Keder ancak ve en çok onu duyumsayanlarındır …! Tarih doğru okunduğunda içinde “müreffeh bir dünya ve muasır medeniyet” seviyesine ulaşmak için gereken bütün ders ve deneyimlerin mevcut olduğu görülecektir. Ancak tarih, sadece doğru okunduğunda ve iyi niyetle anlamlandırıldığında, bu perspektifi kazandırabilir insanoğluna. Türkiye’de birçok konu gibi apolitikleşmenin “in” politik olmanın yani taraf olmanın ise “out” […]
Keder ancak ve en çok onu duyumsayanlarındır …!
Tarih doğru okunduğunda içinde “müreffeh bir dünya ve muasır medeniyet” seviyesine ulaşmak için gereken bütün ders ve deneyimlerin mevcut olduğu görülecektir. Ancak tarih, sadece doğru okunduğunda ve iyi niyetle anlamlandırıldığında, bu perspektifi kazandırabilir insanoğluna. Türkiye’de birçok konu gibi apolitikleşmenin “in” politik olmanın yani taraf olmanın ise “out” olduğu söylemden ve belleksizlikten “12 Eylül” günü de, nasibini yeterince almıştır. Çünkü Eylül artık romantik ebeveynlerin çocuklarına verdiği bir isim. 12 Eylül ise bu ülkenin yeni yetme genç beyinleri için, bir zamanlar İstanbul’da yaşanmış bir öğrenci isyanı ya da sol söylemin bir isyan hareketidir. O günün, bu ülkenin takvimlerine sinmiş bir insanlık ayıbı, kara bir darbe olduğu, mimarının pembe resimlerinde yitirilmiştir ve Evren Paşa hasta, sevimli ihtiyar bir ressamımızdır artık. Öyle ki gazete köşelerini sarmış eli kalem tutan, kalemi çoktan satılmış dünkü toplumsal direncin köşe taşları bile köşelerinde yazdılar bugün, ben de o anayasaya evet diyen, o darbeyi alkışlayan %92’in içindeydim ne olmuş yani diye. Yazarlar tabii ki; ne olmuştu ki 12 Eylül sürecinde Türkiye’de, sadece şunlar olmuştu:
Hafifletilmiş 12 Eylül Bilançosu: 650.000 kişi göz altına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi. 50 kişi asıldı 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyetine son verildi 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 600 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi -kaçarken- vuruldu. 95 kişi -çatışmada- öldü. 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi. 43 kişinin ise -intihar ettiği- bildirildi.
Daha bitmedi devamı da var hem de kuyruklusundan: ülkeyi içinden çıkılmaz dertlere iten 24 Ocak kararları ve elbette 1982 anayasası. Yani 12 Eylül, bu ülkede karanlığın başladığı yerdir, öyle ki sadece siyasetin değil, ABD-AB Dünya Bankası ve IMF gibi kıskaçların tamamının, yani ekonominin, yani sosyal yaşamın ve insanca yaşamanın karşısında ne kadar engel varsa hepsinin, doğum günüdür ama pastasının üzerindeki mum ışık değil zifiri karanlık yaymaktadır bu ülkenin ve insanlarının üzerine…!
Bugün 12 Eylül, bugün sabah erkenden, kederle ve yasla açtım gazeteleri, paylaşmak istiyordum, onlarla duyumsadıklarımı. Ama baktım ki yas herkesin yası değil: çok sevgili muhteris ve kifayetsiz köşe başının popüler yazarı, tamam köşeni tutmuşsun belli; kaleminin de kemiği yok o da aşikar, ama bari bugün biraz daha el-insaf diyerek yaz yazacaklarını. Sadece ben okumayacağım bugün yazdıklarını nice fidanını görmeden koklamadan toprağa veren analar da okuyacak, duyacak. 29 yıldan sonra çıkıp, ne olmuş ki kamu huzuru herkesin hakkı ben de alkışlayanların arasındaydım deme. O anayasaya oy veren %92’nin içindeydim diye yazma köşende. Gel bir de Malatya’nın Hekimhan’ına bağlı Davulkulu köyünde, 1981’in 10 Haziran’ındaki Veysel Güney’in annesi Zeynep anneye sor ne olduğunu 12 Eylül’de. Dünyalarının nasıl karanlığa boğulduğunu bir de onlardan dinle. Gel seninle, cesaretin varsa, oğlunun cansız bedenini almaya gittiğinde “onun mezara ihtiyacı yok ne istersek onu yapacağız” sözleriyle karşılaşan annenin yaşlı gözlerinin içine bakalım. Veysel’in “Mezarımı yol üstünde kazsınlar. Üzerine demir yumruklu bir yıldız yapsınlar…” vasiyetine rağmen hala bulunmayan mezarından belki de hiç bulunamayacak olan mezarından bakalım da tekrar soralım ne olduğunu bu ülkede 12 Eylül ve devamında. Yıllar sonra, bir umutla onun mezarı mıdır diye DNA testi için örnek veren yaslı annenin gözyaşından bakalım bir de neler olduğuna. Bu ülkede gözyaşı dinmeyen kaç ana olduğunu ve onların her 12 Eylül’de kaç kez öldüklerini sen bilemezsin elbet, belli ki çoktan unutmuşsun, çünkü senin için genellikle Eylül, medya patronundan yeni sezon için alacağın paketin (maaş ve diğer ödenekler) derdine düştüğün aydır. Yani muhteris ve kifayetsiz (uluslararası) bir yazın ardından bu güz nerede kışlayacağının derdine düştüğün aydır Eylül. Başka ne beklenir ki zat-ı muhtereminden…?
elbet elbet unutmamalı şu yaslı güz eylülünü
karanlığı saran yalnızlığı cesurca itip dışarı
içimizden geçirmeli çığlıklarını ve adlarını
ve kentleri nasıl da büyüttüğümüzü
uzun ve tozlu sayfalarda
daha dün kucakladık ne varsa unutulan
saçak bakışlı tarlalarda ve maviyi nasıl da topladık başımıza
çıtırık güllerini açtık şehr-i meydanlarda
ama neden neden sonra
çok bir mahleli park durağında
bir çocuğun gözlerinde kaybettik cevapları
ve hala neden
bulamadık hekimhanlı bir ananın yorgun ellerindeki yakarışlarını,
ve pırıl pırıl gözyaşlarını ve sıcacık teninde solan taze yasını
hatırla acısını nasıl da bir şarap gibi yudumladıklarını
ama ne oldu da biz şu yaslı eylülü
şehr’i dipte bastık bağrımıza ve yine de
unutamadık yokuşlarda yiten kimliksiz bedenlerini
hatırla daha dündü toplandık
çınaraltı gibi dingin…
hatırla daha dündü buğulandık
hatıralar gibi yaslı….
sustuk yeniden sustuk ama n’oldu da
seksenbir haziranını unutamadık
ve sinsin halaylarında havalanan
toz-u bulut gibi dağılışlarını
ve sayfa aralarına yazdığımız acılarını
ki belleklerimizdedir hala
hıyanete zımnetli onbir haziran gecesi
ve.güneyin adressiz bedeninde biten
ve her eylül inatla, umuda ve kızıla açan güldenyüzü…