“Bu krizi biz yaratmadık, faturasını biz ödemeyeceğiz.” Her kriz zamanında yüksek perdeden attığımız sloganımızdır bu. Lakin sloganlarımız gibi akıp gitmiyor maalesef ki yaşam. Hayat, sloganlarımız gibi olsaydı eğer; şu anda hepimizin işi, ekmeği ve özgürlüğü olurdu. Hatta daha ileri gider; söz, yetki, karar ve de iktidar halkın olurdu. Ya da biz üretenler yöneten olurduk. Oysa […]
“Bu krizi biz yaratmadık, faturasını biz ödemeyeceğiz.” Her kriz zamanında yüksek perdeden attığımız sloganımızdır bu. Lakin sloganlarımız gibi akıp gitmiyor maalesef ki yaşam. Hayat, sloganlarımız gibi olsaydı eğer; şu anda hepimizin işi, ekmeği ve özgürlüğü olurdu. Hatta daha ileri gider; söz, yetki, karar ve de iktidar halkın olurdu. Ya da biz üretenler yöneten olurduk. Oysa ne adam gibi bir işimiz oldu ne de doyabildiğimiz ekmeğimiz. Özgürlüğü ise saymaya bile hacet görmüyorum. Ne sözümüzü duyurabildik, ne yetkimiz oldu ne de karar alma süreçlerine katıldık. Hep biz ürettik ama kendi ürettiklerimizi bile ancak paramız yettiği kadar tüketebildik. Yani demem o ki; sloganlarımız doğru olsa da bunları vücuda kavuşturacak adımları ne kendi içimizde atabildik ne de kendi dışımızda attırabilecek bir güç haline gelebildik.
Küresel bir krizin yaşandığı şu zamanda her ne kadar “Bu krizi biz yaratmadık, faturasını biz ödemeyeceğiz.” desek de çoktan faturası bize kesildi bile. Ve farkında olsak da olmasak da bedelini ödüyoruz hem de faturasını bile almadan.
Düşünün hele, on yıllarca çalışır elde ettiğimiz kazancın küçümsenmeyecek bir bölümünü “sigorta primi” olarak öderiz sosyal bildiğimiz devlete. Sağlığımızı, geleceğimizi, yaşlılığımızı güvence altına aldığımızı düşünürüz böylelikle. Fakat ödediğimiz primleri ve bizleri yönetenlerin yanlış politikaları sonunda bütçe açık verince yeni kaynak yaratmak yerine biz geliriz hemen akıllarına. Katkı payı diye bir isim uydurulur tahsil etmeye başlarlar bizden. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinde okuyanlar bilirler. Yazılı olmayan vergi toplama ilkelerinden birisi der ki: kümesteki kazı bağırtmadan yolacaksın. Kümesteki kaz olarak görülenler de namusuyla çalışıp, kayıt altında olup vergi verenler olmaktadır. İşte onlar da bizi bağırtmayacak küçük oranlar belirler “yolmaya” başlarlar. Bu yolma esnasında büyük bir acı hissetmediğimizden bağırmaz, dayanırız. Sonra anatomimiz daha büyük acıya alışır. Anatomimiz acıya alıştıkça onlar oranları artırır, farkında olmadan biz, tahsil ederler kendi yarattıkları krizin faturalarını. Bugün de yaşanan aynen bu.
Yolu hastanelere düşenler bir sürprizle karşılaşıyor şimdilerde. Maliye Bakanlığı yayımladığı bir genelgeyle muayene katkı ücretini bilmem kaç kat arttırdı. Hani daha önce sağlık Ocaklarında 2TL, hastanelerde 3 TL, özelde ise 10 TL olarak ödediğimiz katkı payı var ya. Hani daha önce az görüp de sesimizi çıkarmadığımız o meblağ. Bir gece yarısı derin bir uykudayken biz arttırıldı. Sağlık Ocaklarında 3 TL’ye, hastanelerde 8 TL’ye, özelde ise 15 TL’ye çıkarıldı. Yani sadece aspirin yazdırmak için bile olsa doktora gittiğimizde bu meblağı ödemek durumunda bırakılıyoruz. Hem de bunu sadece, eski tabirle, Bağ – Kur’lular, SSK’lılar değil, her hangi bir geliri olmadığından dolayı devlete sığınan Yeşil Kart’lılar da ödüyor ve ödeyecek. Tabii ödeyebilirlerse… Yetmiyor, 2010’dan itibaren de ilaç katılım payları emeklilerde %10’dan %20’ye; çalışanlardan ise %20’den % 40’a çıkarılıyor. Yine yetmiyor, geçenlerde, Sosyal Güvenliğimizi korumak için güya kurulan şu meşhur SGK var ya; öyle bir uygulamayı başlattı ki resmen “Seni mezarda emekli etmem bana yetmiyor, mezara gidiş yolunu da kısaltacağım” diyor. Eski uygulamaya son verip “Eş değer ilaç” uygulamasına geçti. Bu uygulamaya göre doktor hangi ilacı yazarsa yazsın SGK’nın ödeyeceği o kalemdeki en ucuz olanıdır. Yok, siz ille de doktorun yazdığında ısrar ederseniz farkını ödemek zorunda kalırsınız o zaman. Uzmanlar haykırıyor oysa: Bu bilimsellikten uzaktır. Eş değer olarak kabul edilen ilaçlar gerçek anlamda eş değer değildir. “Bazılarının öyle yan etkileri var ki ölüm bile getirebilir”, diye uyarıyorlar.
Ama sağlık kimin umurunda ki! Aslolan bütçedeki deliğin kapanmasıdır. İşte bu nedenden dolayı ne Sağlık Bakanlığı duyuyor bu feryadı, ne Maliye Bakanlığı ne de Sosyal Güvenlik Kurumu. Çünkü bağırıp, haykıranlar işin asli mağdurları değil, Türk Tabipler Birliği ile Eczacılar Birliği. Zira kümesteki kaz, yolunduğundan bile habersiz, duruyor öyle kendi halinde sessiz sessiz. Ve biz solcular ise uyanıp, uyandırıp sivil itaatsizlik eylemlerini örgütleyip, ürettiğimiz ve yerden göğe kadar haklı olduğumuz sloganımıza vücut buldurmak yerine, kendimiz çalıp kendimiz oynamayı tercih ediyoruz. Neymiş efendim; bu krizi biz yaratmadık faturasını da ödemeyecekmişiz. Geç bunları anam-babam, geç bunları. Öyle ödettiriyorlar ki; ödediğinin farkına bile varmana izin vermiyorlar senin.