Kürt sorununa çözüm tartışmaları ne zaman yapılsa ilk söylenen şeylerden biri silahsızlanma meselesi oluyor. Herkes çatışmasız bir ortamın gerektiği fikrinde hemfikirken, kimileri çatışmasızlık için PKK’nin silahsızlandırılması gerektiğini savunuyor. Bir kısmı ise PKK güçlerinin sınırötesine çekilmesi gereğinden bahsediyor. Ama çatışmasızlığın olmazsa olmaz koşullarından olan operasyonların durmasının ne denli hayati olduğuna pek de değinilmiyor. Sadece şunlar şunlar […]
Kürt sorununa çözüm tartışmaları ne zaman yapılsa ilk söylenen şeylerden biri silahsızlanma meselesi oluyor. Herkes çatışmasız bir ortamın gerektiği fikrinde hemfikirken, kimileri çatışmasızlık için PKK’nin silahsızlandırılması gerektiğini savunuyor. Bir kısmı ise PKK güçlerinin sınırötesine çekilmesi gereğinden bahsediyor. Ama çatışmasızlığın olmazsa olmaz koşullarından olan operasyonların durmasının ne denli hayati olduğuna pek de değinilmiyor.
Sadece şunlar şunlar oldu, ordu operasyonları da dursa iyi olur gibi çekinik bir ifade, çatışmasızlığın yaratılmasında ne yazık ki pek işe yaramıyor. Bunu deneyimler öğretiyor.
Zira, aslında PKK için silah bırakmanın bir tabu olmadığını gösteren bir 1999 deneyimi bulunuyor. Bu deneyim aynı zamanda PKK için şimdi silahsızlanma kararı vermenin niçin o denli güç olduğunun da verilerini içinde barındırıyor. Aslında gelişmesi öngörülen ‘Çözüm sürecinin’ başarısı için, 1999-2005 arasındaki sürece bir başaltı kılavuzu gibi yeniden yeniden dönmek gerekiyor.
Şimdi Türkiye’de kimi çevreler 1999 sürecinde sağlanan koşullara dönmek istiyor. O dönemde PKK siyasi iktidarın elini güçlendirmek için, demokratikleşme adımlarını atabilmesi için Türkiye’deki güçlerini sınırdışına çıkarmış, benim de dahil olduğum bir gerilla grubunu Türkiye’ye barış ve demokratik çözüm grubu olarak göndermişti.
Öcalan’ın inisiyatifi ile yürütülen o sürece eğer devlet kanadından yanıt gelse idi, devlet kanadı çözümü geliştirici bir yol haritası ile karşılık verebilse idi hedef silahların gömülmesiydi.
O 8 kişilik gerilla grubu sembolik de olsa nasıl silahlarını bırakıp, asker ile tokalaşabildi ise, bu geniş ölçekte de imkan dahilinde.
Ama olmadı. Bu silahsızlanmayı geliştirecek süreç bizzatihi devletin yaklaşımları ile heba edildi.
Nasıl mı oldu?
Bu köşeyi takip edenler bilir, ama konunun güncelliği nedeni ile ben yine de yaşananları özetleyeceğim ve ihtiyaç duydukça o dönemi hatırlatacağım. Çünkü o günkü politik basiretsizliğin kaybettirdiği sadece bir süreç değildir, bugün Kürt sorununun çözümünde çokça gerekli olan güvendir, o gün olabilen şeyin bugün güçleşmesi gerçeğidir.
O geri çekilme sürecini hatırlayınız:
PKK lideri Abdullah Öcalan demokratik çözüm adımlarının önünü açmak için 2 Ağustos’ta Türkiye sınırları içinde bulunan binlerce silahlı gücün sınırdışına çekilmesini önerdi. Gerillanın askerle temasa girebilme koşullarının en aza çekilmesi hedefleniyordu. Öcalan’ın isteğine olumlu yanıt veren PKK Başkanlık Konseyi, tüm alanlarına geri çekilme talimatı verdi. Tek taraflı ateşkes sürecindeki PKK’li güçler kalabalık gruplar halinde geri çekilmeye başladı. Bu grupların kimi, Siirt Ovası’nda, kimi Botan yaylalarında, kimi Amed kırsalında, Bingöl dağlarında askerin saldırılarına denk geldi. Genç kız ve erkeklerden oluşan takımlar, gruplar imha edildi. İmha edildi diyorum, çünkü barış süreci içinde olduğunu düşünen gerillalar olası saldırı pozisyonlarına göre tedbir dahi almamıştı. Sadece barış için sınırdışına çekilmeye çalışıyorlardı.
Ama bu süreçte tam 500 genç insan yaşamını yitirdi! Bu oldukça ağır bir bedel. Şimdi kendinizi bu denli kanlı bir sürecin gelişeceğinden habersiz olarak o gün geri çekilme talimatı verenin yerine koyun lütfen. Tekrar aynı şeyi yapar mıydınız? En azından kaygısızca yapabilir miydiniz! Bu sorunun yanıtını dürüstce verin lütfen.
Sonra da bu tür önerileri geliştirirken bu binlerce insanın yaşamlarından sorumlu olduğunuzu da unutmayın.
İkinci örneğe gelince; hani PKK silah bırakmalı diyenlere bu örnek.
PKK aslında silah bırakmaya o dönemde yeltendi. Bunun sembolik göstergesi gerilladan gelen 8 kişiydi. Biz o dönemde askere ve siyasilere şu mesajı tüm açıklığı ile iletmiştik: Bize yaklaşımı gerilla gücü kendisine yapılmış sayacak. Demokratikleşme ve barış sürecine katılımımızın sağlanması ve kabulümüz, gerillanın kabulü ve demokratikleşme sürecine katılımına onay sayılacak. Böylesi bir süreçte gerilla elindeki silahı bırakmaya hazırdır. PKK, Kürt sorununun çözümünün siyasal olduğunu, barış ve demokratikleşme ile gelişeceğine inanmaktadır. 10 yıl daha kaybedilse de aynı noktaya gelinecektir!
Ama ne oldu. Bizler tutuklandık, yargılandık, hapsedildik. Cezamız bitene kadar da cezaevinde kaldık. Çıktıktan sonra da her fırsatı değerlendirmeye çalışarak barış çalışması yürütmeye çalıştık.
O dönemdeki PKK adımlarını ise devlet cenahı, ‘PKK’nin mağlubiyeti, kendisinin zaferi’ olarak okudu. Bunu her fırsatta dile getirdi. Nasıl ki galiplerin, mağluplarla barışması gibi bir derdi olmazsa devlette de giderek barış ve çözüm gibi fikirler kaybolmaya yüz tuttu. ‘Beli kırılan mağlubu’ tümden bitirme sevdasına düşüldü.
Aradan 10 yıl geçti. Bu yanılgı 10 bin yeni insanın daha canına mal oldu. Öyle ya 1999’da savaşta 30 bin kişinin yaşamını yitirdiği söyleniyordu, şimdilerde ise 40-45 bin cana mal olduğu söyleniyor. Gelinen nokta ise 1999’da gelinen noktadır.
Bunları yaşayan bir örgüt yine aynı koşulları o dönemdeki gibi sağlar mı? Hele hele operasyonlar durdurulmazsa, hele hele operasyonlar durdurulamaz deniyorsa… Bu çok mümkün görünmüyor. Yani PKK’nin bazı şeyleri yapabilmesi için operasyonların durdurulması sanıldığından da önemlidir.
Silahsızlanma meselesinde atladığım bir diğer nokta ise; Biz askerlerin yanına gittiğimizde silahlarımızı bırakmamız istendiğinde ilginç bir şey yaşandı. Bizimle birlikte, bizi karşılayan askeri komutan da silahını indirdi. Yanımıza ‘Hoş geldiniz arkadaşlar’ diyerek geldiğinde, iki elini yana açarak; ‘Bakın bende de silah yok’ dedi. Bilmem bu da silahsızlanma için sizlere bir fikir verir mi?