Bu yazıyı kaleme almamız bir zorunluluktan kaynaklamaktadır. 2 Aralık 2009 tarihli Evrensel Gazetesi’nde EMEP GYK Üyesi Halil İMREK imzalı bir yazı yayımlandı. O yazıda, Adana’da 25 Kasım Grevinde Halkevlerinin tutumuna dair yanlış değerlendirmeler ve haksız suçlamalar yer aldı. Amacımız her değerlendirmeye bir cevap yetiştirmek ya da polemik yapmak değil, yapılan yanlışlığa ve haksızlığa karşı zorunlu […]
Bu yazıyı kaleme almamız bir zorunluluktan kaynaklamaktadır. 2 Aralık 2009 tarihli Evrensel Gazetesi’nde EMEP GYK Üyesi Halil İMREK imzalı bir yazı yayımlandı. O yazıda, Adana’da 25 Kasım Grevinde Halkevlerinin tutumuna dair yanlış değerlendirmeler ve haksız suçlamalar yer aldı. Amacımız her değerlendirmeye bir cevap yetiştirmek ya da polemik yapmak değil, yapılan yanlışlığa ve haksızlığa karşı zorunlu cevap hakkımızı kullanmaktır.
25 Kasım grevi birçok açıdan önemli sonuçlar ortaya koydu ve tüm siyasal aktörler kendileri açısından dersler çıkartıp değerlendirmelerini yaptı. Halkevleri de 25 Kasım grevini, grevi güçlendirecek bir destek programının yanı sıra bir halk grevine dönüştürme perspektifiyle ele aldı.
Kamu çalışanlarının grevi, geleneksel işyeri grevlerinden farklı olarak halkın grev süresince hizmet alamaması gibi bir doğrudan ‘mağduriyet’ sorunu yaratmaktadır. Bu bile halkın geniş kesimlerinin pasif desteğinin sağlanmasını grevin siyasal başarısı açısından zorunluluk haline getirmektedir. Esas olarak da kamu çalışanlarını yoksullaştırıcı ücret ve çalışma koşullarını ortaya çıkartan neoliberal politikaların, kamusal alanı piyasalaştırarak halkı yoksullaştıran politikalarla bir ve aynı olması bu perspektifimize kaynaklık etmektedir. Yani eğitimci ile öğrenci, sağlıkçı ile hasta vs. aynı politikaların mağdurudur ve ortak mücadele yöntem ve araçlarının üretilmesi gerekmektedir.
25 Kasım grevine bu perspektifle yaklaştık ve bunun gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Türkiye çapında da birçok örneğini ortaya koyduk. Adana’da da benzer bir süreci gücümüz ve olanaklarımız ölçüsünde örgütlemeye çalıştık. Velilerin, hastaların yani halkın greve desteğini örgütlemeye çalıştık.
“Adana’da kamu emekçilerinin işyerleri, hizmet ve üretim birimlerinden başlayarak güçlerini birleştirmeleri ‘solcu’ parti ve örgütleri rahatsız etmiştir. Başta ÖDP, Halkevi ve TKP olmak üzere birçok ‘sol’, ‘sosyalist grup’, Kamu-Sen ile birlikte grevin gerçekleşmesinden rahatsız olduklarını açıkça dile getirmişlerdir” demiş Evrensel yazarı. Bu cümledeki çarpıklık bile tüm mantığın yapısını ele vermeye yetiyor. Halkevleri emekçilerin güçlerini birleştirmekten rahatsız olmaz ve hiçbir sol grup da olmaz. Olmasının düşünülmesi de akla aykırıdır. Ama Kamu-Sen’le güç birliğinden kendi adımıza rahatsız olduğumuzu söyledik. Aynı şey mi? Tabii ki Kamu-Sen’in üyelerini sınıf mücadelesine çekmek gibi bir derdimiz var, sağ partilere oy veren halkı örgütlemekte hangi yaklaşımı esas alıyorsak burada da o geçerli diyoruz.
Yazar, yazı boyunca döne döne aynı şeyi ima ediyor: Solcular kötü, laf anlamaz, disiplinsiz insanlardır; sağcılar ise disiplinli ve olgun. Bu EMEP’te sabit bir fikir haline gelmişe benziyor. Savaş karşıtı eylemde Müslüman dini inanışa sahip halkımızı savaş karşıtı mücadeleye katmak için (sanki her inanan bu örgütlerin doğal üyesiymiş gibi) İslamcı örgütlerle işbirliğini savunur, 1 Mayıslarda DİSK’i, KESK’i ve solu emeği bölmekle suçlayarak Türk İş’in kuyruğuna takılır. Aslında bu tutum çokça adlandırıldığı gibi kitle kuyrukçuluğu ya da uvriyerizm de değil. Düpedüz sendikal bürokrasi kuyrukçuluğudur. Yoksa ne arkadaşlar sağcı işçileri örgütlemeyi savunmuşlar, örgütlemişler ne de kimse buna karşı çıkmıştır. Arkadaşların sıkça tekrarladıkları bir şey de işçi sınıfının “sağcısı solcusu olmaz” anlamında laflardır. Evet, işçi sınıfına gidilirken onun etnik kökeni siyasi eğilimlerine ve mezhebine göre ayrım yapılmaz. Ancak işçi sınıfının siyasal eğilimini tamamen önemsizleştiren bir yaklaşımın da işçi sınıfına politik bilinç kazandırma iddiasıyla ilgisizliği de ortadadır.
Yazarın yanıldığı başka bir nokta da bizlerin Kamu-Sen’e karşı önyargımız olduğuna dairdir. Oysa bizlerin Kamu-Sen’e karşı bir önyargımız değil ama kesinleşmiş bir yargımız vardır. O da KESK’e karşı, kamu çalışanlarının sınıf çıkarları temelinde örgütlenmesine karşı devlet eliyle kurdurulmuş (en hafif deyimiyle) bir kontr-sendikadır. Bu nedenle bu sendikaların emekçi sınıflar nezdinde meşrulaşması sonucunu doğuracak taktikleri yanlış buluyoruz. Sorun emekçileri bunların güdümünden kurtarma sorunudur. Aslında yazının ana fikri nedir diye bakarsanız grev ve grevin sınıf mücadelesi açısından yarattığı olanaklar yerine bir Kamu-Sen güzellemesi ve gerici, faşist sendikalarla birlik savunusu görürsünüz. Yazarın yazıda kendisini hissettiren, sendikal bölünmüşlükten duyduğu ızdırabı görünce KESK, Kamu-Sen ve Memur-Sen’in birleşmesini savunup savunmadığını merak ettik. Yoksa ‘sendikal fraksiyonculuğa’ devamı mı savunuyor?
Gelgelelim Adana’da olup bitenlere. Grevin örgütlendirilmesinde (diğer birçok eylemde olduğu gibi) solun dahil olmasını engelleyen bir tutum sergilenmiştir. Hatta kendimizi ifade eden flama ve pankartlarla katılımımız engellenmek istenmiştir. Bunda, Kamu-Sen’in, “solcular gelirse ülkü ocakları da pankartları ile gelir” tehdidinin ne kadar etkili olduğunu merak ediyoruz. Ayrıca Kamu-Sen adına konuşma yapan şahsın KESK’e misafir-destekçi sendika muamelesi yapmasından rahatsız olup olmadıklarını da merak ediyoruz. Ve en sonunda Kamu-Sen’li konuşmacının belinde silahla göstere göstere konuşma yapması yazarı rahatsız etmiş midir, etmişse onları eleştirip eleştirmediğini ve de o zatın silahı kime karşı taşımış olabileceğini de merak ediyoruz. Son bir merakımız ise Kamu-Sen’in tek başına eylem yaptığı kimi illerde grevi şovenist bir gösteriye çevirmelerini nasıl değerlendirdikleridir.
Evet, 25 Kasım grevini değerlendirmek ve emek hareketi açısından sonuçlar çıkartmak çok önemlidir. Çünkü KESK’in son 10 yıldaki en etkili eylemi gerçekleşmiştir. Bu süreci çarpıtarak yansıtmak hiç de doğru bir tutum değildir. Adana’da yaşananların bilinmesi önemliyse bunların da bilinmesinde fayda var diye düşündük.
(*) Mahir Mansuroğlu
Halkevleri 10. Bölge Temsilcisi
2 Aralık 2009 tarihli Evrensel Gazetesi’nde yer alan EMEP GYK Üyesi Halil İmrek imzalı yazı için tıklayınız