Emek güçleri haklarını almak için grevi, kapitalist sınıf karşısında bir silah olarak kullanırlar. Emekçiler kullandıkları bu silahla siyasal iktidarları, sermaye kesimini taviz vermeye zorlarlar. Ne var ki hayat durma noktasına gelmediğinde ve sistem tıkanmadığında, kapitalist sınıfı tavize zorlamak güçtür. Güçlü bir grevin başarısı, işçi ve emekçi sınıfının birlikte ayağa kalkışıyla sağlanabilir. Türkiye de sermayenin krizi […]
Emek güçleri haklarını almak için grevi, kapitalist sınıf karşısında bir silah olarak kullanırlar. Emekçiler kullandıkları bu silahla siyasal iktidarları, sermaye kesimini taviz vermeye zorlarlar.
Ne var ki hayat durma noktasına gelmediğinde ve sistem tıkanmadığında, kapitalist sınıfı tavize zorlamak güçtür. Güçlü bir grevin başarısı, işçi ve emekçi sınıfının birlikte ayağa kalkışıyla sağlanabilir.
Türkiye de sermayenin krizi sonucu milyonlarca insan ekmeğe muhtaç hale getirilmiş, toplum hak kayıpları yaşıyor. Böylesi hak kayıplarının yaşandığı dönemde, grevin yapılması ve hükümetin uyarılmasının zamanı gelmişti. Krizin yükünün emekçilere ve halka ihale edildiği bir süreçte, 25 Kasım eylemi uyarıcı olmuştur. Ancak KESK’in grevi toplumsallaştırma çabalarına karşı, grevin toplumsal ayakları yeterince oluşmadığı anlaşılıyor.
Oysa KESK grevi örgütlerken geniş bir perspektif ortaya koydu. Yapılacak bir grevin; işçi, işsiz, çiftçi ve emekliler ya da güvenceli, güvencesiz, toplum kesimleriyle buluşturulması gerektiğini söyledi. Yani her kesimin bu grevde kendi talepleri ile dayanışma sağlaması mümkündü. Ancak sözü edilen kesimlerde yeterli duyarlılık ne yazık ki sağlanamadı.
İşçi sendikaları 25 Kasım’ı kendi eylemleri gibi algılayıp, dayanışma grevleriyle ile eyleme katılabilir ya da çiftçi örgütleri yollara dökülebilir, alanları doldurabilirlerdi. Bu örgütler daha çok, birkaç yöneticinin platformlarda boy göstermesini dayanışma olarak algılıyorlar.
Emek yapısındaki eksik yaklaşım tam da budur. Her kesimin sorununun kendisini ilgilendirdiği ve ötekinin yardımına koşmayan, onunla birleşmeyen bir ruh hali, ne yazık ki emek güçlerinde hâkimdir.
Grevin başarısını gölgeleyen en önemli sorun kamu çalışanlarının gücünü bölen, işveren yanlısı bazı sendikaların tutumlarıdır. Memur-Sen’in grev kırıcılığı emekçi sınıfı sırtından hançerlemekten farksızdır. Bugün Memur Sen’in yaptığını, dün Kamu-Sen yapmaktaydı. Bakmayın Kamu-Sen’in AKP ile çıkarlarının ayrıştığına. AKP Kamu-Sen’den desteğini çektiğinden alanlara yönelmiştir. Yoksa bunlar hepsi ‘sapsarı’ devlet sendikalarıdır.
Grevde Kamu-Sen faktörü kolaylaştırıcı olmuş olabilir, ancak KESK üzerinden güç toplamasına asla izin verilmemelidir. Son zamanlarda Kamu-Sen ile yapılan eylem birliğine dönük, çokça tartışmalar yürütüldü, hala yürütülmektedir.
Yürütülen tartışmalarda Kamu-Sen’i bir ‘sınıf örgütü’ gibi gösterme algısı, meşru olmayanı elimizle meşrulaştırmak olur. Kuşkusuz emekçilerin en geniş birlikteliğe ihtiyaçları vardır Ancak bu birlik, demokrasi ve özgürlük taleplerine amansızca saldıran bu örgütle birlik değildir. KESK her şeyden önce öz güce güvenmeli ve kendi tabanını harekete geçirmelidir.
Grev örgütlenmesinde görüldü ki, sendikalar önemli oranda tabandan kopmuş durumda. Sendikaların iş yeri ayakları oldukça zayıflamıştır. Grev, kadronun iş yerleriyle yeniden bağ kurmasına vesile olmuştur. Zira eylemler öncesinde iş yerleri zamanında ve doğru aydınlatıldığında, kitleler ikna edildiğinde başarı mümkün oluyor. Grev kadroların fedakârlıkları ve süreci sahiplenmesi ile başarıldı diyebiliriz.
25 Kasım grevi tüm toplum kesimlerini olumlu anlamda etkilemiştir. Bu grevin bir başlangıç olduğunu bilerek, şimdiden sonraki süreçleri programlamak gerek. Oluşan enerji yerinde ve zamanında kullanılmalıdır.
Önümüzdeki sürecin mücadele araçlarını zenginleştirip, yeni ve daha güçlü eylemlerle, haklar alınıncaya kadar mücadele büyütülmelidir.
Murat Işık/Günlük