Sözcüklerin kökenbilimsel anlamını didikleyecek değilim. Ancak onların yaşamımızdaki önemi üzerinde durmak istiyorum. Pek çok kavramı, algıyı, yaşantıyı bir tek sözcüğe sığdırabilirsiniz. Sözcükler bazen yaşanılan döneme özgü anlam kaymalarına uğrar, sözlük anlamlarının dışına taşarlar ya da uzaklaşırlar. Yukarıdaki sözcüklerde bana sözlük anlamlarından çok toplumsal yaşamda sınıfsal konumlanışı çağrıştırıyor. Derin sosyolojik, siyasal tahliller yapmayı konunun uzmanlarına bırakmalı… […]
Sözcüklerin kökenbilimsel anlamını didikleyecek değilim. Ancak onların yaşamımızdaki önemi üzerinde durmak istiyorum. Pek çok kavramı, algıyı, yaşantıyı bir tek sözcüğe sığdırabilirsiniz. Sözcükler bazen yaşanılan döneme özgü anlam kaymalarına uğrar, sözlük anlamlarının dışına taşarlar ya da uzaklaşırlar. Yukarıdaki sözcüklerde bana sözlük anlamlarından çok toplumsal yaşamda sınıfsal konumlanışı çağrıştırıyor. Derin sosyolojik, siyasal tahliller yapmayı konunun uzmanlarına bırakmalı…
Zade artık gerçek anlamının yanı sıra toplumsal bir kategoriyi de ifade ediyor. Avantacılığı, kayırmacılığı, talanı çağrıştırıyor. Eskiden ” beyzade” denilince en azından oturmasını kalkmasını bilen (seçkin) kişiler akla gelirdi. Şimdikileri pek pervasız, kaba ve de acımasız. Tüm insani değerlerini yitirmişler.(Önceleri de pek olduğu söylenemez.) Onlar için varsa yoksa para, debdebe… Birkaç on bin dolarlık saatler takarlar. Ayakkabıları çoğunlukla italyan’dır. Gardıroplarını ünlü markalardan yenilerler. İzole şekilde yaşarlar; ama toplum önüne çıktıklarında onlardan has halk adamı bulamazsınız. Hamaset dolu nutuk atmayı pek severler. İri iri laflar ederler. Aynı zamanda çokta dini bütündürler. Hâşâ harama el uzatmazlar (Haramzade değillerdir!). Zaman zaman onları en alttakilerin yanında görürsünüz. Onlarla birlikte sofraya oturur, bir tas çorbalarını paylaşır, öğüt vermekten geri kalmazlar. Uysalları sever, sırtını sıvazlarlar. Ama onları kızdırmaya gelmez, çok fevridirler. Haşarılık edenleri azarlar, kökü dışarıda ajan olmakla suçlarlar. Yaramazları copla, biber gazıyla terbiye ederler, dahası hapse attırırlar.
Kendileri öğütlediklerinin tam tersini yaparlar. Çocuklarını pahalı özel okullarda okuturlar. Çokçası yurt dışına gönderirler. Halkın çocuklarının okuması onlarca lükstür. Parası olmayan okumasın daha iyidir. Onlara karın tokluğuna çalışacak köleler lazımdır. Demokratlığı kimselere bırakmazlar ama haktan hukuktan söz edenlerden hiç hoşlanmazlar. Kendilerini memleketin sahibi addeder, babalar gibi satarlar. Asıl görevleri pazarlamaktır. Küresel dünyaya (emperyalizmin yumuşak telaffuz edilmişi) entegre olmak onlarca çok önemlidir. İçeriden yükselen seslere kulaklarını tıkasalar da Atlantik ötesinden gelen direktiflere karşı kulakları her daim kiriştedir. Sayıları belki birkaç yüz bini bile bulmaz. Ama ülkenin tapusunun kendilerinin olduğunu iddia ederler. Bazen bu konuda kendi aralarında da anlaşmazlığa düşebilirler. Sık sık kayıkçı kavgaları ederler. Ama emekçiler, ezilenler, yoksullar karşısında hep yekvücut olurlar.
Açılım yapmaya, dönüşüm’e meraklıdırlar. Canları sıkıldıkça, işlerine geldiğince açılım yaparlar..! Zadelerin dışında zedelerin de sağlıklı yaşamaya, barınmaya, eğitim görmeye hakları olduğu akıllarının köşesinden geçmez… Her zaman yaptıklarının bedelini ödemeye hazır olduklarının sözünü verir; sonuçta bedeli hep zedeler öderler.
Doğal olmayı hiç beceremezler. Ne denli pahalı elbiseler giyseler de üzerlerinde eğreti durur. Hele doğayı hiç sevmezler. O yüzden ülkemin tüm yeraltı yer üstü kaynaklarını uluslararası soygunculara peşkeş çekmekten çekinmezler. Ekolojik dengenin tahrip olması, yaşam alanlarının yok olması onların hiç de umurlarında değildir. Onlar için estetik olan gri beton bloklardır. Kentsel dönüşüm onlar için yeni rant kapısıdır, alışveriş merkezleridir. Onlara göre barınma hakkını savunanlar işgalcidirler.(Ayak takımlarının şehirde ne işi var !) Onları varoşlardan da öteye sürmeli… diye düşünürler.
Zedeler milyonlarla sayılır. Onlar depremzededir, selzedir, krizzededir. Emeği sömürülen, işsiz kalanlardır. Çiftçiler, memurlar, harcını yatıramayan öğrencidir. Onlar havan topuyla parçalanan Ceylan kızdır. Mahpustakilerdir, hücresinde Güler Zere’dir. Tuzla tersanelerinde iş cinayetlerinden ölenlerdir. Kısacası onlar neoliberalizmin kurbanları, yeryüzünün lanetlileridirler. Onların başına gelen her türden felaket, zulüm takdir-i ilahi olarak adlandırılır, kadere bağlanılır.
Tabii zadelerin de korkuları var. En büyük korkuları ayakların baş olmasıdır. Zedeler arasında farkındalığın artması, onların uyanması. O nedenle dini söylemlerle uyuşturur, öteki dünyada cennet vaatleriyle aldatırlar. Bu dünyada acı çekenler, katlananlar diğer tarafta ödüllendirilecektir. Öyle vaaz edilir.
Onlar zedelere karşı çok muhkem cephe kurmuşlardır. Kurumları, bankaları, medyaları, silahlı güçleri hep bu cepheyi takviye ederler. Artık zedelerin de kendi cephelerini oluşturmak zamanıdır. Edilgen olmaktan çıkmalı, toplumsal yaşamda aktif olarak yerlerini almalıdırlar. Başka bir dünyanın var olabileceğini görmelidirler.
25 Ekim’de zedeler olarak Ankara’da bir araya geldik. Ülkenin dört bir tarafından başkentin sokaklarına aktık. Eğitim, sağlık barınma, güvenceli gelecek, ulaşım, temiz su, güvenli beslenme hakkımızı haykırdık. Zadelerin sultasını yıkmak için iman tazeledik. Ve söz verdik birbirimize; insanca bir yaşamın tek koşulu olan halkın hakları mücadelesi ile memleketin zadelerini tarih sahnesinden silip atacağız.