Sonbaharda olabileceği söylenen IMF anlaşması bağlamında iki gündemi bir arada okumak gerekiyor. Birincisi şu aşamada dünya neyi tartışıyor, Türkiye bu tartışmanın neresinde? İkincisi, ekonominin birçok cephesinden gelen verilere göre bir IMF anlaşması gereği artıyor mu, azalıyor mu? Dünyada tartışılan kısaca şu: Ekonomik krizde dibi gördük. Çıkış başladı. Kriz üssü ve küresel beklentileri olumlu yönde tetikleyecek […]
Sonbaharda olabileceği söylenen IMF anlaşması bağlamında iki gündemi bir arada okumak gerekiyor.
Birincisi şu aşamada dünya neyi tartışıyor, Türkiye bu tartışmanın neresinde? İkincisi, ekonominin birçok cephesinden gelen verilere göre bir IMF anlaşması gereği artıyor mu, azalıyor mu?
Dünyada tartışılan kısaca şu: Ekonomik krizde dibi gördük. Çıkış başladı. Kriz üssü ve küresel beklentileri olumlu yönde tetikleyecek olan ABD’de düzelme süreci birçok veriye yansımış durumda. Tüm verileri içinde barındıran en önemli gelişme ise ikinci çeyrek büyümenin beklentilerden iyi gelmesi. Konut sektöründeki canlanma emareleri de hastalıklı organda tedaviye bir tepkinin geldiğini gösteriyor. Şimdi bu cuma günü istihdam alanında bir kıpırdama haberi daha gelirse beklentiler çok daha düzelir. Ben ikinci bir kriz dalgası da beklemiyorum.
Dünya şimdi kriz esnasında aşırı bozulmuş olan kamu maliyesinin nasıl toparlanacağını ve enflasyonist dalganın nasıl durdurulacağını tartışıyor. Burada ABD Doları’nın aşırı bir hızla çökme ihtimalini de hesaba katmak gerek. Unutmayın, bu son kriz esas çıkması gereken yerden çıkmadı. Kriz ABD’nin ikiz açıklarından (tasarruf-bütçe açıkları ile cari açıklar) ve buna paralel olarak dolarda sürüp giden erozyondan çıkmalıydı.
ABD başarıyla olayın eksenini saptırdı, ipotekli konut sektörüne ve dünyanın ABD’ye akıttığı paraların adresi olan yatırım bankalarına kaydırdı. Tasarruflar burada iç edildi. Çinlinin, Arap’ın, Rus’un, Türk’ün parası kazan dairesinde yanmadı, ABD’ye geçti. Ancak, ‘Obama gazına’ rağmen ABD’nin kangren olan sorunu kaldığı yerden devam ediyor. Bunu not ediniz.
Süreç ‘reel getiri potansiyeli’ yüksek ve ‘riski düşük’ gelişmekte olan ülkelere hızla yansımaya başlıyor. Bu, önce para piyasalarına akan fonlarla başlar. Öyle de oluyor. Ardından küresel talebe göre diğer alanlara da kayacak.
Türkiye’de çok kötü gelen (%13,9) birinci çeyrek büyüme verilerinden sonra ikinci çeyrek küçülmesi, yine kötü, ancak ilk çeyreğe göre çok daha düşük kalacak.
Türkiye’nin cari açığı ocak-mayıs döneminde %80’in üzerinde daralma kaydetti. Yıllık açık geçen yılki 42 milyar bareminden bu sene sonunda en fazla 12 milyar dolara gerileyecek. Öte yandan Türkiye’ye sermaye girişi de başladı. Hele net hata ve noksan kalemindeki 18,2 milyar dolarlık “adresi şimdilik belli olmayan” (ben biliyorum) kaynak Türkiye’ye olan bir ‘minnet ve vefa borcu’ kadar güveni de ifade ediyor. Cari açık fazlasıyla finanse ediliyor. Kriz ortasında sermayenin vadesinin kısası-uzunu ya da sıcağı soğuğu tartışılmaz. İşe yarasın, açığı kapasın yeter.
Keza Türk bankaları yılın ilk altı ayında açıkladıkları 11 milyar TL’ye varan kârlarıyla 2003’ten beri kaydettikleri en yüksek rekorlarını yakaladılar. Krizde kâr rekoru iyi mi? Peki, helâl mi? Haşa!
Bankaların ve şirketlerin kısa vadeli dış borç yükümlülüklerini yerine getirmede şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bir sıkıntı gözükmüyor.
Halen %100 oranında dolaşan Hazine borç döndürme eğilimlerine ve önceki günkü büyük ihalede uzun vadeli faiz oranlarındaki katılık kırıldı ve tek haneye ‘merhaba’ dedik. Deutche Bank’ın yerli müritleri ‘Türkiye dış açıklarını finanse edemeyecek, iflas etmeden IMF’ye teslim olalım’ diyordu değil mi? Küresel köyün çağdaş marabaları bu teslimiyet üzerinde Ergenekon hesabını dürecekti.
Enflasyondaki düşüş ve faiz indirimleri devam ediyor. Bu süreç üçüncü çeyrek daralmasının da tehlikeli boyutta olacağını gösteriyor.
Bütçede yılın ilk altı ayında ortaya çıkan erozyona hükümet, siyasi riskini üstlenip erken müdahale etti. Batılıların mali dengeleri nasıl toparlayacaklarını kara kara düşündükleri bir ortamda bizde IMF’siz acı reçete devreye sokuldu. Yılın sonuna doğru bir ikinci türbülans olmaz ve mali disiplin askıya alınmazsa mali tamirat netice verecektir. Bize göre IMF anlaşmasının gereği gittikçe artmıyor, tersine azalıyor. Hele durgunluk içinde olan, bütçe tedbirlerini alan ve dış denge sorunu olmayan bir ülke için IMF anlaşması abesle iştigal.
i.ozturk@zaman.com.tr