bütünleştiğini ortaya koymak bakımından oldukça önemli bir politik durumu ifade ediyor.
DTP, parlamentoda kaldığı süre içerisinde, Kürtlerin toplumsal mücadelesini meşrulaştırmada çok önemli bir görev üstlendi. Parlamentoda ilk kez, Kürt sorunu özel bir oturumda görüşüldü ve Kürtlerin siyasal taleplerinin çok daha belirgin olarak kamuoyuna taşınması sağlandı. Türkiye toplumu ilk kez bu düzeyde Kürt realitesiyle karşı karşıya geldi. Hiç şüphesiz ki bütün bunların arka planında Kürt Toplumsal Hareketinin gücü olmakla birlikte, aynı zamanda PKK’nin politik pozisyonunun meşrulaşmasının da önemli katkıları oldu.
Burada çıkartılması gereken temel sonuç, parlamentoda güç olmanın asla küçümsenmemesi gerektiğidir. Amaç araç ilişkisi bakımından bu önemli bir alanı teşkil ediyor. Kürtler koşulları oluştuğunda parlamentoyu, politik çıkarlar için yeniden değerlendirmelidirler. Demokrasi ve Barış Partisi, yeni bir parti olmakla birlikte, fiilen DTP’nin politik misyonunu devam ettiren bir özelliğe sahip olacaktır. Bu misyonunu parlamentoda da devam ettirebilmelidir.
Hiç şüphesiz ki geçmişteki sürecin eleştirel bir analizi yapılmalıdır. Varsa yapılan hatalar veya eksiklikler çok açık olarak ortaya konulmalıdır. Yeni dönemde daha güçlü bir örgütlülükle Türkiye’nin politik sürecini belirlemede aktif bir rol oynanmalıdır. Böylelikle devletin tasfiye planları bizzat sistemin en önemli merkezinde deşifreye devam edilmelidir.
Vurgulamak istediğim diğer bir nokta da, Kürt toplumunun karar alma merkezi olarak işlev gören ‘Demokratik Toplum Kongresi’ önemli siyasal bir misyona sahiptir. Kürt halkının bir biçimiyle iradesini yansıtmaktadır. Devlet tarafından cezalandırılan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, eğer kendileri de buna hazırlarsa, ‘Demokratik Toplum Kongresi’nin eş başkanlıklarına getirilmeleri sağlanmalıdır. Ya da Barış ve Demokrasi Partisi’nin onursal başkanları olarak kabul edilmelidirler.
Böylelikle devletin tasfiye ve etkisizleştirme planları çok daha güçlü bir şekilde boşa çıkartılması sağlanmış olur.
Gokyuzu9@aol.com