Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sinan Özbek’le bir konuşma: “Siyasete ilgisiz felsefeci düşünemiyorum. Öyle olma iddiasındakileri de ciddiye almıyorum.” FELSEFEDE BİR GELENEK OLUŞTURMAK: felsefelogos dergisi ve FESATODER 1997 yılının aralık ayında Devlet ve Ahlak başlıklı dosyasıyla yayın hayatına başlayan felsefelogos dergisi o günden bugüne on iki yıl içinde otuz yedi sayı çıkarıp, Türkiye’deki […]
Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Sinan Özbek’le bir konuşma: “Siyasete ilgisiz felsefeci düşünemiyorum. Öyle olma iddiasındakileri de ciddiye almıyorum.”
FELSEFEDE BİR GELENEK OLUŞTURMAK:
felsefelogos dergisi ve FESATODER
1997 yılının aralık ayında Devlet ve Ahlak başlıklı dosyasıyla yayın hayatına başlayan felsefelogos dergisi o günden bugüne on iki yıl içinde otuz yedi sayı çıkarıp, Türkiye’deki geçmiş dergi pratiklerinin sergilemiş olduğu kısa ömürlülük görüntüsünü de aşarak, sadece felsefede değil bütün sosyal bilim alanlarında çalışan akademisyen ya da akademi-dışı düşün insanlarının güvenerek başvurduğu, ülkemizin en önemli felsefe dergisi olmayı sürdürüyor.
Yılda dört sayı olmak üzere üç ayda bir çıkan, The Philosopher’s Index tarafından listelenen ve hakemli bir dergi olan felsefelogos‘un genel yayın yönetmenliğini Prof. Dr. Sinan Özbek yaparken yayın kurulu ise Kocaeli Üniversitesi Felsefe bölümü’nün genç ve başarılı çalışanlarından Yavuz Adugit, Bora Erdağı, Aras Ergüneş, Sevinç Türkmen, Sema Ülper Fehmi Ünsalan, Taner Yelkenci, Tanzer Yakar’dan ve Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Engin Delice ile 2010 Ocak ayında okurlarıyla buluşacak olan EkonomiPolitik dergisinin editörlerinden Doğan Göçmen ve ülkenin önemli düşünürlerinden Uluğ Nutku’dan oluşuyor; ayrıca yayın kuruluna uluslararası destek veren Thomas Geisen ve Jörg Nowak da unutulmamalı. Editöryal sekreterliğini yine genç ve yetenekli bir akademisyen olan Fehmi Ünsalan’ın yaptığı derginin danışma kurulu ise Türkiyeli ve Avrupalı birçok ünlü düşünürü kapsıyor: Alex Demirovic, Frigga Haug, Domenico Losurdo, Saffet Babür, Atilla Erdemli, Onur Bilge Kula, Harun Tepe, Nilgün Toker bu isimlerden bir kaçı.
Felsefelogos dergisi FESATODER (Felsefe ve Sosyal Araştırmalar Topluluğu Derneği) yayınlarından çıkıyor. Burada önemli bir noktaya dikkat çekilmelidir; Yönetim Kurulu başkanlığını felsefelogos dergisinin genel yayın yönetmeni Sinan Özbek‘in yaptığı FESATODER, felsefelogos dergisinin yayın kurulu üyeleri ve yazarlarının 2007 yılında, Büyükada’da kurduğu bir dernek. Amacını felsefe ve sosyal araştırmalar alanındaki çalışmaların etkinleştirilmesi, geliştirilmesi ve de bu alanda çalışma yapacak kişilere destek vermek olarak deklare eden dernek, 2008 yılı itibariyle ayrıca bu alanlardaki seçkin çalışmaları okurları ile buluşturmak üzere yayın faaliyetine de başladı. Yayın faaliyetinin ilk ürününü felsefelogos dergisinin basılması işini üzerine alarak veren dernek, ayrıca bu sene Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü tarafından gerçekleştirilen “Başkaldırı” temalı uluslararası sempozyumun bildirilerinden oluşan bir seçkiyi felsefelogos‘un önümüzdeki sayılarında yayınlamak üzere, kolektif editöryallik sürecinin örgütlendiği “Başkaldırı Çalıştayı” ile geçtiğimiz günlerde İstanbul Büyükada’da uluslararası bir organizasyonla gerçekleştirdi.
Felsefelogos, FESATODER ve Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün yapmış olduğu işlerin birbiriyle yakından ilişkili olması bir tesadüf değil. Üç kurumun da yetkili ve etkili ismi Sinan Özbek‘in felsefelogos dergisinin 35-36. sayılarına yazmış olduğu ‘sunu’ bu tesadüf olmayan durumu çok açık biçimde betimliyor:
“Yayın hayatına başladığımızdan beri… artık Türkiye’de felsefe dergisi çıkarmanın her görüşten felsefecinin bir araya gelmesiyle oluşturulan seçkiler şeklinde olamayacağına işaret ediyorduk. Zaman bu görüşümüz doğrultusunda aktı. Artık birbirine yakın felsefe görüşüne sahip insanlar aynı dergilerde yazma eğilimindeler. Bu, giderek daha belirgin hale gelecek. Bir kısım felsefeci de hala her dergide görünme çabasında. Birincisi ne kadar doğru ve felsefenin gelişimine hız katan bir tutumsa, ikincisi bir o kadar verimsizdir. Bu tespitleri sürekli göz önünde tutan felsefelogos geçen süre içinde önemli oranda bir çevre dergisi olmayı başardı. Bu ilk günden beri umudumuz ve hedefimizdi. Şimdi felsefelogos‘u kendi felsefe etkinliğinin ayrılmaz bir parçası olarak kavrayan genç bir felsefeci kuşağı var. Artık hedefimiz bu çevrenin ilişkilerinin daha sıklaşması, yeni isimlerin bu çevreye eklemlenmesi ve bu çevreyle birlikte yeni felsefecilerin gelişmesidir.”
Bir gelenek oluşturmanın ve onu sürdürmenin zorlukları içinde yol alan felsefelogos ve FESATODER temkinli adımlarla kurumsallaşmanın bileşenlerini bir araya getirmeye çalışırken bir başka yönüyle daha dikkat çekiyor. Kurumsallaşmayı teknik bir mesele olarak algılamayan felsefelogos ve FESATODER, bu sürecin odağı olarak felsefe içinde benzer düşünenlerin yan yana durduğu bir konum tutuyor. Felsefe içinde belirli düşünürlere ve temalara referanslarla bir çevre ve gelenek olarak ortaya çıkmaya başlayan bu çaba özellikle dergi, kongre, sempozyum ve çalıştaylarında seçmiş olduğu diyalektik, yozlaşma, emperyalizm, başkaldırı, savaş, egemenlik, iktidar, dayanışma, yurtseverlik, marksizm gibi başlıklarla felsefe ve politikayı her daim bir arada düşünen ya da daha doğru bir ifadeyle felsefenin özsel olarak politik bir uğraş olduğunu savunan bir genel çerçeve ile tanımlanabilir.
Felsefelogos ve FESATODER ile ilgili daha detaylı bilgilere www.felsefelogos.com ve www.fesatoder.com sitelerinden de ulaşabilirsiniz. Fakat Sendika.Org olarak bu detaylı bilgileri de kuşatan perspektifi daha iyi kavrayabilmek için, bütün süreç boyunca sözkonusu çabanın sürdürücüsü olan Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı, felsefelogos genel yayın yönetmeni ve FESATODER yönetim kurulu başkanı Sinan Özbek‘le bir röportaj yaptık.
Sendika.Org: Yukarıda da belirttiğimiz gibi felsefelogos ve FESATODER’in kurulma hikâyesine, bu hikâyeye yön veren ve sürdürülmesini sağlayan temel motivasyonlara, amaçlarına değineceğiz. Fakat lütfen ilk olarak şunu sormama izin verin: felsefenin simgesi genel olarak baykuş diye bilinir, fakat hem felsefelogos‘un hem de FESATODER‘in simgesi karga. Neden böyle bir tercih yapıldı?
Sinan Özbek: İlginç bir soru, ama doğru. Felsefenin simgesi baykuş olagelmiştir. Ancak biz bir simge kullanmaya karar verdiğimizde bunu, uzun süre arkadaşlarımız tartıştı. Hatta çizilen karga modellerini beğenmemem onlar için eğlence konusu da oldu. Karga imgesi ortak bir kararın sonucudur. Evet baykuş felsefe için simge olmuştur ama daha çok Hegel’in “Minerva’nın baykuşu akşamın alacakaranlığında açar kanatlarını” sözüyle hatırlanır da olmuştur. Hegel bu ifadeyle; felsefenin olaylar olup bittikten sonra devreye girdiğini, konuştuğunu ileri sürüyordu. İşte burada yorum farklılığına sahibiz. Felsefeyi olaylar sakinleştiğinde konuşan bir disiplin olarak görmüyoruz. Felsefe seher vakti, öğlen sıcağında, kuşlukta ve hava karardıktan sonra da konuşur… Bu yorumla baykuş biraz aristokrat kalıyor, karga ise sokakta, hayatın içinde her yerde, çok ortalıkta, gizemsiz, yaşamı sürdürebilme sanatçısı, sürünmekten korkmayan ama yine de var olabilen, sıradan bizden biri gibi. Hınzır bir zekâya sahip…
Sendika.Org: Çok
genel bir soru olacak ama, Türkiye’nin felsefe ile ilgili geçmişini, burada biriktirilmiş olan, Türkiye’de felsefeyi şimdiki durumuna getiren temel çabaları, anlatabilir misiniz?
Sinan Özbek: Bizde felsefe genç bir disiplindir. Daha hocalarımızın hocalarıyla başlamış bir çaba. Bir de Almanya’dan ikinci savaştan kaçan hocalarının çabaları bununla kesişir. Türkiye’de felsefe akademisyenleri kuşağı beş altıyı geçmez. Akademi dışında da kayda değer bir felsefe birikiminin oluştuğunu iddia etmek zordur. İlk kuşak hocalar ders veren, temel kavramların yerleşmesini sağlayan bir çaba içinde olmuştur. Kitapları genellikle öğretmeye, tanıştırmaya yöneliktir, anlatan kitaplardır. Bu haliyle değersizdir demek istemiyorum aksine son derece saygındır. Bir benzetmeyle giriş dersi niteliğindedir. Değersiz olan, bugün o tür kitaplara imza atmakta beis görmemektir. Çünkü o dönem geride kalmıştır, tarihsel olarak kapanmıştır. Şimdi iddialı eserlerin ortaya çıkması gerekir. Kuşkusuz geçmişte çok az sayıda felsefecinin olması, felsefe alanında da “karşılıklılık” ilkesinin işlemesine yol açmıştır. İşte bu, felsefenin olmazsa olmazı olan eleştirinin gelişmesini engelleyen nedenlerden biridir. Eskiden çıkan dergiler de hocaların birbirinden bağımsız makalelerinin toplanıp neşredildiği organlar olmuştur. Bu, hem keyfe bağlı hem de sınırlı yazan hoca olduğundan dergilerin devamlılığını sekteye uğratmıştır. Dolayısıyla dergiler bir müddet sonra yeterli sayıda makale bulamaz hale gelmiştir. Kimileri böyle durumlarda çeviri makalelere yüklenmeyi bir yol görmüştür. Sonuç kısa ömürlü dergiler olmuştur. Eskinin önemli bir ayrıcalığı da yabancı dil bilmekti. Öyle ki Batıda ismi yeni duyulmaya başlanan bir filozofu Türkiye’de ilk anlatan olmak, pirim yapan bir şeydi. Şaşırmayın bunu hâlâ yapanlar var. Özetle söylüyorum o koşullarda takdir edeceğimiz çabaları Türkiye’nin bugününde takdir edemeyiz, etmemeliyiz…
Felsefe bölümlerinin sayısının artması, değişik alanlarda çalışan ve gelecekte bölümlerde çalışacak hocaların yetişmesini de getirmiştir. Bu, birkaç büyük üniversitede toplanmış hocanın belirleyiciliğini zayıflatmış ve karşılıklılık ilişkisin de parçalanmasını getirmiştir. Olumlu bir gelişmedir. Şimdi çok sayıda genç arkadaşımız yabancı dil biliyor, birçok ayrı kanaldan felsefe birikimine ulaşıyor ve çok daha önemlisi bağımsız, özgün düşünüyor. Öyle “Türkçe’nin felsefecisi doğdu doğacak” anlamsızlığından dem vurmuyorum. Çok yalın bir şeyin altını çiziyorum: Bizdeki genç felsefecilerin birikimi, onların dünya yüzeyinde sürmekte olan tartışmaların parçası olabileceğini gösteriyor.
Sendika.Org: Peki, sizce bu tarihte eksik olan bir şey var mıydı? Röportajın girişinde alıntılamış olduğumuz sizin cümlelerinizde çevre ve gelenek oluşturmaya dair özel bir vurgunuz var; Türkiye’deki felsefe çalışmaları bunu henüz gerçekleştiremedi mi? Gerçekleştiremediğini düşünüyorsanız sebepleri nelerdir?
Sinan Özbek: Yok, o günlerde bir felsefe çevresi yaratacak birikim yoktu. Dolayısıyla bu doğrultudaki eleştiri hakkaniyetli olmayı bırakın doğru olmaz. Felsefe çevresi olmak bugünün birikimiyle mümkündür. felsefelogos 13 yıl önce bu birikimin geleceğini görmüş, bunu talep etmiş ve önemli oranda başarmıştır. Ama eskide eksik olan bir şey vardı ve bu bence cesaretti. Bu o kadar boyutluydu ki örneğin Marx anlatma cesaretini gösteren hoca yoktu. Bunun bile yapamayanlardan nasıl bağımsız görüş üretmesini beklersiniz. Şimdi Türkiye’de çevrelerin oluşabileceği çapta bir felsefe birikimi vardır. Çevreler olmalıdır da. Bu, felsefenin daha da gelişmesini sağlar. Çevre olmanın önünde de engeller var. Bu kimi zaman geçmişin kötü mirası, birlikte davranamamak, kendini en iyi en büyük sanmak. Bizim de talep ettiğimiz ve çabasını verdiğimiz çevre olmayı tam anlamıyla başardığımızı söylemek zor. Ya da şöyle söyleyeyim: Bir çevre olduk ama bu çevrede olmasından büyük mutluluk duyacağımız arkadaşlarla ilişkimiz hâlâ istediğimiz düzeyde değil, gevşek. Onların da felsefelogos için düşünmeye, felsefelogos‘tan seslenmeye başlaması bizi birkaç adım daha ileri doğru çekecek.
Sendika.Org: felsefelogos dergisi, sizin de yazınızda iddia ettiğiniz gibi, bir çevre olarak görülmeye başlandıysa ve böylece de gelenek oluşturmanın kendi içindeki temellerini atabildiyse, bu zamana kadar yapılamayan neyi yaptı da bunu başarabildi?
Sinan Özbek: Her şeyden önce yukarda da söylediğim gibi artık felsefeci sayısı iki üç üniversitenin felsefe bölümünün hoca sayısıyla sınırlı değil. Felsefe yazarı sayısı arttı. Sorunuza bu zemini ve bir maddi gücün gerekliliğini unutmadan cevap vermek gerekiyor. Şimdi felsefe çevresi olabilmek için netleşmiş görüşleri savunun, kendinin diğer felsefecilerden farkının altını çizmekten çekinmeyen ve bulunduğu yere davet eden insanların ortaya çıkması gerekir. Bu ortaya çıkmış insanların da söyleyecek ve dinlenecek sözü olmalı. Bu; ancak misyoner bir ruhla, istikrarla çabayı sürdürmekle ve ne istediğini çok net bilmekle sağlanabilir. Bütün bunlar da yetmez felsefecilerin bir arada durması çoğu zaman diğer “meslektaş”ların bir arda durmasından daha sorunludur, zordur. Dolayısıyla çevre olma istek ve çabası mütevazı bir tutumun üzerine yerleşmek zorundadır. Felsefe yapısı gereği “ben biliyorum”u kaldırmaz. Her felsefeci bilir! Önemli olan bu farklı bilgilere saygılı olabilmektir. Sanıyorum felsefelogos çevresi bunu başardı.
Sendika.Org: “Her görüşten felsefecinin” değil de, kimi ortak perspektifleri paylaşan felsefecilerin bir araya geldiği çevre dergisi olarak felsefelogos, politik dosya başlıkları ile de dikkat çekiyor. Bu başlıklarda ülke sorunlarını, bu sorunların ortaya çıkmasını sağladığını düşündüğünüz daha genel problemleri ve bu problemlere dair çözüm önerilerini felsefece yapılan bir kritiğin nesnesi haline getiriyorsunuz. Irkçılık, emperyalizm, iktidar, başkaldırı, Marksizm bu başlıklardan birkaçı. Felsefe ve politika arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinan Özbek: Teşekkür ederim güzel ve önemli bir soru. Eski kuşakların ürkekliğiyle de beslenmiş bir yargı egemen. Sanılıyor ki felsefe siyasetten uzaktır, siyasete bulaşmaz ve ne kadar siyasetten uzaksa o kadar halis bir felsefe olur. Tam bir yanılgı. İnsanlığın sorunlarıyla haşır neşir olmayan felsefe olamaz. Benim, bizim siyasi duyarlılığımız da kimi zaman diğer felsefecilerin canını sıkıyor, bizi eleştiriyorlar. Onlara ısrarla hatırlatıyorum, hemen her büyük filozof siyasete duyarlıdır hatta içindedir. Bakın Platon’dan Habermas’a kadar hatta araya Kant’ı da alın, tek tek aklınızdan geçirin filozofları. Hangisi siyasetin dışında? Filozofların siyasete ilgisiz olduğunu iddia etmek, son derece siyasidir, ideolojiktir. Bu iddiayla aslında şunu diyorlar: “Marksistler felsefeci değildir.” Ben, onların aksine siyasete ilgisiz felsefeci düşünemiyorum. Öyle olma iddiasındakileri de ciddiye almıyorum. Belki Althusser’in yaklaşık olarak “felsefe politikanın-mücadelenin teoride devam etmesidir” şeklinde aktarılabilecek ifadesi çok sert vurgulu bir ifadedir ama yabana atılır türden de değildir. Felsefe hiç kuşkusuz bir yönüyle de böyledir.
Sendika.Org: Politika ile felsefe arasında kurmuş olduğunuz ilişki felsefelogos‘un ve dolayısıyla da FESATODER‘in çalışmalarının yönelimlerini de belirliyor mu? “Ortak perspektife sahip olanların” ortaklaşmasını sağlayan etkenler arasında politikanın belirleyiciliği ne kadar?
Sinan Özbek: Şimdi felsefe ile politika arasındaki kuvvetli bağlara vurgu yapmak, felsefe etkinliğinin kendisinin de salt politika olması değildir. Siyaset olarak siyasetin yapılacağı adresler partilerdir. Felsefe etkinliğinin içinde; dergide, dernekte parti elemanı gibi davranmak verimli bir iş değildir. Böyle olursa zaten çabanın kendisi başarısız olur. Giderek çevre olmak isteyenlerin ya da olmuş olanların aynı düşüncelere sahip olmasını istemeyi getirir. Bu ise öldürücü bir durumdur. Aksine bizim çevremizde insanlar sadece ana yönelimde yakın olmalılar ve çok değişik düşünceleriyle bir arada durmalılar. Mesela faşist, ırkçı, cinsiyetçi olmamak, emekten yana olmak bir arada olmanın yeterli çıtasıdır. Bu, sanıldığının aksine çok yüksek bir çıtadır. Bundan sonra siyasete partili müdahale etmek isteyenler, nerede olurlarsa olsunlar beni asla rahatsız etmez.
Sendika.Org: Bundan yaklaşık bir yıl önce felsefeyazın dergisine vermiş olduğunuz bir röportajda “Çağımızda Marx’a rağmen felsefe yapılamaz” demiştiniz. Politika ve felsefe arasında kurmuş olduğunuz ilişkinin dolayımlanmasında Marx’ın rolü nedir?
Sinan Özbek: Bunu söylemem tabii ki felsefe anlayışımın sonucu. Aslında çok basit bir hakikati hatırlatıyorum. Diyorum ki çağımızda ele alacağınız hiçbir felsefe sorusu, sorunu Marx uğrağına gitmeden cevaplanamaz. Çünkü o ele aldığınız sorunun, sorunun felsefe tarihindeki izlerini sürmeden felsefe yapamazsınız ve bu izi sürmek de sizi kaçınılmaz olarak Marx’a çıkarır. Ama felsefe yapmaktan, felsefe tarihi anlatmayı anlayan biri için söylediklerimin bir karşılığı yoktur. Ama felsefe, felsefe tarihi değildir. Marx’ın felsefe kavrayışı da başlı başına bir yine felsefe için rota değişikliğidir. Artık spekülasyonunun yerini hakikat zeminine basan düşünce almıştır. Spekülasyonla, fanteziyle sanat yapılır ama felsefe yapılamaz. İşte Marx’ın bu hakikat zeminini hiç kaybetmemesi felsefenin vazgeçilmez yönelimidir.
Sendika.Org: Sizin konuşmalarınızda ve yazılarınızda ‘hegemonya’ kavramı özel bir yer tutuyor. Dergi ve dernek olarak yapmış olduğunuz çalışmaları, felsefenin söylem alanındaki bir hegemonya mücadelesi olarak mı görüyorsunuz?
Sinan Özbek: Hegemonya, benim lisans öğrencisi olduğum yıllardan beri üzerinde düşündüğüm, çalıştığım bir kavram olmuştur. Hegemonya üzerinde net bir bilinçle düşünmeye iten de şüphesiz Gramsci’dir. Klasik Marksist geleneğin felsefedeki en son ve en yetkin ismidir Gramsci. Ondan öğrenecek çok şey olduğunu düşünürüm. Hakkında Türkçe’de de derli toplu çalışmalar yapmak gerekir. Ortalığı kaplamış olan birçok moda ismin silinip gittiğini göreceğiz ama Gramsci referans isimdir ve böyle kalacak. Bu arada belirtmekte fayda var, Althusser gibi isimler bu gelenekte öyle sanıldığı gibi önemli bir yer tutmaz. Şimdi felsefenin Gramsci tarafından nasıl yorumlandığı hatırlanmalı. Bu, benim çok yakın bulduğum bir değerlendirmedir. Evet felsefe kültür alanının, dünyasının doruğudur ve orada söz söyleme, sözü dinletme çok önemlidir.
Sendika.Org: Tekrar gibi olacak ama, konuyu biraz daha açmak için sormak istiyorum: felsefeyi bir Kampfplatz olarak mı düşünürsünüz?
Sinan Özbek: Tabii ki öyle kan revan bir “savaş alanı” değil. Ama Kampf mücadele anlamını da taşıyor. Hem böyle hem de fikirlerin görücüye çıktığı alan. Sizin yaptığınız gibi Almanca bir kavramla anlatmak istersek Schauplatz demek de uygun olabilir. Burada görücü karşısında fikirlerin öne çıkması gerekir, ikna edici olması gerekir. Ancak bundan felsefenin yansız, beğeniye sunulmuş görüşler ürettiğini söylemek şeklinde anlaşılmasın. Tabii ki felsefe söyledikleriyle taraftır. Bakın daha netleştirmek için mesela “iktidar nedir?” sorusuna Locke’un, Rousseau’nun, Hobbes’in, Marx’ın ya da Foucault’nun verdiği cevapları hatırlayalım. Şüphesiz son derece tarafı net fikirlerdir bunlar. Böyle olmasında da şaşıracak bir şey yoktur. Hatta yer yer devletlerin işine gelen görüşleri anlatan insanların, filozof olarak önem kazanması için çaba harcadığına da tanık oluruz. Bugünlerde bunun çok çarpıcı örneğini Alman Dornak’ta gözlüyoruz. Görüşlerinden hoşlanılmayan filozofların da bunun aksine sıkıştırıldığına, kürsülerinden uzaklaştırıldığına da tanık oluyoruz.
Sendika.Org: Peki, bu ‘savaş alanı’nda, Türkiye’de felsefe içinde bir kamplaşmanın başladığını düşünüyor musunuz? Sizce felsefe Türkiye’de kamplaşmayı oluşturacak bir birikime sahip mi ya da şu anda bu kamplar oluşmuş durumda mı?
Sinan Özbek: Belirli oranda evet. Ama genel eğilim vasat bir akademi hocalığıyla kendini iyi hissetme. Hele büyükçe bir üniversiteye yerleşilmişse hiçbir karşılığı olmayan kibir… Akademide kariyer alabilmek için yazılmış bir sürü sıradan yazı… Oysa felsefe ortaya konulanlarla, yazılanlarla ölçülür, nerde ne olduğuyla değil. Böyle olduğu için de felsefede, insanların kendileri hakkındaki kuruntuları bir karşılığa sahip değildir. Genel olarak şöyle bir tablo var: Bir; her konuda konuşan yazan daha çok eski kuşaktan felsefeciler. Kırıcı olmak istemem ama kendimi de tutamıyorum; bunlar felsefecinin, şairin ve romancının kötüsü oldular. İki; her çıkan dergide görünmeye çalışan felsefeciler. Bunlar genç ve akademik kariyerlerini tamamlama sıkıntıları var. Bu durumu da kınıyor değilim. Ama kariyer için biricik yol olmadığı gibi verimli bir yol da değil. Üç; kendini en doğru şekilde ifade etmek için genel olarak bir organı seçenler ki, biz de bu kategoride yer alıyoruz. Bu grup anlaşıldığı üzere bir felsefe çevresi olmayı istiyor. Bunun yanı sıra akademilerde dersleriyle meşgul değerli hocaları da unutmamak gerekir. Şimdi bu tablodan bakınca bazı isimler, bazı isimlerin çıkardığı, bulunduğu dergilerde görünmüyor. Hatta aynı konferanslarda karşılaşmıyor. Durum buysa, bir saflaşma var demektir. Bundan korkmamak gerekir. Bu felsefenin tekabül ettiğini gösterir. Son derce normaldir. Ancak dedikodunun yerini felsefe tartışması almalıdır. Ummak istiyorum ki ileriki dönemlerde bu da olacak ve kaliteli tartışmalara tanık olacağız
Burada bir şey daha eklememe izin verin lütfen: Türkiye solunun garip bir durumu var. Sol üniversitelerde ders veren kimi hocaları kendinden saydı. Kendilerinin üniversitedeki temsilcileri sandı. Onları bir anlamda entelektüel temsilcileri gibi gördü. Okunan, tanınan insanlar haline getirdi. Bir anlamda sırtında taşıdı. Aslında bu felsefecilerin tek solcu olan tarafı, solcularla da görüşüyor olmaktı. Bu hocalar ömürleri boyunca isimlerinin örneğin Marx’la anılmasından kaçındılar. Ne okudular ne de okuttular. Garip bir durumdur bu. Bu noktada sol, kendine yönelmiş eleştiriyi görmelidir. Tabii ki bu isimlerle nazik, saygın bir ilişki kurulmalıdır ama o kadar…
Sendika.Org: Türkiye’de iyisiyle kötüsüyle, felsefenin bu zamana kadarki birikimini sağlayan bir kuşak artık emekliye ayrılıyor ve akademilerden çıkıyor. Doğal olarak da isimleri felsefe ile anılan bu insanlardan sonra bir boşluk oluşacak. Sizin dediklerinizden de çıkardığımıza göre bu boşluğu doldurmaya aday, felsefelogos çevresi dışında, bir ekip gözükmüyor. Sizce şu anda Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde çalışmaya devam eden felsefeci genç akademisyenl
er, çalışmaları itibarıyle, yeni bir gelenek oluşturabilecek, alandaki boşluğu doldurabilecek yeterliliğe ve motivasyona sahip gözüküyorlar mı? Bu soruyu genç akademisyenlerle özellikle ilgilendiğiniz için size yöneltmek istedim.
Sinan Özbek: Bakın çok net söylüyorum ben birçok genç arkadaşımın çalışmalarını çok başarılı, değerli buluyorum. Geçmişte akademilerde parlak isimler yer aldı ama çoğunluk vasattı. Şimdi dünyada tartışılan sorunları kavramış, bu sorunlarla cebelleşen son derece yetenekli genç felsefeciler var. Bu arkadaşların çok iyi eserler vereceğine inanıyorum. Ancak klasik anlamda akademinin verdiği bir terbiye vardır. Bunu edinmek, pişmek, sabırla ve nezaketle bilgiyi örmek gerekir.
Sendika.Org: Sizin çalışmalarınızı yakından izleyen bir genç felsefeciler kuşağı olduğunu da düşünürsek onlara akademideki ve dışarıdaki çalışma pratikleri hakkında ne tür önerilerde bulunursunuz?
Sinan Özbek: Ciddi bir emekle kotarılmış işlere imza atmak gerekir. Her yazılan yayımlanmak zorunda değildir. Felsefe bir omurga oluşturmakla başlar. Omurga dünyaya bakışımız, bilgilerle örülmüş felsefe hattımız olmalıdır. Yeteneğimiz oranında da bu omurgayla birleşen kaburgalar oluştururuz. Kaburga dediğim çalışma alanlarıdır. Omurga kuramamış felsefeci, sadece bir gevezedir. Bugün birini anlatır öbür gün başkasını. Moda olanın çekiciliği de felsefecinin uzak durması gereken bir şeydir.
Akademilerde öğrenci yetiştirmekle meşgulüz, bu iyi yapılması gereken bir iştir. Burada bilgimizin enginliği kadar, akademinin klasik formunu, nezaketini edinmek de çok gereklidir. Akademik etik değerlerin ödünsüz taşıyıcısı ve savunucusu olmak gerekir. Akademide edineceğimiz saygınlık; ancak bilgi, nezaket ve etik değerlerin taşıyıcısı olmakla gelmelidir makamlarla değil. Bunu söylemek makâmlardan uzak durmak anlamına gelmez, makâmlara bu niteliklerle gelmek gerekir. Felsefecinin işi iyi ders vermekle de bitmez. Eser vermek gerekir. Bu da söylediğim gibi özenle, emekle üretilmiş makaleler ve kitaplardır.
Sendika.Org: Felsefelogos ve FESATODER bu genç felsefeci akademisyen kuşağına ne tür olanaklar sağlayabilir?
Sinan Özbek: Çok net. Yukarıda ifade ettiğim geniş yelpazede kendinizi konumluyorsanız, felsefe kavrayışımız biraz olsun yakınsa gelin birlikte iş üretelim. felsefelogos‘un yazarı olun, yayın kurulunda olun, dağıtıcısı olun ama bir yerinde olun. Fikirlerinizi kolektif kararın tartışmasına açın ve burada gerçekleştirin. Birlikte Batıdaki örneklerde olduğu gibi kuşaktan kuşağa geçecek bir yayın yaratalım. Bunun kurumsal yapısını birlikte kuralım. Bunun nasıl başarılabileceğini biliyoruz ve başarabiliriz. Daha çok insana düşüncelerimizi anlatabileceğimiz yapıyı oluşturalım.
Sendika.Org: Unutmadan sorayım. Felsefeciler Derneği‘nin yayını olan FelsefeYazın ve yeni çıkmaya başlayan Baykuş dergisi de yine genç felsefecilerin niyetleri ve çabaları ile kendilerine yer açmaya çalışıyorlar. Düşünsel açıdan bakıldığında da felsefelogos ve FESATODER ile ortak yönelimlere de sahip gibi gözüküyorlar. Onlara önerileriniz var mı?
Sinan Özbek: Ben felsefe girişimlerini saygı ve heyecanla karşılarım. Felsefeciler Derneği ile temasımız var. Çok başarılı işler yaptıklarını görüyorum, özveriyle çalışıyorlar. Konseptleri gereği özel bir yeri de dolduruyorlar. Felsefe öğretmeni meslektaşlarımızla üniversitedeki meslektaşları buluşturan bir yapı. Orta öğretime uzanıyor. Çok iyi düşünülmüş bu haliyle biricik. Felsefeyazın‘ın da özel bir yer tutuğunu düşünüyorum. Muhakkak sürmesi gereken iki oluşum. Baykuş dergisine emek veren arkadaşlara da başarı diliyorum. Çok çaba harcadıkları açık. Umuyorum istedikleri gibi bir yayını sürdürürler. Bu felsefenin zenginleşmesine yardımcı olur.
Sendika.Org: Yukarıda saymış olduğumuz isimler dışında, Felsefe Tartışmaları, Özne, Kaygı, Lapsus gibi felsefe dergileri de bu alanda çıkmaya devam ediyorlar. Bu dergileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sinan Özbek: Bunların bir kısmı üniversiteler tarafından çıkarılıyor. Bu örneğin en eskisi İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe Arkivi‘dir. Yıllar önce ağırlığı olan ve katkısı olan bir dergiydi. İstanbul Üniversitesi’ndeki arkadaşlar onu tekrar yayınlamak istiyordu. Ne oldu bilemiyorum. Felsefe Tartışmaları özel bir serüvene sahip. Vehbi Hacıkadiroğlu, Arda Denkel Hocanın danışmanlığıyla çıkarıyordu. İki değerli felsefeciyi de kaybettik. Boğaziçi Üniversitesi üstlendi dergiyi, umalım ki orada çalışan arkadaşların bizlere ulaşan sesi olsun. Çeşitli üniversitelerdeki arkadaşlarımız gerek görmüş bu yayınları çıkarmışlar. Ellerine sağlık. Genellikle yılda bir sayı çıkarıyorlar. Hocalar yazılarını veriyor dışardan da genellikle doçent adayları, gerekli koşulu sağlamak için yazılar yolluyor ve dergi oluşuyor. Tabii bu klasik bir dergicilik değil. Çıkıyor olmalarında da bir zarar yok. Ama bu dergilerin en büyük noksanı, birden çok felsefecinin aynı zamanda aynı konu üzerinde düşünmesini sağlayamamaktır. Benim bildiğim diğer ülkelerde bu dergilerin örnekleri var mı şu anda hatırlamıyorum.
Sendika.Org: Biraz da yapmış olduğunuz etkinliklerden bahsetmek istiyorum. Bu sene hem Kocaeli Üniversitesi Uluslararası Felsefe Günlerinin hem de FESATODER‘in Adalar’da yapmış olduğu çalıştayın üst başlığı “Başkaldırı”ydı. Ve felsefelogos‘un bir dahaki sayısının dosya konusu da aynı olacak. Belirli bir düzenlilik, bütünlük ve ortak perspektif içinde götürülen bu çalışmaların bu seneki temasının “başkaldırı” olarak seçilmesinin nedeni neydi?
Sinan Özbek: Biz tartışmaya açacağımız konuyu ekip olarak uzun süre düşünüyoruz. Çok sayıdaki öneri içinden seçiyoruz bu seçim de bir uzlaşmayla oluyor. Konu seçiminde de ülke ve dünya gerçekliği hep mihenk taşımız oluyor. Nerede işgal, hak ihlali varsa orada başkaldırı da olur. Felsefe ilgimizi başkaldıranları anlamak için seferber etmek istedik. Başkaldırı konusunu tartışırken gördük ki yerinde bir karar vermişiz. Çok sayıda genç arkadaşımız bu konuda kafa yormuş. Bu, bize genç felsefecilerin dünya gerçekliğine duyarsız kalmadığını da gösterdi. Şaşırtıcı oranda cesur ve iyi hazırlanmış bildiriler sunuldu. Bu, cesaretimizi ve güvenimizi artırdı.
Sendika.Org: FESATODER‘in Büyükada’da örgütlemiş olduğu çalıştayda oldukça verimli ve yeni bir editöryal süreç işlettiniz. Felsefelogos‘un “başkaldırı” temalı sayısında yayınlanacak metinleri ufak oturumlar şeklinde tartışmaya açarak metinlerin genişletilmesini ve çok daha nitelikli hale gelmesini sağlayan bir kolektif editöryallikti bu; neden bu şekilde bir yol seçtiniz? Bilgi üretiminin kolektif bir süreç olduğunun unutulması ile ilgili son dönem akademik çalışma tarzına karşı bir tavır mı bu? Ve önümüzdeki sene kongre ve çalıştay için bir başlık tartışmaya açıldı mı? Açıldıysa, başlığı ve seçilme gerekçelerini sizden öğrenebilir miyiz?
Sinan Özbek: Evet çalıştayları şimdilik senede bir kere ve bu haliyle yapmayı planlıyoruz. Tabii daha yetkinleştiren öneriler gelirse ona göre şekilleriz çalıştayımızı. Bu tarz çalışma birden çok şey sağlıyor: Bir
araya geliyoruz. Ortak iş üretiyoruz. Yazar makalesini, o makaleyi okumuş notlarını almış felsefeciler karşısında test ediyor. Bu eleştiri ve önerilerle yeniden gözden geçiriyor. Yazar ve belirlenmiş “tartışmacı”ların dışında dinleyiciler de katılıyor. Nihayet makaleler yayımlanıyor. Söylediğiniz gibi sonuç itibariyle kolektif bir editörlük. Bu yazarla okurun buluşmasını da sağlıyor. Bu buluşma etkin bir buluşma, oturup tartışıyorlar. felsefelogos yazarlarının ilişkisinin pekişmesinden de çevremizin birbirine daha da kenetlenmesine hizmet etmesini bekliyoruz.
Yukarda anlattığım perspektifle bu yıl “dayanışma” kavramını tartışmak istiyoruz. Bunun birçok görünümü var ama rekabetin ve kendini kurtarmanın öğretildiği, değerli bulunduğu bir dönemde felsefe çizgimizin bir geleneğini hatırlayalım, hatırlatalım istedik…
Sendika.Org: Sizin görüşlerinizi merak ettiğim iki konuya değinmek istiyorum. İlki, son birkaç yıldır felsefe ve sosyal bilimler çalışmalarında Marx ve Marksizme dair artan bir ilgi var, bunu neye bağlıyorsunuz? Bunun yanında Felsefelogos‘un Marksizm karşısındaki konumunu da anlatırsanız seviniriz.
Sinan Özbek: Çok basit iddia edildiği gibi, dünya hiç de kapitalizm ve onun çeşitli türevleriyle yaşanılır bir yer olamıyor. Yoksulluk, kan gövdeyi götürüyor. Marx’ın kapitalizm çözümlemesi döne döne doğru çıkıyor. Bu felaket durumundan kurtarma için ileri sürülen görüşler, Marx’ın düşüncelerinden daha gelişmiş olamıyor. Yine daha önce söylediğim gibi çağımızda ortaya çıkan her soruna cevap ararken yolumuz Marx’a çıkıyor. Ancak Marx’a dayanarak bu sorulara cevap vermek mümkün oluyor. Sarsıntısız bir ifadeyle söylüyorum: Bu durum devam edecek. Çünkü kapitalizm yapısı gereği ürettiği sorunları aşamaz, sorunun kaynağıdır. Böyle olduğu için de kapitalizmin bir bütün olarak eleştirisini yapmış, ortadan kaldırılmasının mümkün yollarını göstermiş görüşler öneminden bir şey kaybetmeyecek.
Burada bir şeyin daha altını çizmek gerekiyor. Marx’ın bu önemi “dışardan” diyebileceğimiz Marx okumalarını da arttırdı. Bu hem iyi hem de izlenmesi gereken bir gelişme. Akıllı uslu akademisyenler Marx okumaya başladılar. Ama bir antik felsefe metni okur gibi okuyorlar, anlatıyorlar da. Hakikatle olan bağını göremiyorlar, ruhsuz kuru bir okuma. Marx etrafında dönen külliyattan bihaberler. Düşüncenin detaylarını kavrayamıyorlar, tartışma girift bir hal alınca deyim yerindeyse saçmalamaya başlıyorlar.
Sendika.Org: Son olarak bir gözlemimizi aktarmak ve onunla ilgili bir soru sormak istiyoruz. Son yıllarda akademisyenler içinde bilgi üretim sürecinin ‘gerçek’ aktörlerinin akademi dışına kaçışını, daha doğru bir ifade ile üretken faaliyetlerinin en verimli sonuçlarını üniversiteler dışında bağımsız olarak örgütlenen çalışmalarda verdiğini görüyoruz. İnternet sitemiz Sendika.Org aracılığıyla da gözlemlediğimiz bir durum bu. Keza son beş yıldır, sitemize sürekli yazan akademisyen sayısında muazzam bir artış söz konusu. Bunun yanında felsefe alanında yukarıda adını saydığımız dergilerin pek çoğu da faaliyetlerini üniversite dışında kendi olanakları ile gerçekleştiriyorlar. Genç akademisyenler kendi tartışmalarını, bağımsız olarak örgütledikleri çalıştaylarda, mail gruplarında ve internet sitelerinde yapıyorlar, kitaplarını yine kendileri editöryal süreçten geçirerek, bağlantılar kurup bastırıyorlar. Karaburun Bilim Kongresi gibi örnekler gittikçe kendilerini bağımsız enstitü olarak örgütleme çabasına girişiyorlar. Öğrenciler, yaz aylarında sanattan politikaya kadar birçok alanda çalışmalar yaptıkları yaz okullarını yine üniversite kurumunun dışında gerçekleştiriyorlar. Siz bu gözlemelerimizde bize katılır mısınız ve de eğer katılıyorsanız felsefelogos ve FESATODER akademik alanın dışında kendine nasıl bir ufuk ya da hedef koyuyor.
Sinan Özbek: Kısmen haklısınız. Ama bu akademi dışına bir kaçış değil. Akademiler önemlidir, orada var olmak gerekir. Eskiden bir eserin üniversite yayını olarak çıkması bir onurdu, o eserin değerli olduğunu gösterirdi. Şimdi bir esere piyasada çıkamıyorsa, üniversite yayını olarak çıkıyor. Trajik bir durum! Bu, üniversitelerin nasıl vasat bir hal aldığını gösterir. Bu durumun sorumluluğunda vasat akademisyenlerin payı hiç de küçümsenemez. Kendi düzeylerine uygun bir akademi ve ilişkiler ağı geliştirdiler. Üniversitelerin genel olarak akademik unvana sahip bürokratlar tarafından yönetiliyor olması, o çatı altında iş yapmayı da zorlaştırıyor. Bir konferans etkinliği için bile çok sayıda kapı çalmaktan dert yanıyor arkadaşlarımız. Bu durumda işlerin daha sorunsuz işlediği organizasyonları tercih etmek aklın da gereği.
Şimdi bizim durumumuza gelince, felsefe yapısı gereği akademi sınırında kalamaz. Bırakınız üniversiteyi, bir felsefe ortaya çıkmışsa ülke sınırlarında da kalmaz. Felsefecinin eseri de sadece öğrenciye yönelmez, yani ders kitabı değildir. Dolayısıyla üniversite dışındaki varlığımız alanımızın bir doğal sonucu da. Ama daha net cevap vereyim, FESATODER’in net bir hedefi var: Bağımsız bir enstitü olmak. Umuyorum önümüzdeki yıllarda bunu da başaracağız.
Sendika.Org: Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz.
Sinan Özbek: Asıl ben bu güzel düşünülmüş sorular için harcadığınız emeğe teşekkür ediyorum. Bana düşüncelerimi değerli, dostlarla paylaşma fırsatı verdiğiniz için de bir kez daha teşekkür ediyorum
Röportajı gerçekleştiren: Ersin Vedat ELGÜR