Türkiye’deki kadar ödül dağıtılan başka bir ülke var mıdır acaba? Elbette marifet iltifata tâbidir; nadir olan, kıymetli olan ödüllendirilmeli, teşvik edilmelidir. Lakin, Türkiye’de marifeti olan da olmayan da, kıymetli olan da olmayan da ödüllendirilir. Hatta marifetsizler ve kıymetsizler daha çok ödüllendirilir. Ekonomideki enflasyon düşmüştür ama ödül enflasyonu sürüp gitmektedir. Şirketler, kulüpler, yerel yönetimler, patron ve […]
Türkiye’deki kadar ödül dağıtılan başka bir ülke var mıdır acaba?
Elbette marifet iltifata tâbidir; nadir olan, kıymetli olan ödüllendirilmeli, teşvik edilmelidir.
Lakin, Türkiye’de marifeti olan da olmayan da, kıymetli olan da olmayan da ödüllendirilir. Hatta marifetsizler ve kıymetsizler daha çok ödüllendirilir.
Ekonomideki enflasyon düşmüştür ama ödül enflasyonu sürüp gitmektedir.
Şirketler, kulüpler, yerel yönetimler, patron ve esnaf örgütleri, sendikalar, dernekler, hatta derneklerin şubeleri… Kendisinden söz ettirmek, reklamını bedavaya getirmek isteyen kişi ve kuruluşlar, toplumun seçkin (elit) aktörlerine ve figüranlarına ödül üstüne ödül yağdırmaktadırlar.
Politik seçkinler, ekonomi dünyasının seçkinleri, kışla seçkinleri, medya seçkinleri, sanat ve edebiyat dünyasının seçkinleri, seçkin akademisyenler, sahne ve futbol seçkinleri ödül üstüne ödül almaktadırlar.
Kimi örgütler yılda 60-70 kadar ödül verirken, kimi seçkin ödül avcılarının payına yılda birkaç ödül düşmektedir.
Öyle bir al gülüm ver gülüm çarkıdır ki, hem seçkinlerin hem ödüllendiren kişi ve kuruluşların şöhreti yürümekte, hem de ödül ve başarı için rol modeli önerilerek toplumsal bilinç, tanımlanan koordinatlara, daraltılan paranteze sıkıştırılmaktadır.
Alan razıdır veren razıdır. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyledir. Aralarında Nobel’in de olduğu kimi komiteler, yaptıkları seçimlerle aslında kendi kendilerini ödüllendirmektedirler. Her şeye karşın, bugüne değin reddedilen ödül de pek görülmemiştir.
* * *
Dünyada ödül reddedenler arasında akla ilk Jean-Paul Sartre gelir. Sartre, sosyalist olduğunu, verenlerin konumundan dolayı resmi payelere ve ödüllere saygı duymadığını belirtip, Nobel Edebiyat Ödülü’nü ve ülkesinin en büyük devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü reddetmiştir.
Sartre’ın “kendi kendini ödüllendirme uyanıklığına” fırsat vermediği Nobel Ödül Komitesi, barışçılık deyince akla ilk gelen Mahatma Gandhi’yi görmemiş; ama “Uygarlaşmamış kabilelere karşı zehirli gaz kullanılmasını şiddetle destekliyorum…” diyen ve her iki Dünya Savaşı’na imzasını atan İngiltere Başbakanı Winston Churchill’e bile “barış” ödülü vermişti.
Nobel Ödül Komitesi, 1973’te de Barış Ödülü’nü Vietnam lideri Le Duc Tho ile ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger arasında paylaştırmaya kalkınca, Le Duc Tho ödülü reddetti.
Ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı mücadelenin simge isimlerinden Nelson Mandela ise Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin kendi kendilerini ödüllendirmelerine fırsat vermedi. Mandela, kendisine verilecek Atatürk Barış Ödülü’nü reddetti. Ayıptır hatırlatması, Mandela’nın “Kürtlere ayrımcılık yapıyorsunuz” diyerek reddettiği ödül daha önce Kenan Evren’e ve savaş örgütü NATO’nun genel sekreteri, nazi artığı Joseph Luns’a bile verilmişti.
Sinema tarihinde Marlon Brando, ‘Baba’ (The Godfather) filmindeki rolüyle 1973’te En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar’a layık görülmesine karşılık, sinema sektörünün Kızılderililere ilişkin tutumunu protesto ederek ödülü reddetmişti.
Türkiye’den de Genelkurmay Başkanlığı’nın 1992 yılında vermek istediği “Mehmetçik Gazeteci” ödülünü reddeden TRT Muhabiri Kunter Kunt’u rahmetle anmamamak olmaz.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Kuzey Irak’ta “PKK’yı imha operasyonu”nu izleyen gazeteciler için ödül hazırlamıştı. Orgeneral Güreş, gazetecilerin harekâtı ateş hattındaki Mehmetçik ile omuz omuza izlediklerini belirterek, “Mehmetçik” dediği gazetecileri birer plaketle ödüllendirmişti. Plaket verilecek gazeteciler arasında kamu yayıncısı TRT’den Kunter Kunt da vardı. Kunter Kunt, “Allah Allah” nidaları eşliğinde program yapan, haber yazan gazetecilere benzemiyordu. Haber verirken objektif olmaya çalışıyordu. Benzetmek gerekirse, Falkland Adaları için İngiltere ile Arjantin arasında çıkan savaşta İngiliz hükümetinin tepkisini çeken BBC’nin yayınlarını anımsatan haberler veriyordu. Mehmetçik kavramına saygılı olmakla birlikte gazeteciliğin askerlikle ya da başka bir işle bağdaşmayacağı düşüncesiyle plaketi reddetti. Hakkında derhal sürgün kararı çıkan Kunter Kunt, sürgüne istifayla karşılık verdi. Yazık ki, meslek ahlakını elden bırakmayan gazeteciye iş verecek televizyon kanalı çıkmadı. Kunter Kunt, çevirmenlik, danışmanlık yaparak yaşamını sürdürmeye çalıştı. Nihayet, beş yıl önce elli üçüncü yaşında ölene kadar sadece gazetecilik yapmış olmakla teselli buldu.
* * *
Ödül, alana da verene de itibar kazandırmalı, verildiği alanda başarı için heyecan yaratmalı, güdüleyici olmalıdır.
Çok değil 25-30 yıl öncesine kadar Türkiye’de ödüller heyecanla karşılanır, alanlar kadar almayanlar ya da verilmeyenler de tartışılırdı. Bütün değer yargılarının piyasaya yenik düştüğü neo-liberalizm döneminde ise ödül enflasyonu patladı, ödüller değersizleşti.
Ödüller artık eserin ve kişinin kıymetine göre değil, ödül şebekesine kişisel yakınlığına göre takdir ediliyor. O hale geldi ki, ödül verilenler, özellikle medya dünyasının starları ödül törenini teşrif etmeye bile tenezzül etmiyorlar. Ödül törenine yamaklarını gönderirlerse, ödülcü kuruluş bunu itibar teyidi sayıyor. Medya starı, köşesinde ya da programında ödülcü kuruluşun adını geçirmişse, ödül amacına ulaşmış oluyor.
Bu ortamda, bir ağırlığı olması gereken ödüller de, piyasa ilişkilerini yeniden üretmeye yönelik ödül furyasında ister istemez erozyona uğradılar, uğruyorlar. Ödül enflasyonu, ödüllerin değerini azalttığı gibi, dünyanın şiddetten, ırkçılıktan, ayrımcılıktan arınması, daha özgür ve adil olması, ülkenin demokratikleşmesi uğruna mücadelede toprağa düşenler adına oluşturulan ödüllerin toplumca benimsenmesini ve sahiplenilmesini de olumsuz yönde etkiledi. Genelev patroniçesinin defalarca “yılın vergi rekortmeni”, eski DGM savcılarından Nuh Mete Yüksel’in bile, birinde bir gazeteci örgütü tarafından olmak üzere, birkaç kez “yılın hukukçusu” seçildiği ödül furyasında başka türlü bir sonuç beklenemezdi.
* * *
Ödül enflasyonuna yenik düşmemesi temenni edilen bir ödül de artık Hrant Dink adına veriliyor. Üyeleri arasında Etyen Mahcupyan’ın bulunduğu ödül komitesinin başkanlığını Ali Bayramoğlu yürütüyor.
Emperyalistlerin açtığı can pazarında birbirine düşman edilmiş iki halk arasında geleceğin barışı için çırpınan, kalbi solda atan, halkların ve emekçilerin dostu Hrant Dink adına oluşturulan ödülün ilki geçen hafta Taraf gazetesi yazarlarından Alper Görmüş ile İsrail’den Haaretz gazetesi muhabirlerinden Amira Hass’a verildi.
Hakkında yazılanlara göre, Amira Hass’a verilen ödülün yerini bulduğu muhakkaktır. İşgal altındaki topraklardan gönderdiği haber ve yazılarla, uyruğu olduğu İsrail’in Filistin’deki terörünü eleştirmektedir. Türkiye’nin resmi politikalarına ters gazeteciliğin tehlike ve bedeli göz önüne getirildiğinde, Amira Hass’ın ödülü hak ettiği ortadadır.
Alper Görmüş’ün de ödülü hak ettiği söylenebilir. Gazetecilik yapmadığı, posta kutusuna bırakılan belgeyi yayımladığı eleştirileri yersizdir. Türkiye’de her gazeteci posta kutusuna bırakılan belgeyi yayımlama yürekliliği göstermiyor.
Alper Görmüş de ödülü hak etmiştir de, hariçten gazel okumak diye karşılanacak olsa da söylemeli ki, ödülü daha çok hak eden gazetecile
r vardır. “Dink Cinayeti Ve İstihbarat Yalanları” isimli kitabıyla Nedim Şener’in Hrant Dink Ödülü’nü daha çok hak ettiğini söylemek hakkaniyetin gereğidir. Hrant Dink’in katiline 20 yıl hapis cezası istenirken, cinayeti deşifre eden kitabın yazarına 28 yıl ceza istenmektedir.
Nedim Şener ayrıca, “Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat”, “Fırsatlar Ülkesinde Bir Kemal Abi”, “Tepeden Tırnağa Yolsuzluk”, “Uzanlar: Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü” adlı kitapların da yazarıdır.
Hrant Dink’in katiline 20 yıl ceza istenirken, cinayeti deşifre ettiği için 28 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan gazetecinin ödüllendirilmesi, çok daha isabetli olurdu. Hrant Dink’e benzer şekilde adliye koridorlarında süründürülen gazeteciyle örnek bir dayanışma sergilendiği gibi, Dink’in anısına en güzel armağan, ilgili odaklara da en güçlü mesaj verilmiş olurdu.
Anlaşılan o ki, ödül komitesi, bu basiret ve olgunluğu gösteremedi; ödül seçiminde, ülkedeki iktidar satrancında hükümet partisinin yörüngesinde dolanan kimi komite üyelerinin ve komite başkanının ideolojik-politik aidiyetleri daha etkili oldu.
Yapılan seçim, Hrant Dink adına oluşturulan ödülü daha ilk adımında tartışmalı hale getirdi
Hrant Dink’in adına ve anısına yakışmadığı gibi, Dink’in anısı üzerinden entelektüel rant eleştirilerine kapıyı ardına dek araladığı söylenebilir.
Not: Hrant Dink’in ölüsü üzerinden entelektüel rant eleştirisi yeni değildir. Dink’in cenazesi henüz toprağa verilmişken entelektüel ölü soygunculuğuna dikkat çekilmişti.
Bilgi için aşağıdaki adreslerde yer alan
Hrant’ın katilleri ve dostları
Hrant’ın katilleri ve dostları başlıklı yazıya bakılabilir.