Başbakanın sözüne güvenip stratejik analiz yapanın vay haline! Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” deyip, horozlanmasının ardından, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara bir genelge vererek “İsrail’in ürünlerinin boykot etmeyin” uyarısı yaptığını hatırlarsınız. Ardından da bir ABD-TSK-İsrail ortak tatbikatı geldi: “Güvenilir Denizkızı.” Başbakan Ermenistan’la olan ilişkiler meselesinde de Mayıs ayında şöyle demişti: “Yukarı Karabağ’ın işgali […]
Başbakanın sözüne güvenip stratejik analiz yapanın vay haline! Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” deyip, horozlanmasının ardından, Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara bir genelge vererek “İsrail’in ürünlerinin boykot etmeyin” uyarısı yaptığını hatırlarsınız. Ardından da bir ABD-TSK-İsrail ortak tatbikatı geldi: “Güvenilir Denizkızı.” Başbakan Ermenistan’la olan ilişkiler meselesinde de Mayıs ayında şöyle demişti: “Yukarı Karabağ’ın işgali sebeptir, kapıların kapanması neticedir… İşgal ortadan kalkmadıktan sonra kapıların açılması da mümkün değildir.” Sonra bir baktık ki, Abdullah Gül Ermenistan’da futbol izliyor ve ilişkilerin normalleştirilmesinden bahsediliyor. Yani izlenecek siyaset konusunda en güvenilmez sözlerin, bizzat yönetenler tarafından edildiği bir ülkede yaşıyoruz.
Oysa mesele hiç karışık değil. Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin 1990’ların başından beri gergin olmasının belli başlı sebepleri, ABD emperyalizminin ve Türkiye’deki işbirlikçilerinin bölgedeki planlarından doğuyor. Oligarşik devletin dış ilişkilerde emperyalist politikalara uyma zorunluluğu, yurtiçinde ise kendini yeniden yapılandırma gayreti içinde oluşu nedeniyle Ermenistan’la araları biraz “limoniydi”. Oysa başlangıçta, SSCB’nin dağılmasının ardından Ermenistan’ın bağımsızlığı TC tarafından ivedilikle kabul edilmiş ve Turgut Özal bölgede kurulacak çokuluslu bir sermaye yapılanması için Ermenistan’a da el uzatmıştı. Ne var ki Özal’ın yağlı eli havada kaldı ve Ermenistan’dan beklenen yanıt alınamadı.
Kurulduktan birkaç yıl sonra Türkiye’nin de etkisiyle NATO’nun güdümüne giren Azerbaycan’ın aksine, Ermenistan Rus emperyalizminin desteğini alıyordu. Ermenistan’ın Rusya güdümünden çıktığı yerde, Ermeni meclisi içinde başbakan da dâhil olmak üzere 8 milletvekilinin öldürülmesi gibi manevralarla ülke Rusya çizgisinde tutuldu. Yine Rusya desteğinde Karabağ’ın işgal edilmesi konusunda yaşanan çatışmalar Türkiye’yi de taraf tutmaya zorladı. Türkiye ya NATO’nun bölgedeki etkinliğini yitirmesi pahasına Ermenistan’la olan ilişkilerini sürdürecekti ya da “Türk kardeşlerimiz” politikasına sarılarak bölgede ABD yanlısı bir kuşağın yaratılmasına ve Rusya’nın etrafının sarılmasına yardımcı olacaktı. Elbette hem emperyalizme bağımlılık, hem de ülke içinde şovenizme duyulan ihtiyaç nedeniyle, seçilen yol ABD’nin yolu oldu. ABD’nin bölgedeki çıkarlarının temsiline soyunan Türkiye, bir yandan da kendi sermayesini beslemek ve ülke içinde yeniden boy veren devrimci mücadeleye ve Kürt milliyetçi hareketine karşı meşruiyetini güçlendirmek için bu yolu seçti.
Oligarşi, iki halkın birbirine düşman edilmesini meşrulaştırmak için, Ermeni meselesinde hep tali unsurlara sarılarak şovenizmi körükledi: Ermeni soykırımının kesin reddi ve her fırsatta iki halkı karşı karşıya getirmeye yönelik provokasyonlar, Karabağ’ın işgali, Hocaali katliamı ve ASALA’nın eylemleri Türk milliyetçiliğini Kürt hareketi üzerinden olduğu kadar, Ermeni düşmanlığı üzerinden de tahkim etmeye yaradı ve nihayetinde oligarşi istediğini elde etti. Türkiye emperyalizmin Kafkasya’daki “koçbaşı” olma görevini başarıyla üstlendi. Bu süreçte Ermenistan ve Türkiye arasındaki gerilimin kimi emperyalist politikaların dayattığı suni bir gelişme olduğu halka unutturuldu. Tarihte sık sık örneğini gördüğümüz üzere, halklar nezdinde yaratılan düşmanlık bir süre sonra maddi temelinden kopukmuş gibi ele alınarak, Ermenilerle Türkler arasındaki uzlaşmaz, metafizik bir düşmanlıkmış gibi yansıtıldı.
Son yıllarda ise bir değişime tanık oluyoruz. Oligarşi bir zamanlar sık sık başvurduğu argümanları bir kenara bırakıyor ve geçmişte bu argümanları savunmuş olan, dilinden ve kaleminden epey yararlandığı isimleri terk ederek Ermenistan ile ilişkileri “normalleştirmeye” çalışıyor. Bu konuda TSK, bürokrasi, TÜSİAD ya da MÜSİAD cephesinden herhangi bir itiraz duyulmuyor. Elbette normalleştirme denilen şey, emperyalizm tarafından ve onun için normalleştirmedir. Ermeni ve Türkiye halkları geçmişteki düşmanlıklarından bir şey kazanmadıkları gibi, kendilerini idare eden egemenlerin barışmasından da bir şey kazanamayacaklar.
Fakat bu süreci anlamlandırmak için değişen dinamiklere de bakmak gerek. Acaba emperyalizm nezdinde neler değişti de Türkiye bu yola girdi?
Ermenistan’ı kim kapacak?
SSCB’nin dağılmasının ardından kurulan Rusya Federasyonu, emperyalistleşmesine imkân tanıyan bir coğrafyada varlığını korumaya ve etki alanını genişletmeye çalışıyordu. Ancak diğer yandan, Doğu Bloku ülkelerinin büyük bir hızla ABD ve Avrupa emperyalizminin güdümüne girdiği, mevzi üzerine mevzi kaybettiği yıllar geçirdi Rusya. ABD emperyalizminin sarma harekâtı Batı’da Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya dâhil edilmesi, Doğu’da ise Rusya’ya yakın duran ülkelerin ABD’ye yakın duran ülkelere doğru çekilmesi siyasetini izledi. Gürcistan’da geçtiğimiz yıl olup bitenler bu perspektiften ele alınmalıdır. Türkiye bu stratejide önemli bir rol üstlendi. Gerek Türkî cumhuriyetlerle, gerekse de Gürcistan gibi ülkelerle yapılan anlaşmalar hem emperyalizme, hem de işbirlikçi oligarşiye yarayan bağlantılar kurma görevini üstlendi. Zaten 1997 yılında ABD Dışişleri Bakan Vekili Strobe Talbott’un demeci emperyalizmin amacını net bir şekilde ortaya seriyordu: “2000 milyar varillik petrol rezervine sahip Hazar Havzası ABD açısından hayati bir çıkar bölgesidir. Dünyanın 21. yüzyıldaki bu enerji deposu Rus hegemonyasına bırakılamaz.”
Emperyalizmin 2009’daki amacı da farklı değildir. Rusya’yı kuşatma ve enerji kaynaklarına yaklaşma amacı eskisinden de fazla olan ABD, Afganistan ve Pakistan üzerindeki baskısını bu amaçla yoğunlaştırmış, Gürcistan’ı kendine yedeklemiştir. Başlangıçta da belirttiğimiz üzere oligarşinin başbakanı Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesine şart olarak Karabağ’daki işgalin kalkmasını koşuyordu. İşgal kalktı mı? Hayır. Öyleyse kapılar niye açılacak? Demek ki, asıl sebep Yukarı Karabağ’ın işgalinden çok daha büyük ve önemlidir. Ermenistan’la Türkiye arasındaki gerginlik günümüzde işte bu çok daha büyük ve önemli amaçlara ters düştüğü için daha fazla sürdürülememektedir.
Dikkatinizi bir süreliğine Rusya ve Ukrayna’ya çekelim, sonra söz geri döneceğiz. 1 Şubat 2009’da Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan gerginlik önemli. Bize Kafkasya’nın ABD için ne derece önemli olduğunu gösteriyor. Şubat ayında Ukrayna’nın Rusya’dan ithal ettiği doğalgazın bedelini ödememesi üzerine, Rusya önce Ukrayna’nın gazını kesti. Rusya daha sonra Ukrayna’yı Avrupa’ya kendisi üzerinden giden gazı çalmakla suçlayarak, Avrupa’ya giden gazı da kesti. Bu durum enerji ihtiyacının üçte birini Rusya’dan karşılayan Almanya için olduğu kadar, Rusya’nın doğalgaz sattığı diğer 20 Avrupa ülkesi için de bir şok oldu. Gerçi daha sonra her şey “tatlıya bağlandı” fakat bu olay Avrupa emperyalizminin Rusya’ya ne derece bağlı olduğunu ve ABD’nin Rusya’ya karşı girişeceği operasyonlarda AB ülkelerinin desteğini çekmesinin ne zor olacağını bize bir kere daha gösterdi. Nitekim Nisan 2008’de Fransa ve Almanya Ukrayna’nın NATO’ya alınması teklifini veto etmişlerdi. AB sermayesinin Rusya’daki yatırımlarının 2007 yılında 17 milyar Euro’ya ulaştığını da belirtelim.
Türkiye’de birdenbire gündeme gelen Nabucco projesi, işte bu gerilimlerin ABD lehine çözümlenmesi için atılmış öngörülü bir adımdı. Plana göre Avrupa’ya ABD empe
ryalizminin kontrolü altında ikinci bir enerji hattı çekilmesiyle, dosta düşmana gereken mesaj verilecek ve böylece buradaki ülkelerin enerji bağımlılığından kurtularak Rusya’nın izole edilmesi kolaylaştırılacak. Nabucco’nun şimdilik Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden Türkiye’ye getirilmesi planlanıyor, fakat yakın gelecekte Ermenistan’a da bu enerji koridorunda bir rol verilmesi sürpriz olmaz. ABD hiç olmazsa bölgede kendi lehine oluşmakta olan istikrarı engelleyici herhangi bir unsur istemiyor. Ermenistan’ın bölgedeki iki ABD yeni-sömürgesi olan Azerbaycan ve Türkiye tarafından tecrit edilmesi, onun Rusya’yı bir kaçış noktası olarak daha sıkı benimsemesine neden olabilir.
Velhasıl, Nabucco bir Anti-Rusya projesidir.
Bu gözlemler, TC’nin ideologları tarafından da doğrulanıyor, Ermenistan ve Türkiye arasındaki gerginliğin, ABD’nin Kafkaslardaki kontrolünü riske sokan mahiyetine dikkat çekiliyor. Yine emperyalizmin güdümündeki CSIS adlı bir think-tank kuruluşunun Mart 2009 raporunda, Ermenistan ve Türkiye arasındaki anlaşmazlığın Ermenistan’ın yalıtılmasıyla sonuçlandığı söylenirken, Türkiye’nin Kafkasya’daki stabilizasyonunun sağlanmasının “ABD çıkarlarını ilerletmek için büyük bir fırsat” olduğu vurgulanıyor. Besbelli ki, 1990’larda Türkiye’ye biçilen ABD emperyalizminin “koçbaşı” olma görevi, halen tamamlanmış değil. 2008’de kopan emperyalist krizin ardından, Türkiye’ye nerden girdiği belli olmayan milyon dolarlara bakacak olursak, Türkiye olası bir emperyalist çatışmada ABD’nin neferi olarak görev yapmaya da hazır. Tabii ki “bir koyup, üç almak” şartıyla!
Ülkemizin alık liberalleri, Ermenistan’la ilişkilerin emperyalizmin lehine normalleştirilmesini, bu temellerden yoksun, salt bir demokratikleşme hareketi gibi göstererek halkı yanlış yönlendirmeye devam ediyorlar. Bu normalleşme, tıpkı önceki “anormalleşme” gibi, emperyalizmin güdümünde alınmış bir karardır. Dün iki halkı birbirine düşman etmek oligarşinin işine geliyordu, bugün piyasadan kendi paylarını alabilmek için el sıkışıyorlar ve bunun toplumsal meşruiyetini barış söylemleri ardına gizlenerek yaratmaya çalışıyorlar. Ermeni ve Türkiye halkları kendilerini ezen iktidarların dalaşmasından tarih boyunca hiçbir çıkar elde etmemişler, aksine birbirlerine kırdırılmışlar, bir diğerini çağlar boyu birlikte yaşadıkları topraklarından etmeye, hainlik yapmaya zorlanmışlardır. Ve şimdi de bu barış ezenlerin barışı olacak, iki halk yine onların genişleyen yatırımlarında ücretli köle olarak, ucuz iş gücü olarak el altında bulundurulacak. Sermayenin devleti, yek diğerinin yatırımcısını kollamak için kendi işçisini ezecek ve iki halk arasındaki çelişkiler, emperyalizmin çıkarına teslim edilmeye hazır bekleyecek. Olur da Ermenistan yeniden ve kararlı bir biçimde Rusya’nın güdümüne girerse, Ermeni soykırımı, Hocaali Katliamı ve Karabağ’ın işgali yine gündeme servis edilecek, Hrantlar yine canı cebinde gezmeye devam edecek, Samast popülasyonu artacaktır.
Ortadoğu ve Kafkaslardan emperyalizm ve onun işbirlikçileri kazınıp atılmadıkça, halkların kardeşliği sermayenin merhametine kalmış demektir. Bugün liberallerin baş tacı edildiğine bakmayın, egemenlerin çelişkileri olgunlaştığında piyasaya sürülecek olan, 1990’larda olduğu gibi yine milliyetçiler olacak. Oligarşinin de pek çok defa belirttiği üzere, iş “zamanlama” meselesidir.
Referanslar:
Diplomatik Gözlem. “Türkiye’nin Penceresinden Ermeni-Azeri Anlaşmazlığı”.
http://www.diplomatikgozlem.com/haber_oku.asp?id=650
Halk Gerçeği (People’s Truth, HKP-M yayın organı). “Dirilen Rusya”.
http://www.solundogusu.net/index.php?option=com_content&task=view&id=368&Itemid=35
Sevak Saruhakyan. “‘Nabucco’ Gas Pipeline And Armenia”
http://www.noravank.am/en/?page=analitics&nid=1962
Stephen Flanagan. “Turkey’s Evolving Dynamics”
Vatan. “Kafkaslar’da Agit Rüzgarları”.
http://www.ozgurluk.org/kitaplik/webarsiv/vatan/vatan_arsiv/haberler/vatan/vatan16/agit_ruzgarlari.html
Vatan. “Kafkaslar’daki Koç Başı Türkiye”.
http://www.ozgurluk.org/kitaplik/webarsiv/vatan/vatan_arsiv/haberler/vatan/vatan28/dosya.html