Geçen Çarşamba Evrensel’in 4. sayfasında, “Bebekler Sağlıklı Büyüsün” başlıklı haberde çok etkileyici bir fotoğraf vardı. Fotoğraftan çocukların heyecanı ve sevinci taşıyordu. Çocukların bir adaletsizliğe karşı çıkmaktan duydukları heyecan ve sevincin Evrensel’e taşınmış olması beni çok sevindirdi. Çocukların karşı çıktıkları, Mamak’taki mahallelerine Avea’nın bir baz istasyonu kurmak istemesiydi. Çocuklar, mahalleliler ve muhtar Nurhayat Farımaz ile birlikte […]
Geçen Çarşamba Evrensel’in 4. sayfasında, “Bebekler Sağlıklı Büyüsün” başlıklı haberde çok etkileyici bir fotoğraf vardı. Fotoğraftan çocukların heyecanı ve sevinci taşıyordu. Çocukların bir adaletsizliğe karşı çıkmaktan duydukları heyecan ve sevincin Evrensel’e taşınmış olması beni çok sevindirdi.
Çocukların karşı çıktıkları, Mamak’taki mahallelerine Avea’nın bir baz istasyonu kurmak istemesiydi. Çocuklar, mahalleliler ve muhtar Nurhayat Farımaz ile birlikte yaşam alanlarına, bugünleri ve yarınlarına sahip çıkıyorlardı. Çocuklar, basın açıklamasından yarım saat önce besteledikleri bir şarkıyla görüşlerini şöyle dile getirmişler:
Baz istasyonu kurulmasın
Uzaya uydu yollansın
Bu küçük bebekler sağlıklı doğsun
Yürüsün, yürüsün
Sağlıklı büyüsün
Bu direniş çocukların süslü püslü okullara gitseler bile bulamayacakları çok önemli bir deneyim. Birlikte yaşadıkları mahalleliler ve muhtar ile birlikte, ortak çıkarları için ortak bir eylem gerçekleştirmişler. Bu eylem küçük görünse de büyük önem taşıyor. Ezilenlerin haklarını ve çıkarlarını savunmaları kadar önemli ne olabilir?
Tam da bu nedenle günümüz Türkiye’sinde yaşayan çocuklara adaletsizlikleri, adaletsizliğe karşı çıkanları ve adaletsizliğe karşı çıkılmazsa neler olabileceğini ısrarla anlatmak gerekiyor. Dünyanın her yerinden ezilenlerin öykülerini duymaları ve ezilenlerin çocuklarının da ezildiğinden haberdar olmaları gerekiyor.
Acı kahve
Guatemala’da yerli halkın ve çocuklarının yüzyıllardır yaşadıkları haksızlıklardan Türkiyeli çocukların haberi olmalı. Bu haksızlıkları öğrenmek için senelerce adalet ve özgürlük mücadelesinde yer alan Mario Roberto Morales’in tanıklığına kulak verelim.
Kahve çiftliğine geldiğimizde hemen çalışmaya başladık. Kahve toplarken üzerimize beyaz bir şeyler yağdı. Merak etmememiz söylendi; böcek ilacıymış. Ertesi gün yine yağdı. Kardeşim daha bebekti. Annem kahve toplarken onu sırtına bağlıyordu. Kardeşim birkaç gün sonra öldü. Babam bizi çiftlikten atarlar ve aç kalırız diye korktuğu için kardeşimi o gece sessizce gömdü.
Kahve çiftliklerinde olanlar elbette bu kadarla sınırlı değil. Rigoberta Menchù, halkının yaşadıklarını kendi deneyimleri ile harmanlayarak kitabında anlatıyor. Rigoberta ve ailesinin çalıştığı çiftliğin sahipleri, yerlileri boğaz tokluğuna çalıştırdıkları yetmezmiş gibi, bir de kantin açarlar. Onca zorlukla kazanılan ve ancak hayatta kalmaya yeten para, kantin sayesinde çiftlik sahibinin cebine geri giriverir. Sonra kantine içki getirilir. Çiftlik sahibinin cebine daha çok para girmeye, yerlilerin elinde ise çok daha az para kalmaya başlar. Acımasız sömürü katmerlenirken, işçiler daha da yoksullaşır; işçilerin çocukları ise daha sık aç kalır, daha sık hasta olur, daha çok çalışmak zorunda kalır ve daha çok ölürler.
Damgayla doğmak
İnsanın insana yapabileceklerinin en korkunç örneklerinin görüldüğü ırkçı rejim (Apartheid) döneminde Güney Afrika’da bir ırk hiyerarşisi vardı. Çocuklar daha doğmadan bir ırk damgası yemek zorundaydı. Beyazlar, yani egemenler, ırk sisteminin en üstündeydi. Beyazlardan sonra Renkliler (Uzak Doğu kökenliler) geliyordu. Hindistan kökenliler ise üçüncü sıradaydı. Karaderililer, yani Afrika’nın yerlileri ise en dipteydi. Ayrıca onların arasında egemenlerin işine gelecek ve birlikteliği azaltacak şekilde derecelendirmeler yapılıyordu. Egemenlerin çıkarları gerektirdiğinde sınıflama değiştiriliyordu. Örneğin, egemenlerin Japonya ile önemli işleri olduğu için Japonların ikinci sınıf Renkli kategorisinden çıkarılması ve “fahri beyaz” kabul edilmesi uygun görülmüştü.
Acı şarap
Guatemala kahve yetiştirilmesi için uygunsa, Güney Afrika’nın burun bölgesi de üzüm yetiştirilmesi ve şarap üretimi için çok uygun. Bölgede üzüm yetiştirilmesi 1600’lerde Hollanda’nın sömürge valisi tarafından başlatılmış. Bölgede çok sayıda üzüm bağı ve şarap işletmesi var.
Üzüm bağlarının sahipleri, Guatemala’da açtıkları kantinlerde yerli işçilere içki satarak daha çok para kazanan çiftlik sahiplerinden daha acımasız bir yöntem keşfetmişler. Yerli karaderili ve Hindistan kökenli işçilere ücretlerini şarap ile ödemeye başlamışlar. Güya işçiler kendilerine verilen şarabı satarak gereksinimlerini karşılayacaklarmış.
Elbette ki, işçilere yapılan ‘sıvı ödeme’ alkol tüketiminin ve bağımlığının artmasına neden olmuş. Acımasız bir düzende ezilen işçilerin birçoğu, tıpkı Guatemala’daki kahve işçileri gibi, acılarını içerek unutmaya çalışmış. Ödemeler yapıldığında sabahlara dek kadınlı erkekli içki içilmesi adet olmuş. Sonuçta işçiler çok daha yoksul, çocukları ise daha sık aç, daha sık hasta olmuş.
Acı sonuç
Bu korkunç adaletsiz çark dönerken, alkol kullanımı ve bağımlığına bağlı olarak ne ezenlerin, ne de ezilenlerin bilmediği bir başka haksızlık ortaya çıkmış. Gebe kadınların arasında aşırı alkol alanların çoğalması ile ana rahminde alkole maruz kalmaktan kaynaklanan fetüs dönemi alkol sendromu yaygınlaşmış. Bu bela, bedensel özürler dışında, gelişim geriliği ve bir bebeğin beyninin ve sinir sisteminin düzelemez şekilde zedelenmesi demek.
Irkçı rejimin devrilmesinin ardından şarap ile ödeme yok olmaya yüz tutmuş. Ama onca senenin davranışsal tortusu olarak aşırı alkol tüketimi hâlâ çok yaygın. Güney Afrika’nın burun bölgesi, fetüs dönemi alkol sendromunda dünya birincisi. Örneğin, 2007’de De Aar adlı kasabada yapılan bir araştırmada her 1000 bebekten 122’sinin bu tanıya uygun sorunlarla doğduğu saptanmış.
Acı kader değil
Guatemala’da tarlada, Güney Afrika’da ana rahminde zehirlenen çocuklar ile Dilovası’ndaki sanayi atıklarının veya Bergama’daki altın madenin oluşturduğu kirlilikten etkilenen çocukların yaşadıkları birbirine çok benziyor. Ezilenlerin çocukları her yerde açlık, hastalık ve ölüm ile karşı karşıya. İşte bu nedenle, ezilenlerin çocuklarının adaletsizliği iyi tanımaları, haklarını iyi bilmeleri ve çıkarlarını savunmaları kadar önemli ne olabilir?
Not: Mario Roberto Morales’in tanıklıkları Face of the Earth, Heart of the Sky (Bilingual Press, 2000) adlı kitaptan alınmıştır. Rigoberta Menchù’nun tanıklıkları ise Ben Rigoberta Menchu (Belge Yayınları, 2003) adlı kitapta bulunabilir.