Ajanslar yazıyor: “İhsan Fetahiyan: Cezaevindeydi, PJAK’lıydı, hakkında idam kararı verilmişti, açlık grevindeydi, 11 Kasım günü İran’daki Sine Cezaevi’nde asılarak idam edildi.” ve ajanslar yazmaya devam ediyor: “58 ülkede idam cezası uygulanmaya devam ediyor. Dünya Af Örgütü raporlarına göre; geçen yıl dünyada 2 bin 390 kişinin idam edildi, idam cezası alanların sayısı ise 8 bin 864 […]
Ajanslar yazıyor:
“İhsan Fetahiyan: Cezaevindeydi, PJAK’lıydı, hakkında idam kararı verilmişti, açlık grevindeydi, 11 Kasım günü İran’daki Sine Cezaevi’nde asılarak idam edildi.”
ve
ajanslar yazmaya devam ediyor:
“58 ülkede idam cezası uygulanmaya devam ediyor. Dünya Af Örgütü raporlarına göre; geçen yıl dünyada 2 bin 390 kişinin idam edildi, idam cezası alanların sayısı ise 8 bin 864 olarak kayda geçti. 2009 yılının başından bu yana ise en az 266 kişi İran rejimi tarafından idam edildi. İdam edilenlerin gerçek sayısının daha yüksek olduğu tahmin ediliyor.”
İran’da idam kararı öncesi bir sürü hukuksuzluk da yaşanıyor. İran, cezaevlerinde tuttuğu mahkûmlara savunma hakkı tanımıyor mesela. Mahkemeler olabildiğince kısa sürdüğü gibi, sanıkların mahkemelere avukatsız katıldığı, suçlamalarla ilgili soruşturmaların yapılmadığı haberlere konu oluyor. 11 Kasım günü idam edilen İhsan Fetahiyan’ın idam kararı da böyle alındı muhtemelen. Suçluysa, hatta teröristte asılmalıydı. Ki şöyle deniliyordu: “Ülke güvenliğine karşı silahlı mücadelede bulunmaktan idama mahkûm edilen teröristin, ifadesinde örgüte üye olduğunu itiraf ettiği belirtilmişti.”
Cezaevleri ve hukuksuzluklar…
Buna ek olarak İran’da yaşanan hukuksuzlukları cezaevi savcıları da zaten tarif etmiş durumda. Kararın hukuki değil, politik bir karar olduğunu söylemişler. Acaba bizler de ‘politik işkenceleri’ meşru mu görüyoruz? Dizilerde Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar gösterilmeye başlandı. Hepimizin nasıl da içi burkuluyor. Bazılarımız hayret ediyor, bazılarımız da ‘evet, yaşananlar bunlardı’ diyor. Peki, İran’da yaşananların Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlardan hatta hâlâ hasta tutsakların cezaevlerinde tutulması gerçeğinden ne farkı var?
Kaldı ki, İran’da idam edilenler sadece politik mahkûmlar değil, çocuklar, eşcinseller, kadınlar…
İnsan, haklarıyla insandır
2007 yılında Tolga Korkut Bianet’e yazdığı yazıda Türkiye’deki iki işkence algısına yönelik bir araştırmanın aktarmasını yapmıştı. İşkencenin, ‘ceza almakla’ bir tutulduğu algısının işkenceyi meşrulaştırıyor olması gerçeği karşımızda. İran’da yaşananlara ses çıkarmıyor oluşumuzda bu algının bir etkisi yok mu sizce?
Yine Korkut’un yazısından alıntılıyorum: “İnsan hakları kavramıyla karşılaşan birinin ilk öğrendiği şey “yaşam hakkı” dır. Hiçbir koşulda ihlal edilemez. Devletlerin bırakın yaşam hakkını ihlal etmeye hakkının olmamasını, yaşam hakkını koruma yükümlülüğü vardır. Üstelik bu kişiye göre de değişmez. Yani kimsenin yaşam hakkını ihlal edemezsiniz, herkesin yaşam hakkını korumak zorundasınızdır.”
İdamlar devam edecek
Fetahiyan’ın idamı üzerinden sekiz gün geçti. Yanı başımızda süre giden hak ihlallerine memleketimin ne kamuoyu, ne de onun önünü açacak demokratik kamuoyu ses çıkarıyor. Neden? İşçilerin haklarının gaspından, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünden, cezaevlerindeki hasta tutsaklardan, ya da hepimizin günlük yaşamında çektiği sıkıntılarından daha mı önemsiz bu yaşananlar? Bu sessizliği anlamıyor, anlamak da istemiyorum…
PJAK davasından Sine Cezaevi’nde tutuklu bulunan Hebibulla Letifi ve Şerko Maarfi’nde her an asılabilir olmasının bizce hiçbir anlamı yok mu? Ya da 10 Kürt’ün daha İran cezaevlerinde idamı bekliyor oluşunun?
Şimdi, vicdanına ve aklına sahip çıkan herkesin yaşam hakkını haykırması gerekmiyor mu? İran Başkonsolosluğu Cağaloğlu’nda, elimizin altında fakslar mailler var. İran devlet kurumlarının numara ve adresleri rahatlıkla bulunabilir….
Sessizliğimiz, işkence gören her insanın ‘Neden?’ sorulu gözlerle bizi takip etmesine neden olmayacak mı?