Dünün “sessiz” hareket eden bürokratları bugün adına “açılım” denilen sürecin getirdiği sancı ve bulanıklık içinde tüm ruh hallerini ortaya seriyorlar. Sıradan faşizmin günlük dili zemin bulduğunda bürokraside kendini ifade etmekte sakınca görmüyor. Toplumun bu dile karşı yaklaşımı küçük çapta tepkiler ya da hareketsiz televizyon izleyicisi konumunda bir davranıştır. Yani insandışılaşma ya da eylemsiz kalma diyebileceğimiz […]
Dünün “sessiz” hareket eden bürokratları bugün adına “açılım” denilen sürecin getirdiği sancı ve bulanıklık içinde tüm ruh hallerini ortaya seriyorlar. Sıradan faşizmin günlük dili zemin bulduğunda bürokraside kendini ifade etmekte sakınca görmüyor. Toplumun bu dile karşı yaklaşımı küçük çapta tepkiler ya da hareketsiz televizyon izleyicisi konumunda bir davranıştır. Yani insandışılaşma ya da eylemsiz kalma diyebileceğimiz hal. Az ya da çok devletin ideolojik kastlarına dokunulduğunda bürokrasinin şiddet dili kendiliğinden ortaya çıkar. Sivil toplum denilen örgütlenmelerin buna yaklaşımı ise “Kınama” denilen çerçevedir. Bir nevi modern çağın tercih edilen, gelişen tepki biçimidir. “Azınlık” denilen ya da “öteki” denilen kesimlerin tüm davranışlarını Faşizm suç kategorisine alabilir bunları kiriminalize edebilir. Onlarla bir barış ya da uzlaşma söz konusu olamaz. 1938’de Almanların Yahudi merkezlerine saldırması bir Yahudi gencinin Paris’te Alman konsolosluğuna saldırmasından mı kaynaklıydı, yoksa adım adım üretilen Yahudi karşıtı dilin istenilen ve varılan sonucu muydu? Goebbels konsolosluğa yapılan bu saldırının suç olduğunu bas bas haykırıyordu. Buna karşı Alman halkının tepkisinin haklılığını en üst perdeden tüm dünyaya karşı savunuyordu. Yahudileri sorun olarak gören Alman faşizmi, sorunu askeri ve şiddet boyutuyla kendince çözüyordu. 1938 Dersim’de yaşanan soykırımın nedeni bir köprünün havaya ucurulması mıydı ya da ‘ağalık’ sistemi miydi, yoksa bölge halkına karşı üretilen faşizan politikaların bir sonucu muydu. Ötekisini suçlu görmek toplumun esasi olduğunu düşünen kesimin hastalığıdır. Bugün Avrupa’da toplumun esas unsuru suç işlediğinde medyanın, üst yapının, sokaktaki “esas” unsurun ona karşı kullandığı dil ile göçmen suç işlediğinde ona karşı kullandığı dil arasında büyük farklılık söz konusudur. Faşizmin bürokratik dili yukarıdan aşağıya toplumun “esas” unsuru üzerinde kabul görür ve yükselir.
Öymen’in konuşması aslında kendini en çok oraya ait hisseden kesimin üzerinde hayal kırıklığı etkisi yarattı. Bu hayal kırıklığından mı yoksa yılların biriken öfkesi midir?Ancak bu sefer tepkiler sıradan kınama ve televizyon izleyicisinin ötesine vardı ve sanırım varacak. Yoksa Öymen’in konuşması devletin resmi dilidir. Ve bu resmi dil solun bir kısmında kabul gördüğünden kısaca değinip, asıl hayal kırıklığı yaşayanlara değinmek gerekiyor. Örneğin yorumlardan anladığımız kadarıyla Kominternci sol bu konuşmayı olağan karşılamış durumda. Onlara göre modern burjuvazinin ilerleyişinde yamalı köylüleri ortadan kaldırmalıydı Kemalizm. Bu “Marksist” yorumla faşizmin olağanlaştırılmasıdır. Ekonomist bir anlayıştan yükselen ilerlemecilik teorisidir. “Kemalistler bir “burjuva devrimi” yapmıştı ve ilerlemek için yeni üretim ilişkilerinin önünde engel oluşturan derebeyliğin kaldırılması gerekiyordu” demekteler. Tarihi ilericilik ve gericilik ikilemine sokan bu anlayış mekanik bir ilericilik teorisine sahip. Bu teori ışığında devletin resmi ideolojisiyle sakat bir ittifak aranmaktadır. Bu çoğu zaman AKP karşıtlığıyla yansımakta. Alevi mitinginde de Kominternci sol tarafından Alevi kesim Cumhuriyetin “ilericilik” değerlerine sahip çıkmaya çağrılırken, Alevilerin rejimle ve onun resmi siyasal tarihiyle olan bağlarını kurmaya çalışmaktalar. Buraya söylenecek söz, hale dönemin Komintern ve TKP yaklaşımı savunulduğu için çarpık bir ulusalcılık çerçevesinde kaldıkları gerçeğidir. Ayrıca haber sitelerindeki, nasyonal sosyalistlere taş çıkaracak yorumları engellemeliler. Yoksa egemen ulus anlayışıyla diğer ulus ve milletlere karşı suç islediklerini söylemek zorundayım. Çünkü Faşizm bir düşünce değildir bir suçtur. Bunlar okuyucu yorumlarıdır deyip geçilemiyecek kadar hassas konulardır.
Aslında şoku yaşayan dediğim gibi CHP ile tarihsel anlamda yakınlaştırılmış artık bunu kanıksamış kesimdir. Bunlardan biri Alevi kesimi diğeri ise Dersimliler. Aleviler yıllardır devletin resmi ideolojisinin önemli bir kesitini oluşturmakta. Alevilerin CHP de sembolleşen karakteristik tarihi buna en açık örnektir. Aleviler kendi adına hiçbir şey yapmayan sadece onlara oy potansiyeli olarak bakan ve bu yüzden kendi içinde yer mekan veren bu siyasal hareketten kopamayışı kendi öz hareketliliğini çok geç oluşturması, devletin resmi ideolojisiyle yaşadığı içselleşmeden kaynaklıdır. Gerçi 1990 sonrası ve özellikle Sivas Katliamıyla birlikte, öncesi SHP ve sonrası CHP ile ipler yavaş yavaş koparılmıştı. Ancak bu koparış güncel olayların tepkisi olarak yansıyınca, bir kesinlik ve tarihi sorunsallaştırma yaşanmadı. Aleviler, Kemalist laik anlayışı kendini korumanın önemli alanı görmekte ve Kemalistler de laik söylemleriyle Alevilerin yüreğine su serpmekteler. Gerek rejim içinde yaşanan çatışmalarda, Alevi kesime girişilen katliamlarda ve gerekse de cumhuriyet mitinglerinde atılan “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı bu kesimleri buluşturan tarihi anlayıştır. Cumhuriyet rejiminin gericiliğin tehlikesi altında olduğu söylemli politikası Alevi kesimi CHP ve geleneğiyle maniple etmiştir. Bu tarihsel derin bir kaynaşma yaratmakta. Bu şokun etkilerini ve kaynaşmanın izlerini çeşitli kesimlerin yaptığı açıklamalarda CHP içinden Öymen gibi bir anlayışın kendilerini rahatsız ettiğini ifade eden söylemlerinde görebiliriz. Öymen bu açıklamayı yapmasa yahut Öymen hiç olmasa gül gibi geçinilip gidilecek. “Ödün vermenin dikkate değer başka bir yanı da başlangıçta acılı gelmesine karşın sonradan, utançtan gurura doğru kayma eğilimidir. Ödün veren kişiler suç ortağı haline gelir ve suçun ortaklığının yarattığı kavramsal uyumsuzluğu uygun bir şekilde gidermeye çalışır” demekte Zygmunt Bauman Modernite ve Holocaust adlı eserinde. Kemalizmin tüm kesimleri sindirerek yürüttüğü modernist yapılanma, sindirilen “ötekilerde” Kemali ve inkılaplarını ilericilik ve modernizm adına sahiplenme düşüncesi yaratabilmektedir. Bu utanç ve gururu bir arada taşımakta. Maruz kaldığı tarihi olaylardaki tavrıyla bugünkü tavır arasındaki çelişkili halden utanma, modernist batının çarpık bir taklidine dayanan laik anlayışlı Kemalizmi sahiplenmede gurur ve kendi içinde paradoksal bir kişilik yaratmıştır.
Utanç ve gurur halini Dersimliler şahsında daha da açabiliriz. Aslında Öymen’in açıklamalarında hayal kırıklığına uğramış dediğim ikinci kesim. “Solun” kalesi olarak algılanan Dersim içinde birkaç istisnayı saymasak bu algıda bir haklılık var. Burada “Sol” diye belirtilen ise CHP ve 1980 sonrası CHP’nin siyasal varlığını devam ettiren siyasal hareketlerdir. Her seçimde büyük oylarla çıkan CHP geleneği, bu gücü yerli uzantılarından almaktaydı ve alıyor. Benim çocukluğuma dahi yansıyan ve evlerde coşkuyla karşılanan seçim zaferleri aklımdadır. Örneğin o dönem yer yer gururla ifade edilen “sağ hiç Dersim’de seçim kazanmamıştır ” söylemi kendi içinde yanılgı taşısa da utançtan gurura varılmış bir durumu ifade eder. Çünkü Dersim’de Kürt siyasal hareketin yoğunlaşmasına kadar kazanan devletin temel ideolojik uzantısı olmuştur. Bunu radikal solun etkisiyle sandık başına gitmeyenlere haksızlık yapmadan söyleyebiliriz. Bu yoğun birliktelikte bugün yasanan şokun kendisi daha iyi anlaşılır. “CHP doğuda ya da Dersimde bitmiştir”, diyen kınama açıklamaları, kavramların içinde bu birlikteliğin bittiğini açıklamakta ve tarihsel dostluğun bittiğini söylemekte. Öymen’in bu çıkışı olmasa gül gibi geçinilip gidilecek desem, belki ben tepki çekerim. Dersimliler açıklama
larında olayı şahsileştirmekte sorunu Öymen’in açıklamaları olarak okumaktalar. Oysa CHP bir devlet geleneğidir, önemli olan CHP’nin sorun olarak düşünülmesidir. 1938’de yaşananlara takılıp kalmış olan Dersim kimliğini benimsemiş kişiler tarihsel misyonunu unutmakta. Katiliyle yaşanan sevgi, utanç ve gurur içinde devam etti onlarca yıl. Yoksa olayları şahsileştirerek Dersimlilerin yarattığı muhalefet ve tepkiler karşı hareketi temizlemek izlenimi veriyor. 1. Dersimli ve Alevi kimliğin CHP’den istifa çağrısı için Türk elit milli kimliğinin bu kadar fütursuzca kendini ifade etmesi mi gerekiyordu, 2. CHP Kemalizmin siyasal-ideolojik yapılanmasıdır, bu yapılanma içinde yer alan bireyleri hangi düşünceyle kendi yerel etkinliklerine çağırıyorsun (Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bonn’da gerçekleştirilen etkinliğe çağrılması gibi). Dersimliler kendi tarihlerine bir kez daha göz atmalılar. Tarih salt 1938 değildir. 1938 bir askeri ve imha hareketidir yani bizim dilimizde bir soykırım, oysa 1938 sonrası da devletin resmi görüsünün tüm araçlarla sunulması başlamıştır. Buda kültürel, dinsel, dilsel ve ahlaki imha operasyonuydu. CHP’yi ve CHP milletvekillerinin rahatlaması için istifa isteyen (ki bu istem muğlaktır, gereği yapılmalı denmekte) Kemal Kılıçdaroğlu’nun tavrı devletin resmi partisinin ‘Onuru’nu, Aleviler ve Dersimliler karşısında koruma tavrından başka bir şey değildir. Yoksa bu tepkiler olmasa kendisinin onurlu arkadaşlarıyla bir sorunu olmayacak, benimsenilmiş olan katilini sevmektir.