AKP’nin belediyeciliğinin emekçilerin yaşamını kolaylaştıracak kamu hizmetlerine yönelik değil, parası olana hizmet odaklı olduğunu, yandaş müteahhit ve tedarikçilere para kazandırma amaçlı olduğunu yazmak belki de gereksiz. Trafiğin akışını kolaylaştırmaya yönelik her yere beton köprüler yapıyorlar. Bir de bankalardan tonla borç alıp otobüs alıyorlar. Raylı sistemlerde daha önce başlatılan projelerin ötesinde pek az şey yapabildikleri biliniyor. […]
AKP’nin belediyeciliğinin emekçilerin yaşamını kolaylaştıracak kamu hizmetlerine yönelik değil, parası olana hizmet odaklı olduğunu, yandaş müteahhit ve tedarikçilere para kazandırma amaçlı olduğunu yazmak belki de gereksiz. Trafiğin akışını kolaylaştırmaya yönelik her yere beton köprüler yapıyorlar. Bir de bankalardan tonla borç alıp otobüs alıyorlar. Raylı sistemlerde daha önce başlatılan projelerin ötesinde pek az şey yapabildikleri biliniyor. En kötüsü de belediyecilik hizmetlerinin fahiş fiyatı, her geçen gün kentlerde yaşamı biraz daha güçleştiriyor.
Metrobüs olayı bu çerçevenin biraz ötesine geçiyor. Bir köşe yazısında bu konuda en fazla biraz önerme yazılabilir. Metrobüs, aslında basitçe, belediye otobüsleri için tahsisli yol. Boğaziçi köprüsü ve çevreyollarından geçiyor. Bu nedenle şehrin en önemli transit karayolu üzerinde. Duraklar ortada olduğu için otobüsler soldan gidiyor. Bir de şerit ayrılamayacak kadar dar olan yerlerde emniyet şeritleri işgal edilmiş veya ek şeritler inşa edilmiş, bu kadar. Araçların kapasiteleri, bildiğimiz normal belediye otobüslerinin iki katı. Klimalı ve otomotik vitesli, temiz motorlu tabir edilen araçlar. Kullanmayı bilen olursa tabi.
Konu tahsisli yol olunca, bu düzene bu bile fazla gelir diye düşünmüştüm. Neden diye soracak olursanız, içinde birer kişi ile boğazın karşı yakasına geçmeye çalışan lüks arabalar trafikte takılmışken, yanlarından sardalye konservesine benzese de saatte 80-100 kilometre hızla otobüs geçmesi patronların kanına dokunabilirdi! Yarın bir gün halkçı bir iktidar gelip tüm anayolların birer şeridini toplu taşıma için kapatmak isteyebilirdi…
Gerçekten de rahatsız etmiş olmalı ki, “pahalı otobüslerle tahsisli yollardan hızla işine giden ve günde bir-birbuçuk saat zaman kazanan bedelini öder” dediler. Otobüsler pahalıydı, ek şeritler, köprüler masraf çıkarmıştı. Fabrikasına işçinin daha kolay taşınması, patronu ne ilgilendirirdi, kullanan ödesindi.
Yerel seçim sırasında hizmete giren metrobüslerde önce aktarmanın kaldırılmasıyla daha baştan yapılan yüzde 17’lik zam, sonra yaklaşık altı ay sonra da doğrudan yüzde 33’lük ikinci bir zam yapıldı ki bu, tek yöne aktarma çalıştığında iki vesaitte işine ulaşan bir emekçinin ulaşım masrafının yüzde 20 artması demek. Yani güzergahında biri metrobüs olmak üzere iki vasıta kullanan her İstanbullu, bir yılı dolmadan yüzde 40’a yakın zamla karşı karşıya. Zaten yüzde 15 de genel zam yapılmıştı. Bu ciddi bir saldırıdır. Emekçinin boğazına basıldı.
Bu zihniyetin 20-30 lira vereni özel tünelle Göztepe’den Bakırköy’e transit geçirtme peşinde olduğunu biliyoruz. Ana fikir, parayı veren düdüğü çalar. Eğitim, sağlık ve toplu taşımada piyasacılık, toplumun tümüne meydan okur hale gelmiş bulunuyor.
Trafik tamamen kilitlendiğinde metrobüs yollarını kullanan ve üç katı tarifeyle çalışan özel taksiler de yapsınlar, fikir benden, uygulaması kente hizmet etmeleri gerekirken kendilerini ve patronları zengin eden tacirlerden.
Peki nasıl cesaret edebiliyorlar? Emekçinin bu saldırıya ve baskıya gösterdiği rıza eşiğini yükselten bazı faktörler var. Ben beş tane birden sıralayıvereceğim, uzun uzun deşilmeli aslında bunlar.
Bir eksende işsizlikle korkutma var. Bu aralar belki en ciddi korku. Bir diğerinde iş saatlerinin artırılması sonucu işçinin artık sosyal özelliklerinin kaybettirilmesi devreye giriyor. Üçüncü eksende ise işyeri koşullarının işçilerin birbirleriyle ilişkilerini köreltecek şekilde geriletilmesi yer alıyor. Burada çalışanların birbirleriyle rekabet ve uyumsuzluklarının artırılmasının verimlilik hesaplarına dahil edildiği rezillikler devreye giriyor. Bir dördüncü eksen üç kuruşluk mal mülk için borçlandırma, borcun yarattığı sadakati sonuna kadar sömürme. Bir de beşinci eksen var: Bu da sosyal açıdan körelen, dayanışma ve umut duygusundan yoksun işçinin evine kötü koşullarda uzun sürede ulaşması, evde kalan kıt zamanını da mecburen uyuyakalana kadar aptal kutusunun başında geçirmesi.
Bu son noktada evde yemek ve uyku haricinde geçirdiği toplam bir ilâ üç saatin futbol, yarışma, magazin ve dizilere vakfedilmesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bir işçinin işyeri dışında, bırakın örgütlenmeyi, toplumsal davranışında bir minimal direnç sergilemeyi beklemek giderek daha uzak bir ihtimal haline geliyor.
Bulunabilen her çatlaktan pompalanan ve yolculara, “e bu hizmetin bedeli külüstür otobüse alınan biletten biraz pahalı olmalı tabi” dedirten kahrolası hakim ideoloji, işte bu eksenlerde arsızca çalışan bu saldırı sayesinde hakim hâle geliyor.
Yukarıda serimini yapmaya çalıştığım, çoğu işyeri hayatında düğümlenen saldırıya işyeri dışından, yanıt vermenin ne derecede güç olduğu anlaşılıyor. Peki işyerlerinde örgütlenmek, solun ihmal ettiği, yeterince önem vermediği bir husus mu? Bu yaklaşıma kesinlikle katılmıyorum. Ama Halit Narin 1980’de demişti ya, patronlar hâlâ gülüyorlar. Şiddet dozu abartılmış bir saldırının her boyutta sürmesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Ben sendikayım diyenin, insanca evden işe gelemiyoruz, diye işçileri sokağa dökmesi gerekmez mi? Tamamen biçilmiş durumdalar.
Düzenin egemen aygıtlarının güçlerini yoğunlaştırdığı nokta işyeri. Ne kadar önem verseniz, örgütlenmek, patrona meydan okumak hiç kolay değil. Yavaş yavaş ideolojik meşruiyet sağlanacak, güç toplanılacak, cesaret toplanılacak ve başkaldırılacak. İbretlik örnekler, kulaktan kulağa yayılacak.
Ve 70’lerde olduğu gibi bir gün işyerlerinde emekçiler, sırf akılları ‘çocukları daha iyi bir hayat nasıl yaşar’a akılları ermeye başladığı için değil, komşu fabrikalarda direnenler daha insanca yaşamaya başlayıverdiği için direnişe geçecekler. Halit Aga susacak, işçiler yine gülmeye başlayacak.
Kuşatmayı işyerine odaklamak, sokağın sessizliğini de güvence altına alıyor.