Kürt sorunu, Türkiye’nin farklı siyasal kesimleri için on yıllardır belirleyici bir rol oynayagelmiştir. Siyasal hareketlerin kurulmasında, ayrışmasında ve dağılmasında belirleyici önemini hiç kaybetmemiştir. Ancak kuşkusuz ki bu belirlenim en çok sosyalist hareket söz konusu olduğunda kendini göstermiştir. Ülkemizdeki sosyalist hareketlerin ihmal edilemeyecek bir kısmında ayrışmalar Kürt meselesi üzerinden yaşanmıştır. Sosyalist hareketin, özellikle PKK’nin Kürt siyasetinde […]
Kürt sorunu, Türkiye’nin farklı siyasal kesimleri için on yıllardır belirleyici bir rol oynayagelmiştir. Siyasal hareketlerin kurulmasında, ayrışmasında ve dağılmasında belirleyici önemini hiç kaybetmemiştir. Ancak kuşkusuz ki bu belirlenim en çok sosyalist hareket söz konusu olduğunda kendini göstermiştir. Ülkemizdeki sosyalist hareketlerin ihmal edilemeyecek bir kısmında ayrışmalar Kürt meselesi üzerinden yaşanmıştır. Sosyalist hareketin, özellikle PKK’nin Kürt siyasetinde başat aktör olmasıyla beraber bu rotaya daha da fazla girdiği söylenebilir.
Son birkaç aydır hem burjuva siyasetini hem de düzen dışı siyaseti fazlasıyla hareketlendiren “Kürt Açılımı” bu durumun yeni ve oldukça yakıcı bir evreye girmesine yol açtı. Düzen aktörleri arasında yaşanan tartışmaların “hangimiz daha milliyetçi, hangimiz daha amerikancı” döngüsünden ileri gitmediğini söylemeye gerek yok. Türkiye halkları açısından daha önemli olan ise sosyalistlerin bu konuda ne dediği ve takındıkları tutum. Solun açılım konusunda ne dediğini tek tek özetlemenin anlamı yok; ancak solun bugüne kadar yap(a)madıklarının bugün söylediklerini kısmen anlamsızlaştırdığı da yadsınamayacak bir gerçek. Bu meseleyi ele almak anlamlı olacak zannımca.
Solun Kürt meselesinde (84’ten sonra) kısa bir bocalama döneminden sonra iki dönem ve iki hattan müteşekkil siyaset izlediğini söylemek mümkün. Birinci dönem PKK’nin daha sınıf eksenli bir mücadele yürüttüğü ve Türkiye soluyla dirsek temasında olduğu dönem. Bu dönem kabaca 1984-1995 arasına yerleştirilebilir. Bu dönemde sol hareketlerin önemli bir kısmı Kürt halkının ve hareketinin devrim sürecinde önemli bir dinamik olduğunu varsayarak desteklenmesi eğilimindeydiler. Asıl kırılma 1995’ten sonra, daha da net şekilde, Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve Öcalan’ın kendi deyimiyle “Barış Süreci”nin başlamasıyla yaşandı. İşte bu kırılma Kürt meselesine yaklaşımda solda iki ana hattı belirginleştirdi.
Bunlardan birincisi Kürt hareketine kayıtsız şartsız destek vermek biçiminde tezahür eden ve devrimci demokrasinin taşıyıcılığını yaptığı hattı. Ezilen Kürt halkının yanında olmak kuşkusuz ki solun evrensel değerleri açısından zorunlu bir tavırdı devrimciler için. Ancak emperyalizmin iştahını kabartan bir coğrafyada milliyetçiliğin etkisine açık bir harekete verilen ve sınıf eksenli olmayan bu destek Kürt hareketini tekrar sola çekmek bir yana, onu burjuva siyasete daha da yaklaştırdı.
İkinci hat ise Kürt meselesine indirgemeci bir emek ekseniyle yaklaşan ve sosyalist sol diyebileceğimiz kesimler tarafından izlenen siyasal hat oldu. Bu yaklaşım ise Kürt meselesini salt bir emek sorunu ele alarak işin ulusal yanını görmemeyi tercih etti. Kuşkusuz ki ulusal sömürünün kaynağında da emek-sermaye çelişkisi vardır; ancak bu çelişkinin en önemli tezahürlerinden biri olan ulusal soruna indirgemeci bir mantıkla yaklaşmak arzu edilen sınıfsal birlik yerine ayrışmalara ve hatta sosyal şovenizme varabilecek bir yaklaşımdır. “Kürt sorunu bir emek sorunudur” diskuru, Kürt coğrafyasında solun örgütlü olamamasının nedenlerinden biridir. Fabrikada çalışan Kürt işçisinin, fındık toplamaya, pamuk toplamaya giden mevsimlik işçi Kürt ailelerinin sömürülen emeği elbette önemlidir ve sosyalistlerin varlık sebebidir; ancak aynı işçilerin maruz kaldıkları ulusal ayrımcılık da sosyalistlerin mücadele alanı olmalıdır.
Yukarıda sayılan iki hattın optimum düzeyde bir araya gelememesi, solun Kürt meselesine etkili girdiler yapmasının önündeki en önemli engeldir kanımca. Özellikle solcuların sevdiği ve sık kullandıkları bir söz vardır: “Siyaset boşluk tanımaz”. Yani bir siyasal öznenin -ya da öznelerin- boş bıraktığı toplumsal alan mutlaka başka özneler tarafından doldurulur. Solun kısmen öznel tercihlerine, kısmen de nesnel koşullara dayanan ikili -ve aşırı- tavrı Kürt coğrafyasında sol açısından bir boşluk yarattı ve bu boşluk maalesef cemaatler, tarikatlar ve AKP tarafından doldurulmaya çalışılıyor.
Son 10 yıldır Kürt meselesinde dişe dokunur şeyler söylemeyen, devrimci yaratıcılığını kullanamayan solun açılım konusunda da söyledikleri havada kalmaktan kurtulamıyor. Kürtlerin kültürel, siyasal haklarının tanınması gerektiğini sadece programına yazmak yetmez. Bunu toplumsal alana yani solun yaşam alanı olan sokağa taşımak gerekir; ancak sınıf ekseninden milim sapmadan. Özgürlük ve kardeşleşme sosyalistlerin işidir; burjuvazinin değil. Bugün AKP’nin şişirdiği açılım yanılsamasını deşifre etmek ve Kürtler için asıl özgürlüğün sosyalizmde olduğunu anlatmak solun en hayati görevidir.
Sözün özü; Sosyalistler, Kürt açılımı konusunda Kürt hareketinin, solun söylediklerini dikkate almamasının ve sahneye çıkmak istedikçe daha da arka koltuklara itilmelerinin sebebini kendinde aramalı ve buna acil çözümler inşa etmelidir. Nazım Hikmet’in dediği gibi:
“kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!”
Fırat Kızılırmak
firatkizilirmak@gmail.com