Bıçağı çeken inancı tazeledi İnsana ve tanrıya Bıçağı çeken kendini yok saydı kınında Fransa, 1968’e, 1930 yılında Kojéve , 1960’larda Lacan seminerleri sonrası taşınmış olabilir mi? 1930’lu yıllarda Paris entelijansıyasının tutku ve hayranlıkla izlediği seminerlerde Kojéve; “insan henüz olmadığı olan bir varlıktır tam da bu noktada tarihtir. Hegel’e göre İnsan sadece olduğunu olmakla kalmayıp, aynı […]
Bıçağı çeken inancı tazeledi
İnsana ve tanrıya
Bıçağı çeken kendini yok saydı kınında
Fransa, 1968’e, 1930 yılında Kojéve , 1960’larda Lacan seminerleri sonrası taşınmış olabilir mi? 1930’lu yıllarda Paris entelijansıyasının tutku ve hayranlıkla izlediği seminerlerde Kojéve; “insan henüz olmadığı olan bir varlıktır tam da bu noktada tarihtir. Hegel’e göre İnsan sadece olduğunu olmakla kalmayıp, aynı zamanda olduğunu reddedip olabileceğini olandır” diyordu. Vurgu, insanın varlığını olumsuzlamaya tabi kılarak bir fail haline gelmeyi kabul etmesi ve Tarihin perdesinin açılması isteği üzerineydi. Tarihin perdesinin açılması, aynı anlama gelmek üzere Tarihin Sonuydu. Bilinçaltının sözle kurulduğunu savlayan ve Fransız Marksizmine herzaman esin kaynağı olan Lacan ile Kojéve’nin temsiliyetlerinin izleri, Sorbonne duvarlarında ne derecede yansıtıldı bilinmez ama, vurgu daha eskiyeydi. Bilinçaltı “dil” ile mi yoksa sembollerle mi kurulur? Batı Avrupa Marksizmi, özelliklede Sorbonne duvarlarında ifadesini bulan “barikat sokağı tıkar, yolumuzu açar” sloganının Kojéve ya da Lacan’la ilişkisi/etkisi ile bunun hem “dil hem de “sembol” ile bağlantısını kurmaya çalışmıştır. 68’den günümüze gelen süreç “dil”in inkârıdır. Dilin inkâr edildiği yerde semboller tek iletişim yolu, gerçekliğin sembollerle kurulduğu yer de “büyük umutlar” ideolojinin kötü nesnesi olmuştur. Yüksek soyutlama düzeyinden başlayan ona biraz da edebileştirme faaliyeti içeren yaklaşımlardan çıktığımız, bu çizginin artık hiçbir şeyi açıklamaya yetmediği ve dünyadaki somut gerçeklikle yüz yüze geldiğimiz dönemde karşı karşıya kaldığımız gerçeklik ideolojik olanın reddiyle başlayan sürecin devamı gibi görünüyor. İdeolojik olanın reddi ortaya etik olanın reddini de çıkarmaktadır. Sınırsız piyasa koşullarında sadece güçlü olanın ayakta kalması ideolojik olanın yanında etik olanında reddiyle sağlanabilir. 1968 ve Sorbonne’un öcü Sarkozy ile alınmıştır.
Türkiye’deki tarihsel karşılığı 1980 ve sonrasıdır. Tüm yazılı ve görsel basını, edebiyat olarak ortaya konulan döküntü romanları ve bunun üniversiteli okur-yazarları bu dönemin tipik resmidir… Sembolik de olsa elinde taş ile Edward Said örneğine karşı, IMF karşıtı gösterilerde çektiği fotoğrafları polisle paylaşan gazeteci örneği ve Bilgi Üniversitesinde konuşturulan IMF ‘nin “sosyalist patronu”, ideolojinin olmadığı yerde ahlakın da olmayacağının fotoğrafıdır. Yaşam ve ölüm arasındaki sınırın seçilemediği dönemlerde İstiklal ve Sıraselviler caddesinde, “insan henüz olmadığını olan bir varlıktır” yerine ” IMF defol bu ülke bizimdir” yazılmıştır ve bu oldukça pratiktir. 2009 1 Mayıs’ı ve IMF karşıtı gösteriler, neyi/ ne için/nasıl kurmamız gerektiğini göstermiştir. Kendisini basit olanın-mit, kutsal veya heterojen- kuşatmasına bırakarak, tanık olmaktan, yargılamaktan veya öğretmekten ziyade, tarihle, alt üst ve allak bullak eden tarihle bütün oluşturma kaygısında kuran ve “gaz” tanışıklığı olan… özneler olarak.
Barikat sokağın semptomudur.
Şimdilik.
Mustafa Ö. Soylu