Ben de dahil olmak üzere bir çok insan çeşitli vesilelerle Karaburun Bilim Kongresi hakkındaki görüşlerini yazdı. Genellikle olumlu ifadelerin yer bulduğu metinlerdi bunlar ve de öyle olmalıydı. Şimdi ise içe doğru konuşmanın yükünü de biraz omuzlamak zamanı. Ve ricam, bu metinde dile getirilen önerilerin Karaburun Bilim Kongresi emekçilerinin göstermiş oldukları çabaya mütevazi bir teşekkür etme […]
Ben de dahil olmak üzere bir çok insan çeşitli vesilelerle Karaburun Bilim Kongresi hakkındaki görüşlerini yazdı. Genellikle olumlu ifadelerin yer bulduğu metinlerdi bunlar ve de öyle olmalıydı. Şimdi ise içe doğru konuşmanın yükünü de biraz omuzlamak zamanı. Ve ricam, bu metinde dile getirilen önerilerin Karaburun Bilim Kongresi emekçilerinin göstermiş oldukları çabaya mütevazi bir teşekkür etme biçimi olarak algılanmasıdır.
Latince ‘con’ ve ‘gradus’ köklerinden türeyen kongre, etimolojisine bağlı kaldığımızda karşılıklı ve beraber yapma ile Roma Antik tiyatrolarında oturulan basamakların birleşimidir. Yani bir arada oturarak bir şey yapma. Fakat con kökünün bir başka anlamına daha dikkat çekmek isterim: yerle bir olma ya da yerle bir etme. Teorik bir çalışma açısından bu durum Marx’ın “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” metninde “donup kalmış kavramları kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız” cümlesinde tam anlamını bulur. Marx, kendine kadar gelmiş olan ekonomi-politik ve felsefe alanındaki çalışmaların kavramsal haznesini ve bu hazne içinde üretilmiş olan kavramları perspektifli bir kritikle yeniden üretir. Bu yeniden üretim süreci ilk olarak kavramı kendi perspektifine bağlı olarak tanımlama işlemiyle değil sanki doğal bir verilmişlik gibi gözüken kavramların ve tanımların perspektife bağlı olduğunu gösteren bir çalışma ile başlar. Böylece Marx, Adam Simith ve Ricardo’nun kavramları ile çalışsa da aynı kavramlar bu sefer başka bir müzik eşliğinde dans ediyordur. Mesela üretken emek ve üretken olmayan emek terimleri ekonomi politik açısından doğal bir verilmişlik olarak kullanılırken, kavram olarak üretilmeleri iki terimin de başında görünmez biçimde duran sermaye için kelimelerine bağlı olarak yapılmıştır. Marx ilk olarak üretken ve üretken olmayan emeğin sermayenin perspektifine bağlı olarak kavramsallaştırdığını gösterdikten sonra genel olarak üretken emeği tanımlar. Ve genel olarak üretken emekle sermaye açısından üretken emek arasındaki fark Marx’ın siyaset yapma zeminini belirleyen yeni bir alan açar. Eski ekonomi-politiğin bu tür bir kritiği ile sorunsalı değiştirilen bir çok kavramın bileşkesi sosyalist toplum projesinin içeriğini oluştururken “eski materyalizmin bakış açısı burjuva toplumdur, yeni materyalizmin ise insan toplumu, ya da toplumsallaşmış insanlıktır” tezi bu tarz bir çalışma pratiğinin sonucudur. Böyle bir sonuca varmak Marx’ın kritiklerine bir temel sağlamanın yanında yeni bir bilim kavrayışını da ortaya çıkarır: Bilim yapmak belirli bir perspektife yerleşip resim yapmak, yani gerçekliği betimlemek değil, perspektif halinde olanın koşullara bağlılığını, görelik koşullarını gösteren ve mantıki işlem yapmaya elverişli yeni bir sorunsal, “Eski genellemenin göreliliğini ve duruma bağlı geçerlilik sınırlarını tanımlayan yeni bir genelleme” kurmaktır.
Karaburun Bilim Kongresi, bilim ve kongre kavramlarının, altından kalkması zor, yukarıdaki gibi bir içeriğini sahiplenmiş ve kendini bu şekilde örgütleyen bir kongredir. Fakat kongre büyüdükçe bu biçimin görünür kılınmasını engelleyen kimi zorluklar da doğallığında ortaya çıkmaktadır. 30 oturumda -açılış ve kapanış oturumları da dahil- 150 civarında tebliğin sunulduğu bu seneki kongrede katılımcılar kongrenin ana temasının soldan bir perspektifle yeniden üretilmesinin sonuçlarına vakıf olamadılar. Bu şekilde bir bütünlüğün kurulması elbette ki oturum sayılarını azaltmak ya da kongreyi daha fazla güne yayarak oturumları seyrekleştirmek gibi teknik müdahalelerle mümkün değildir. Fakat kongrenin yıllık çalışma pratiğine dair iki yönlü bir öneri sorunun bir kısmının çözülmesine yardımcı olabilir: iki yönlülük kongre öncesine ve sonrasına dair çalışmanın zamansal boyutunun örgütlenmesiyle ilgilidir. İlk olarak kongre öncesinde ana temanın alt başlıklarının sıkı bir zorunlulukla ve de seçici bir dikkatle yapılması gerekir. Kongreye katılmak isteyenlerin mutlak surette bu alt başlıklara uyması talebi aynı zamanda oturumlarda bir araya gelmiş olan katılımcıların kendi aralarındaki bir ön-çalışma yapması talebi ile birleştirilebilirse, birbirinden bağımsız ve kopuk tebliğler yerine birbirini tamamlayan ve bütünleyen tebliğlerin bir araya geldiği, sonuç alıcı oturumları örgütlemek mümkün olur. Burada kongre emekçilerine katılımcıların iletişime geçmesinin örgütlenmesi gibi zaman alıcı ve zor bir yeni görev de düşmektedir. Kongre sonrası ile ilgili ikinci öneriye gelince, -bu daha çok katılımcıların ve konuşmacıların üzerine düşen bir görevdir, bir oturum boyu sunulmuş olan tebliğlerin kongre sonrasında, dinleyicilerin de önerileri ve eleştirileri doğrultusunda tek bir metin olarak düzenlenmesi. Böylece ana temanın alt başlığı ile ilgili kolektif bir çabanın ürünü olan tek bir metin çıkarken kongrenin ricalarından biri olan tebliğlerin akademik kariyer açısından puan olarak kullanılmaması da kişilerin tercihine bırakılan bir şey olmaktan çıkabilir. Bu durum aynı zamanda kolektif çalışmanın katılımcıları arasında, kongre dışında yeni çalışmaları da motive eden bir bağ oluşturabilir. Kongrenin sonrasına dair bu öneriyi de, bilginin soldan bir perspektifle örgütlenmiş ürünü olacak yayın faaliyeti tamamlamalıdır. Keza sorun söylem alanının hegemonyasını belirlemekse dolaşıma girecek olan kavramların, bütünlüklü biçimde sunulması da bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.
Kongre ile ilgili olarak bir diğer önerimiz de Erkin Başer’in sendika.org sayfasındaki röportajda çok güzel biçimde ifade ettiği; “burjuvazinin bilimi sermayenin finansmanı ile, işçi sınıfının bilimi işçi sınıfından beslenerek yapılır” cümlesi ile ilgilidir. Kongre boyunca en çok dile getirilen eleştiriler ve serzenişler genelde bu konuyla ilgiliydi: sokaktan başlıklı oturumların azlığı ve de bu oturumların daha ilgi çekici oturumlarla aynı zamana konması.
Hangi felsefece (ya da sosyoloji, psikoloji, iktisat ve diğer bütün toplumsal disiplinlerce) yapılan tespitlerin doğru ya da doğru olmadığı yargısı ancak ve ancak toplumsal yapıdaki iktidar ile varlığa dair bilgi arasındaki tarihsel ilişki göz önüne alınarak cevaplanabilir. Varlık (büyük harfle yazılan Varlık) politiktir. Bu Marksizm’in temeline yerleşecek ilk ilkedir. Bunun da nedeni karşı tarafın bilgiyi üretme sürecinde kullanmış olduğu argümanları başka perspektifler bağlamında ve taraf olarak tekrardan örgütlemektir. Aristoteles’te varlık olmak bakımından varlığa ait olan kategoriler, ortaya çıkan somut varolanın bileşenleri olarak düşünülürler. Herhangi bir bilgi nesnesinin ne’liğine dair araştırma ilk olarak bu kategoriler içinde ortaya çıkmış olan özelliklerin somut bileşkesini kurmaya çalışmalıdır. Daha sonra nedenler sorusu ile de kuşatılacak olan nesne hakkında konumlanma noktalarının çoğunun tüketilmiş olmasından kaynaklı güvenilir bilgi edinilebilir. Fakat ortaya çıkmış olan bu bilgi Marx’a göre yeniden üretilmeye muhtaçtır. Bu yeniden üretim sadece nesnedeki yeni potansiyellerin ortaya çıkması ile ilgili olarak tarihsel bir üretim olmayacaktır, eş-süremli olarak uzamsal bir ayrım içinde de yeniden üretim söz konusudur. Bu eş-süremli üretim sınıfsal konumların farklılığından kaynaklı olara
k aynı bilgi nesnesi üzerine bir paralaks oluşturur. Paralaks; gözlem konumundaki değişiklikle ortaya çıkan nesnedeki yer değiştirme olarak tanımlanabilir; aralarında tarafsız ortak bir zemine imkân vermeyen yakından bağlantılı iki perspektifin karşı karşıya gelmesidir; “ilk bakışta bu tür bir paralaks yarık fikri bir tür Hegel’den alınmış Kantçı intikam olarak görülebilir; paralaks, iki düzey arasında ortak bir dil, paylaşılan bir zemin olmaması sebebiyle, diyalektik olarak daha yüce bir senteze “dolayımlanamayacak / ortadan kaldırılamayacak” temel çatışkının yeni bir ismidir”. Böylece, aynı nesne üzerinde aralarındaki farklılıkların ortadan kaldırılamayacağı temel savlar Aristoteles’in varlık olmak bakımından varlığa ait olanlar belirlemelerine Marx tarafından çok temel bir ön çerçevenin eklenmesini sağlar: Varlık politiktir. Varolanların bu politik kavranışı Varlığın artık bir yerlerde gizli duran, keşfedilen bir şey olarak değil, örgütlenip (sınıf perspektifinden bir araya getirilerek) bilgisi üretilen bir konum olduğunu gösterir. İşçi sınıfının çıkarlarına taraf olarak kendini örgütleme amacındaki bilgi ve bu bilginin üretilme uzamı olarak düşünülen kongre doğaldır ki işçi sınıfının ve onun diğer bileşenlerinin deneyimlerine, sorunlarının görünür kılınmasına daha çok ihtiyaç duymalıdır. Marx’ın; “Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda kaldığı bir ülküdür. Biz bugünkü durumu ortadan kaldıran gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları şu anda varolan öncüllerden doğar” cümlesi bu konuda yol göstericidir. Marx’ın içerisinde “bugünkü durumu ortadan kaldıran gerçek hareketi” gördüğü şey işçi sınıfının sermayenin somut egemenliğinin genel koşullarını tersine çevirmeye yönelen hareketleriydi. Komünistlerin o dönemki politik görevi, işte bu maddi toplumsal hareketin genel ve tarihsel bilincine dayanarak, hareketi tüm mantıksal sonuçlarına kadar ilerletmekti. Dolayısıyla Komünist hareketin somut içeriği kapitalizmi ortadan kaldıran gerçek hareket tarafından tarihsel olarak oluşturulmaktaydı. Sosyalizmin 21. yy’daki tarihsel içeriğinin Türkiye’deki bilgi depolarından biri olmaya aday kongre bu yüzden oldukça zor ikili bir görevle de karşı karşıyadır. Bir yandan söylem alanında bugüne kadar hegemonyasını kurmuş olan değerlendirmelerin perspektifini değiştirmek ve ikinci olarak da bu perspektif kaymasını sağlayacak olan argümanları sınıfın bütün bileşenlerinin deneyimlerinden yola çıkarak üretmek. Dolayısıyla bilginin bilinç olarak örgütlenmesini sağlayacak argümanlara daha çok yer vermek.
Kongre ile ilgili üçüncü bir tartışma konusu ise; kongrenin kendiliğinden ürettiği ama bir o kadar da sorumluluk yükleyen güzel bir hediye ile ilgili: lisans öğrencilerinin kongreye katılımındaki artış. Öğrencilerin bu seneki kongreye yaklaşık 200 ila 250 kişilik bir katılım sağladığı görüldü. Fakat bu durum öğrencilerin bilgi üretim pratiğine aynı yoğunlukta yansımadı. Yıl içine yayılan öğrenci çalışma gruplarının çabalarının kongre tarafından da takip edilen sistematik bir düzenliliğe oturtulması bu konuda oldukça verimli sonuçların alınmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum. Öğrenci çalışma gruplarının sayısının çoğaltılması ve büyük bir titizlikle kongre temasına uygun hale getirilmesi için temmuz ortalarında, yıl içine yayılmış olan tartışmaların, yine Karaburun’da hocalarıyla beraber bir haftalık yaz okulu olarak kurumsallaştırılması, sadece kongre açısından değil, Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin akademi ile gerçekten buluşmalarını da sağlayacak, kongrenin tahayyül bile edemediği sonuçlara yol açabilir. İlk defa 2008 yılında Karaburun’a gelen Diyarbakırlı öğrencilerin 2009 öğretim yılı içinde sergilemiş olduğu performansın ve akademi ile ilgili düşüncelerinde ortaya çıkan kırılmaların (yaklaşık 6 ya da 7 bağımsız panel, 3 aya yayılan Felsefe Tarihinde Özne Problemi başlığı altında 5 ayrı yoğun katılımlı seminer, master ve doktora eğitimini düşünen öğrenci sayısındaki 3 katına varan artış, bir çok öğrencinin dil konusuna özel bir önem vermeye başlaması, derslerdeki performansın bütün sınıfa yayılan motive edici etkisi vs vs) bu durum açısından özel bir örnek olduğunu belirtmek isterim.
Bir kongre düzenlemenin, yapılacak olan işleri sıralamak ve ondan sonra sırayla bu işlerin yerine getirilip getirilmediğinin saptanmasından çok daha büyük bir iş olduğunu bilen Karaburun emekçileri elbette yukarıda bahsedilenlerin hepsinin bilincindedir. Benimki sadece bir teşekkür etme biçimi olarak hatırlatmadır. Genel olarak üç başlık altında toplanmış olunan yukarıdaki düşünceler, kimi zaman bir kongreden beklenilmesi gerekenin oldukça üzerinde talepler olarak görülebilir. Bu yüzden eleştiriler yapılması gereken görevler olarak değil de, yapılabileceklere dair bir ufuk olarak okunursa çok daha verimli olabilir. Ki kendisini, kongre düzenlemenin çok üstünde bir ufukla güdüleyen Karaburun Bilim Kongresi’nin emekçileri bu satırlardaki samimiyeti anlayacaktır.
*Dicle Üniversitesi, Eğitim-Sen Üyesi