Geçmişteki benzer girişim ve süreçlerin hep kanlı provokasyonlarla kesildiğini, eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağını bile bile, Kürt sorununda “tarihi fırsat” açılımından umuda kapılmamak, kanlı sürecin noktalanmasa bile kesintiye uğrayacağını ummamak mümkün değildi. Hükümet, kendi niyeti ve beklentisi ne olursa olsun, devletin Kürtçe konuşan uyrukları için devlet televizyonunda Kürtçe yayın yapan kanal açmıştı. Böylesine köklü bir […]
Geçmişteki benzer girişim ve süreçlerin hep kanlı provokasyonlarla kesildiğini, eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağını bile bile, Kürt sorununda “tarihi fırsat” açılımından umuda kapılmamak, kanlı sürecin noktalanmasa bile kesintiye uğrayacağını ummamak mümkün değildi.
Hükümet, kendi niyeti ve beklentisi ne olursa olsun, devletin Kürtçe konuşan uyrukları için devlet televizyonunda Kürtçe yayın yapan kanal açmıştı. Böylesine köklü bir adım atabildiğine göre, hükümet, Kürtlerin öteki kültürel hak ve özgürlüklerine de olumlu yaklaşabilirdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mart ayındaki İran ziyareti sırasında “Kürt sorunu konusunda iyi şeyler” olacağından söz etmişti.
Ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ Nisan ayında düzenlediği basın toplantılarında Türk kimliğinin etnik ve dinî temele dayanmadığını vurgulayarak, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki “Türkiye halkı” ifadesini kullandı, örgütün dağdan indirilmesi gerektiğinden söz etti.
Mayıs ayı başında Milliyet yazarı Hasan Cemal, PKK’nin Kandil kampına giderek örgüt liderlerinden Murat Karayılan’la röportaj yaptı. Karayılan, bağımsızlık ya da federasyon istemediklerini, üniter yapı içinde Kürt kültürünün özgürleştirilmesiyle sorunun çözülebileceğini, bunun için (Abdullah Öcalan ve DTP istenmiyorsa) akil adamlarla görüşülebileceğini söyledi.
Röportajın hemen ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül parti liderleriyle ve bu arada DTP Başkanı Ahmet Türk’le görüştü. Ardından Çekya ziyareti sırasında Prag’da gazetecilerin sorularını yanıtlarken, “Terör sorunu ya da Kürt sorunu. Adına ne derseniz deyin, Türkiye’nin en önemli sorunudur. İyi şeyler olacak. Bir fırsat var, fırsatın kaçmaması lazım.” dedi.
Abdullah Gül’ün kaçırılmaması gereken bir fırsattan söz etmesi üzerine PKK lideri Abdullah Öcalan da sorunun çözümü için Ağustos ayı içinde kapsamlı bir yol haritası açıklayacağını duyurdu.
Nihayet Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Bingöl kongresinde üzerine basa basa, “çözüme çok yakınız” dedi. (Milliyet, 31 Mayıs 2009)
Hükümetle ordunun Kürt sorununda ortak dil tutturdukları yorumları yapılırken, araya “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesi girdi; Genelkurmay Başkanı dahil, askere sivil yargı yolunu açan yasa çıktı; ama, PKK’nin dağdan indirilmesine ilişkin ortak dil bozulmadı.
Başbakan Erdoğan, Suriye ziyareti sırasında Milli Güvenlik Kurulu üyesi bakanlarla görüştüğünü ve Kürt meselesinin çözümü için yeni bir çalışma başlattıklarını açıkladı. Erdoğan, “Buna ister ‘Kürt sorunu’ deyin, ister ‘Güneydoğu sorunu’ deyin, ister ‘Doğu sorunu’ deyin, ‘Kürt açılımı’ diyelim, ne dersek diyelim, bunun üzerinde bir çalışmayı başlattık.” dedi. (Star, 23 Temmuz 2009)
* * *
İçi boş açılım
Geçmişteki samimiyet yoksulu benzer açılımların kanlı provokasyonlarla kesildiğini bile bile, şimdilik 40 bin can alan kanlı kısır döngünün tamamen bitmese bile bir süreliğine duracağı umuduna kapılmamak mümkün değildi. Üstelik hükümet destekçisi liberaller çok kesin bir dil kullanıyorlardı. Liberallere bakılırsa bu defa iş tamamdı, Kürt meselesi kesin çözülecek, PKK kamburunu sırtından atan Türkiye uçuşa geçecekti. Türkiye’nin bu defa başarması için hükümetin teşvik edilmesi lazımdı.
Ne var ki, sürecin koordinatorü olarak atanan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, düzenlediği basın toplantısında sorunu çözmek, akan kanı durdurmak için ne gibi adımlar atacakları konusunda hiçbir şey söylemedi. Atalay, İspanya ve İngiltere modellerini incelediklerini, ancak sorunu Türkiye modeliyle daha fazla demokrasi içinde herkesin kendisini her bakımdan hür ve eşit hissetmesini sağlayarak çözeceklerini belirtmekle yetindi. (29 Temmuz 2009)
Aslında Kürt açılımının içinin boş olduğu, daha doğrusu hükümetin içeriğini açıklamaya cesaret edemeyeceği sürpriz değildi. Geçmiş tecrübelerin anısı çok tazeydi. Bu defa da öyle olmuş, anayasayı değiştirecek çoğunlukla yedi yıldır ülkeyi yöneten parti sorunun çözümü için bir program ortaya koyamamış, öneriyi toplumdan bekliyordu. Gerçekçi olmak gerekirse, bundan sonrası için umutlanacak pek bir şey yoktu.
Umudu sürdürmek için bir neden kalmamıştı; ama, tartışma atmosferi yine de umut yüklüydü. Umudu canlı tutan, kanaat önderlerinin sansürsüz konuşmaya başlamış olmalarıydı. Geçmişteki benzer tartışmalarda rastlanmayan bir açıksözlülük vardı. Kürt kimliğine anayasal güvence, ana dilde eğitim hakkı, geniş yerel özerklik, Kürtçe yer isimlerinin iadesi, bölgeye yönelik pozitif ekonomik ayrımcılık, genel af ve hakikatleri araştırma komisyonu kurulması vs…
Tehdit ve şantaj yüklü olsa da, Kürtlerin ayrılma hakkını kullanabilmeleri için referandum bile önerildi. Türkiye Kürtlerini Irak’taki Türkmenlerle mübadele etme önerisi ihmal edilebilecek sayıda kişiyle sınırlı kaldı. Önerinin sahibi Mümtaz Soysal kınanırken, çok değil, on ay önce Tayyip Erdoğan’ın “Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet dedik. Buna karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin!” diye tehdit ettiği, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün “Ege’de Rumlar ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?” dediği hatırlanmadı.
Tartışmacılar böyle açıksözlü ve karar vericilerin ilkelliklerini hatırlatmayacak ölçüde “iyi niyetli”olduklarına göre toplumun zihni aydınlanır, sorunun aktörleri ve figüranları çözüm için samimi olmaya kendilerini mecbur hissedecekleri noktaya gelebilirlerdi. Başbakan Erdoğan 11 Ağustos’taki parti grup toplantısında kendisinden umulmayacak derecede duygulu bir konuşma yaptığına göre neden olmasındı. Bu denli duygulu bir konuşma herhalde takiyye olamazdı. Hatta, Devlet Bahçeli bile açılımı gizlice destekliyor, ilkel milliyetçilik kokan sert açıklamalarını, fanatik milliyetçileri ve ırkçıları teskin etmek, sokağa dökülmekten, dağa çıkmaktan caydırmak için yapıyor olabilirdi.
Ne ki, eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağı, Türkiye’nin 90 yıldır kanayan yarasının bir kez daha samimiyetsizliğe ve sermaye politikalarına meze yapılacağı çok geçmeden netleşti.
Kürt müziğinin ustalarından Aram Tigran 8 Ağustos’ta Atina’da vefat etti. Vasiyeti, Diyarbakır’a gömülmekti. Ne ki, Nakşibendî büyüklerinin ve katliam çetesi şefinin tarihi eser niteliğindeki dergâhlara gömülmesini sağlayan iktidar partisi, sanatçının son isteğini karşılayacak olgunluk ve cesareti gösteremedi. Oysa ne anayasa değişikliği gerekiyordu ne de kanun çıkarmak. Kürtçe türküleriyle ünlü Ermeni sanatçının ölüsünden korkan iktidar partisinin Kürt meselesi gibi devasa bir sorunun yükünü omuzlaması beklenemezdi.
Çünkü iktidar partisinin ufkunda Kürt meselesinin özüyle uyumlu bir çözüm perspektifi hiç olmadı. Tayyip Erdoğan seleflerinden farklı olarak “Kürt meselesi” deyip dursa da söylemin içini dolduramadı, çözümü PKK’nin dağdan indirilmesiyle sınırlandırdı.
* * *
Sadece kendine açılım
Esasında Tayyip Erdoğan’ın PKK’yi dağdan indirmek gibi bir derdi de olmadı. PKK’nin dağdan indirilmesi Türkiye’nin demokratikleşmesiyle mümkün olabilecektir. Türkiye gerçekten demokratikleştiğinde PKK liderleri örgütü bir gün bile dağda tutamazlar. Gelgelelim, Tayyip Erdoğan ve partisinin demokratikleşmeden anladıkları sadece imam okullarına katsayı eşitliği sağlamak, türbanı üniversitelerde s
erbest bırakmaktan ibaret oldu. Anayasa’yı değiştirecek çoğunlukla 7 yıldır iktidarda olmasına karşın, ne seçimde yüzde 10 barajını kaldırdı, ne genel başkanların partilerini “tek şef” olarak yönetmelerini düzenleyen siyasi partiler yasasını demokratikleştirdi. 12 Eylül darbesinin faşizan çalışma yasalarına dokunmadı; hükümete gelir gelmez iş güvencesi yasasını budayarak çalışanların yüzde 90’ını yasa kapsamından çıkardı. Kürt meselesinin çözümüne ilişkin bir proje geliştirmediği gibi Alevilerin asimilasyonu politikasını da kararlılıkla sahiplendi.
Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi bir derdi olmayan Tayyip Erdoğan ve AKP, PKK’yi dağdan indirmeye yönelik ciddi bir hazırlık da yapmadı. Tayyip Erdoğan da selefleri gibi Kürt meselesini terör sorunu olarak gördü, askere ihale etti. Salt terör sorunu olarak görülünce, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da itiraf ettiği üzere örgüte katılımlar önlenemedi, PKK dağdan indirilemedi. Üstelik hitabettiği kitle nezdinde meşruiyeti güçlendi, legal yandaşlarını parlamentoya sokmayı da başardı. PKK’yi dağdan indirmek, Türkiye’den ve Tayyip Erdoğan’dan çok Irak’ın işgalcisi ABD’nin derdi oldu.
ABD, Irak’ın kuzeyindeki Kürt devletinin siyasi altyapısını, 1990’lı yıllarda Çekiç Güç sayesinde Türkiye’nin katkısıyla oluşturdu. İşgalden sonra da bölgenin altyapı yatırımlarında Türk firmaları milyarlarca dolarlık ihale aldılar. Kürtlerin yardımıyla işgal ettiği Irak’ta batağa saplanan ABD, şimdi ebeliğini ve hamiliğini yaptığı Kürt devletinin güvenliği için de Türkiye’den katkı bekliyor. Dahası, Türkiye’nin bölgesinde güvenli bir enerji terminali olması, ordusunun dünyanın sorunlu bölgelerine müdahale gücü olarak kullanılabilmesi için de PKK prangasının bir ölçüde gevşetilmesi gerekiyor. ABD bu amaçlarla dört beş yıldır, PKK’yi Türkiye’nin razı olacağı derecede güçsüzleştirip evcilleştirme projeleri hazırlıyor, projelerin siyasi yükünü AKP’ye, askeri yükünü TSK’ye ihale ediyor.
Dört beş yıldır her defasında benzer tartışmalar yapılıyor. ABD’nin yemlediği medyada Süleymaniye çuvalının yerini yeniden stratejik ortaklığın aldığı, bölgenin güvenlik ve istikrarı için ABD’nin Kürtler yerine Türkleri partner olarak seçtiği palavraları sıkılıyor; Kürt devletinin Türkiye ile entegrasyonuna ilişkin senaryolar ısıtılarak, Kerkük-Musul rüyaları gören Türk milliyetçilerinin gönlü okşanıyor. PKK’nin evcilleştirilmesi için ortaya atılan projeler de, “PKK için yarasa battaniyesi”, “Eve Dönüş”, “PKK’yı dağdan indirme planı”, “Kandil BBG Evi” gibi başlıklarla dört beş yıldır gazetelerin manşetlerinde uçuşuyor.
Arada Dağlıca ve Aktütün trajedileri yaşandı. Kandil bombalandı, ardından kısa süreli ve erimli kara harekâtı yapıldı. Kandil BBG Evi gibiydi. Medyada üslenmiş kanaat tacirlerine bakılırsa, dev uyanmış, Türkiye Cumhuriyeti yeniden ayağa kalkmış, Fatih’in İstanbul’u alması nasıl paradigma değişikliğine yol açtıysa bu harekât da cumhuriyete yeni bir nefes vermiş ve Türkiye’yi bölgenin Washington’u yapmıştı.
Ne ki kanaat tüccarları doğruyu söylemiyorlardı. Gerçeği itiraf etmek görevi, “BBG Evi” projesinin askerî müteahhidine düştü. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, emekliliğinde, TV programı 32. Gün’de “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tümü gitse Kandil’i temizleyemez.” itirafında bulundu. (8 Mayıs 2009).
Ne rastlantı, aynı günlerde, evcilleştirme projesinin adı bu kez “tarihi fırsat”, “Kürt açılımı”, “demokratik açılım”, “Türkiye modeli” oldu.
* * *
“Erdoğan’ın PKK stratejisi ABD’ninkinin ikiz kardeşi”
Adını “Türkiye modeli” koysalar da henüz ortaya koyabildikleri bir model filan yok. Bir model varsa bile bunun Türkiye modeli olmadığı aşikâr. Başbakan Tayyip Erdoğan, suçluların telaşını çağrıştırırcasına, “Amerikan projesi olduğunu ispatlamayan namussuzdur şerefsizdir.” diyor.
Planın yazarı Amerikalı David L.Phillips “Karar Erdoğan’ın” diye Başbakan’ı aklamaya çalışıyor; ABD’nin Ankara Büyükelçiliği de “Kürt açılımı Türk planıdır” diye onaylıyor.
Ne ki, Referans gazetesi yazarı Cevdet Aşkın’ın Kuzey Irak Güncesi’nin başlıkları bile içi (şimdilik) boş modelin patentini ve içinin nasıl doldurulacağını yeterince gösteriyor:
ABD’den PKK’ya kontrollü tasfiye (8 Kasım 2007)
Yeni paradigma için ısınma turları atılıyor (12 Kasım 2007)
ABD plan yapıyor plan (13 Kasım 2007)
‘PKK raporu için randevuları Türk hükümeti ayarladı’ (29 Kasım 2007)
Erdoğan’ın PKK stratejisi ABD’ninkinin ikiz kardeşi (16 Kasım 2007)
PKK’nın dramatik denklemi: Tasfiye=çözüm (5 Aralık 2007)
ABD’den tam saha PKK presi, Gül’den ‘silahlara veda’ sinyali (15 Mart 2008)
Cheney’den Ankara ziyareti, ABD’den ikiz demir leblebi (17 Mart 2008)
Cheney Erbil’e gitti, Barzani ‘demir leblebi’yi yuttu (19 Mart 2008)
ABD’nin PKK planında ‘durmak yok, yola devam’ (26 Mart 2008)
Gül’den PKK inisiyatifi, ABD’den arka kapı diplomasisi (27 Mart 2008)
Ankara ‘demir leblebi’yi yuttu, Erbil’le resmi temas başladı (29 Mart 2008)
Kapatma davasının gümbürtüsü, ABD’nin Ankara-Erbil’e baskısı (2 Nisan 2008)
Kürt sorununun çözümünde pozisyonlar netleşti (15 Nisan 2008)
ABD’den PKK’ya kısmî af talebi (16 Nisan 2008)
ABD’den PKK’ya siyasi çözüm baskısı yolda (23 Temmuz 2008)
Karayılan, Obama’ya yazdığı mektupta neler söyledi? (7 Kasım 2008)
Karayılan: Ateşkes için heyet geldi (27 Aralık 2008)
PKK’nın kader yılı (1 Ocak 2009)
TRT 6 yayına başladı, Kürt sorununu çözecek cin şişeden çıktı (3 Ocak 2009)
Obama’ya “PKK’yı tasfiye” raporu (11 Şubat 2009)
Genelkurmay’ın Kürt sorununa yaklaşımı nasıl değişti (28 Şubat 2009)
Erdoğan’dan ‘PKK silah bırakırsa adım atarız’ mesajı (23 Mart 2009)
Obama’dan ‘PKK’ya silah bırak, Ankara’ya Kürt sorununu çözün’ mesajı (8 Nisan 2009)
Öcalan’dan kritik açıklama: Çözüm paketi üzerinde çalışıyorum (9 Mayıs 2009)
Gül’ün ve Başbuğ’un ‘tarihi fırsatları’ ne anlama geliyor? (12 Mayıs 2009)
İmralı ile medya üzerinden pazarlık (22 Temmuz 2009)
Cevdet Aşkın’ın Kuzey Irak Güncesi’nin başlıklarından da anlaşılacağı üzere rapor ya da plan özetle, PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığının etkisizleştirilmesini, bunun için Türkiye’nin Kürt yönetimini muhatap almasını ve diplomatik temas kurmasını, DTP ile işbirliği yapmasını, Washington’un da Erbil ve Bağdat üzerinde nüfuzunu kullanmasını öneriyor. Planda PKK için de Türk Ceza Yasası’nın değiştirilmesi, üst düzey yöneticiler dışında örgüt üyelerine af çıkarılması, Mahmur kampının boşaltılması, PKK’nin barış için stratejik karar alması öneriliyor.
Muhtemeldir ki Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, henüz açıkça sahiplenmedikleri Amerikan planına kısmi bazı eklemeler yapacaklardır. Milli Güvenlik Kurulu bildirisine bakılırsa, bu konuda devletin zirvesinde bir mutabakat da sağlanmıştır.
Vurgulanmalı ki, ABD patentli plan, sorunun demokratik hakça çözümünü sağlamayacaktır. ABD’nin hedefi, Kürt meselesini çözmek değil, Barzani-Talabani ikilisine inşa ettirdiği yapıyı tahkim etmek, bunun için Türkiye’nin PKK ve Kürt meselesini kendi belirlediği çerçeve içinde konsolide etmektir. Konsolidasyon tamamlandığında sorunun aktörleri ve figüranları arasındaki güç dengesi Amerikan parametlerine göre yeniden tanımlanmış olacak, soru
n çözülmemiş olarak kalacaktır.
Esasen Amerikan müdahalesi ve projesiyle barışa, demokrasiye kavuşmuş bir yeryüzü parçası yoktur. Bu bağlamda Türk milliyetçileri çok vahim günahlar işlemekle birlikte Kürt milliyetçileri de Amerikan işbirlikçiliğinin Kürtlere barış ve huzur getirmeyeceğini idrak etmek zorundadırlar. Geri ve geç kalmış milliyetçiliklerin emperyalist karar vericilerin oyun sahası dışına çıkamayacaklarını bile bile, değil çözüm, konsolidasyon için bile yabancı planlara angaje olunmamasını temenni etmek, en azından vicdanlara seslenmek yurtseverliğin, insanseverliğin gereğidir.
Kürt meselesi ırkçı-milliyetçi günahlardan arınmakla, halklar arasında hiyerarşi ve üstünlük yerine eşitlik ve kardeşlikle, Kurtuluş Savaşı’nda halkların ortak mücadelesiyle kurtarılan vatanı barışta da ortak vatan yapmakla hakça çözüme kavuşabilecektir.