Yaz aylarının gündüz kavurucu sıcak, gece dondurucu soğukla ziyaret ettiği 3700 metredeki Hakkâri-Berçalan Yaylası, kadınların “barış sözünü” söyledikleri bir nöbet gecesiyle tanıştı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen kadınlar bölge kadınlarıyla kucaklaştı. Kucaklaşan her kadın etraflarındaki tepelerde ellerindeki silahlarıyla askerlerin ve gerillaların kendilerini izlediklerini biliyordu. Kadınlar namluları görmeseler de, namluların gölgesinde inatla “barış” dediler. Öyle ki […]
Yaz aylarının gündüz kavurucu sıcak, gece dondurucu soğukla ziyaret ettiği 3700 metredeki Hakkâri-Berçalan Yaylası, kadınların “barış sözünü” söyledikleri bir nöbet gecesiyle tanıştı. Türkiye’nin dört bir yanından gelen kadınlar bölge kadınlarıyla kucaklaştı. Kucaklaşan her kadın etraflarındaki tepelerde ellerindeki silahlarıyla askerlerin ve gerillaların kendilerini izlediklerini biliyordu.
Kadınlar namluları görmeseler de, namluların gölgesinde inatla “barış” dediler. Öyle ki kadınlar barış sözünü söylemeden birkaç saat önce, kent merkezinden bir gerilla cenazesi kaldırılmış ve yayla yolunda “devletin” resmi ve sivil giysili silahlı güçlerinin kontrollerinden geçerek bu noktaya gelinmişti. 2000 metre aşağıda taziye çadırı, 1700 metre yukarıda “barış” çadırı kuruluydu. Bölge her iki duygunun karmaşasındaki derin bir çığlığı atıyordu. Buna rağmen kadınlar her yanı yoksulluk, şiddet ve baskı olan bu dünyanın en kuvvetli barış çağrısını yapmak için yan yana geliyorlardı.
Kelimenin tam anlamıyla yediden yetmişe Kürt kadını, toplumun iliklerine kadar işleyecek bir barışın tesis edilmesinin kolay olmadığını, ancak 30 yıldır daha büyük zorluklarla “piştiklerinden”, bundan asla vazgeçmeyeceklerini haykırıyorlar. Kürt kadını kararlı bir “barış” savunucusu; Kürt kadını halkların, cinslerin eşitliğine gidecek bir yolun inşasının en çalışkan işçiliğini yapıyor. Türkiyeli kız kardeşleriyle “barış”ta kucaklaşırken kat ettiği yolun daha başlangıç olduğunu biliyor. Şiddet, töre, cinayet, yoksulluk, işsizlik gibi her yandan saldıran sistemle büyük hesaplaşma için yolun başında olduklarının da farkında kadınlar.
Kadınlar ilk önce yapılması gerekeni söylüyor. Ölmek ve öldürmek denkleminde ilerleyen savaşın “onurlu bir barış”a evrilmesi için ilk koşulun, namluları karşısındakine tutmak değil önce yere indirmek yani “ateşsizlik hali” olduğunu; bombalamaların, operasyonların durdurulması gerektiğini ve yoksul Kürt halkının tüm toplumsal düzeylerde eşitliğinin güvence altına alınacağı bir süreci işaret ediyor. Halkın yaşantısının fiili ve meşru tüm dinamiklerinin “resmi” bir hal alacağı; yani varlığının ve varlığının en önemli özelliği olan dilinin, siyaset yapma hakkının demokratik yasal mevzuatın dışında değil içinde “hak” olarak tanımlanmasını istiyorlar. Bu elbette ki statükonun devamcıları ve eşitsizliklerden beslenen egemenler açısından “korkunç bir gerçek”. Betonlaştırdıkları bir “cumhuriyet”ten geçilerek tüm eşitsizliklerin ortadan kaldırıldığı yeni bir rejimin inşa edilmesi egemenler için tam bir “kâbus”. Bu kâbusu her gün görmeyi tercih edenlerin, sürecin savaş ve şiddet sarmalında devamı yerine, “uyku kaçırmayan” bir uyumla devam etmesi için çeşitli adımlar atacakları vaadi ortalığı kaplamış durumda.
Egemenler “Kürtleri tanımak” ancak bu tanıma halini toplumsal eşitsizlikleri giderecek bir müdahale ile değil de, sistemin devamını sağlayacak müdahale biçimleriyle gerçekleştirmek istiyorlar. AKP’nin adına “açılım” dediği siyaset, Kürt halkının özlemlerine yanıt veren ve Türkiye toplumuna “demokrasi” vaat eden bir doğrultudan gelişmiyor. Tüm açılım tartışmaları, özgür ve eşit halkların yaşadığı bir Türkiye’nin inşası yerine “sıkıntı çıkaran” Kürtleri sisteme sıkıntısız biçimde eklemlemek üzerine kurulu. Bu eklemlenme başta ABD olmak üzere emperyalist aktörlerin bölgesel ihtiyaçlarını ve Ortadoğu için geliştirdikleri yeni sömürgecilik politikalarına uyumu içeriyor.
Bölgesel planlarda başlıca “huzursuzluk” kaynağı olarak görülen PKK’nin tasfiyesi; Kürtlerin gerek Irak’ın kuzeyinde gerekse Türkiye’deki varlığının, kapitalist pazarı zaafa uğratmayacak bir düzenekle uyumlulaştırılması, ABD’nin askeri ve politik çıkarlarını en üst düzeyde koruyan bir düzlemde “çözüme” kavuşturulmak isteniyor.
Hala düşük ya da orta şiddette devam eden çatışma halinin PKK’nin “ateşsizlik” durumunda bulunmasına rağmen her gün operasyonlarla karşılıklı çatışma haline dönüştürülmesi hala mümkün. AKP açılımları cumhurbaşkanı, başbakan ve içişleri bakanının açıklamalarıyla “beklenti yükselten” taktik durumlar olarak seyrederken, Abdullah Öcalan’ın açıklayacağı yol haritasına resmi ya da gayrı resmi düzeyde itibar edilip edilmeyeceği belli değil. Devlet kurumlarıyla uyum içinde çalışılarak bu sorunu çözüme kavuşturacağını ilan eden Tayyip Erdoğan hükümetinin TÜSİAD’dan, bir grup gazeteciden, bir grup aydından aldığı destek, operasyonları durdurmuyor; çocukları, sendikacıları cezaevinden çıkartacak bir kararlılık yaratmıyor.
25 yıllık savaş halinin Kürtler, Türkler ve tüm ezilenler lehine bir barışa dönüşmesi, uzun bir yol haritasının tüm ezilen güçlerle birlikte hazırlanmasını gerekli kılar. Kürtlerin önce hayatı karartan şiddeti sonlandıracak bir çözümü istedikleri açık. Bu, karşı durulabilecek bir talep değil; tarihsel durumun anlaşılabilmesi için belki de önkoşul. Bu tarihsel durum yoksul Kürt köylüsünün, kadınının ve gencinin insani bir yaşam talebinin ulusal ve sınıfsal gerçek pozisyonlarının açığa çıkması için de önemli.
Devletin demokratik bir dönüşüm içinde olduğunu iddia edenlerin Kürtlerin bu demokrasideki yerlerini tayin ederken belirleyecekleri pozisyon, bir turnusol kâğıdı olmaya devam edecek. Türk ile Kürdü, kadın ile erkeği, zengin ile yoksulu eşitleyen bir demokratik dönüşüm mü yoksa Türk’ün, erkeğin ve zenginin durumlarını korumalarını sağlayan bir “operasyon planı” mı?
Türkiye toplumunun tüm kesimleri tarafından gerçek bir ihtiyaç olarak her gün hissedilmeye başlanan eşitsizlikler, basit bir biçimde kâğıt üzerinde ortadan kaldırıldığı söylenerek gerçekleşebilecek nitelikteki eşitsizlikler değildir. Bu derin eşitsizlik, sistemin kendisiyle doğrudan ilgilidir ve düzeltilmesi için de topyekûn bir değişime ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle “değişim” ancak devlet aygıtı, demokrasi, toprak, kadın, yoksulluk gibi başlıkların eşit haklar ilkesi temelinde radikal dönüşümlere tabi kılındığı ve hakların tümünün kullanılmasının somut maddi-sınıfsal-ulusal ve cinsel güvenceler altına alındığı bir sistematik ve yürütücülükle gerçekleştirilebilir. Bu sistematik açıktır ki, bugünkü cumhuriyet rejiminin temellerini oluşturan ideolojik-kavramsal-hukuksal çerçevenin baştan aşağı değiştirilmesi ile mümkündür. Bu çerçevede Kürtlerin yaşamsal ihtiyaç duyduğu temel yurttaşlık haklarının ancak diğer tüm halklarla, ezilen cinsle ve sınıflarla birlikte ortak bir kuruculuk hukuku içinde kullanılabileceği açıktır. “Türkiye Cumhuriyeti’nin” henüz taze bir bağımsızlık ve toplumsal yenilenme vaadi olduğu kısa bir tarihsel an içinde belirip sonra sonsuz biçimde yitirilen “cumhuriyetin ortak kuruculuğu hukuku” bugünün dünyasında ancak, halkların yeniden kardeşleşmesinin maddi güvenceleri birlikte elde edildiğinde gerçekleştirilebilecektir.
Kaynak: Halkın Sesi gazetesinin 20 Ağustos 2009 tarihli 87. sayısından alınmıştır