Barınma hakkı en temel insan haklarından biri olmasına rağmen, genellikle gerçek anlamından çarptırılmakta ve bir hak olarak görülmek yerine lüks bir talep olarak değerlendirilmektedir. Anlamının çarptırılması ise beraberinde yanlış kullanımlar ve keyfi uygulamaları getirmektedir. Yönetimler için barınma hakkı, konut sorunuyla eşdeğer anlama gelmekte ve konut sorunu başlığı altında hakkın talep edilmesi zorlaştırılmaktadır. Konut sorunu da […]
Barınma hakkı en temel insan haklarından biri olmasına rağmen, genellikle gerçek anlamından çarptırılmakta ve bir hak olarak görülmek yerine lüks bir talep olarak değerlendirilmektedir. Anlamının çarptırılması ise beraberinde yanlış kullanımlar ve keyfi uygulamaları getirmektedir. Yönetimler için barınma hakkı, konut sorunuyla eşdeğer anlama gelmekte ve konut sorunu başlığı altında hakkın talep edilmesi zorlaştırılmaktadır. Konut sorunu da gecekondu sorunuyla eşleştirilerek, bırakın yoksulun barınma hakkını talep edebilmesini, elindeki konutun alınması haklı olarak gösterilmektedir.
Günümüzde yoksulların, sermaye sahipleri, rant avcıları ve belediyeler tarafından kente yakıştırılmadığı görülmektedir. Kentsel dönüşüm projeleri ile kentlerin “çirkin yüzleri” gecekondu mahalleleri ve mahalle sakinleri kentlerden sınır dışı edilmeye çalışılmakta ve kentler cilalanıp, tarihi ve kültürel dokularına yabancılaştırılıp ulusal ve uluslar arası sermayeye peşkeş çekilmeye çalışılmaktadır. Gecekondu sahiplerinin yaşamlarını sürdürme sorunu ya da barınma hakları ise bilinçli olarak göz ardı edilmektedir. Oysa rant uğruna yönetimler tarafından göz ardı edilen barınma hakkı, temel bir insan hakkı olarak Uluslar arası bir sözleşmeye dahi konu olmuştur.
İnsan hakkı olarak barınma hakkı
“Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, herkesin, yeterli beslenme, giyim ve konut da dahil olmak üzere, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma ve yaşam koşullarını sürekli geliştirme hakkına sahip olduğunu kabul ederler. Taraf Devletler bu hususta hür rızaya dayalı uluslararası işbirliğinin temel önemini kabul ederek, bu hakkın gerçekleşmesini güvence altına almak için uygun tedbirler alacaklardır”.
1966 tarihinde onaya açılan ve 1976 tarihinde yürürlüğe giren BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi 11. Maddesinde barınma hakkını yeterli bir yaşam düzeyinin bir bileşeni olarak belirtmekte; yani yeterli bir konutta yaşamayan insanların yeterli bir yaşam düzeyine sahip olmadığını onaylamaktadır. Türkiye’nin de 2000 yılında imzalayarak taraf olduğu Sözleşme barınmayı bir hak olarak tanımlasa da, hak kavramının doğurduğu yükümlülükleri açık bir şekilde göz ardı etmektedir.
Her hak, hak sahibi aktif özne ve bir ödevle yüklü bulunan pasif özne olmak üzere iki özneyi karşı karşıya getirir (Arık 1963, 245; aktaran Özdek 1993, 19). BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslarası Sözleşmesi’nin de, bu tanımdan yola çıkarsak, aktif öznesi “herkes”, pasif öznesi “Taraf Devletler” dir. Başka bir açıdan, “Taraf Devletler” “herkes”e karşı ödevle yüklüdür ve bu ödev de “herkes”in barınma hakkı dahil yeterli bir yaşam düzeyine sahip olma hakkının güvence altına alması ve devamlılığının sağlanmasıdır. Ne var ki, 11. Madde ne barınma hakkının gereği olan konutun özelliklerini tanımlamakta, ne de hangi tedbirlerin uygun olduğu konusuna açıklık getirmektedir. Konut ifadesinin tam olarak neyi temsil ettiğinin açıkça ifade edilmemesi, üstü kapalı dört duvarın da kolaylıkla bu tanım altında sayılmasının ve tedbirlerin de sınırlandırılabilmesinin yolunu açmaktadır.
İnsan hakları modern anlamıyla kapitalist sistemin yükselmesine denk gelmektedir. Kendi karşıtlarını yaratan sistem, emekçi sınıfın yaşam koşullarını her geçen gün daha da ağırlaştırmakta ve bunun karşılığında yeni hak talepleri gündeme gelmektedir. “Farklı çelişkilerin barındığı toplumsal koşullarda yeni hakların ortaya çıkması, insan hakları kavramının dinamik karakteri gereğidir… İnsanın yaşadığı koşulları insani kılma çabası sürdükçe, insan hakları da evrilecektir. Önemli olan “gerçekten” insanın insani koşullarda yaşama beklentisini güvenceye bağlamaktır” (Özdek 1993, 5). Barınma hakkı da bu insani kılma çabası içinde ele alındığında anlam kazanacaktır.
Barınma hakkı, yaşama hakkı, eğitim hakkı gibi temel haklardan biridir. İnsani yaşam koşulları bağlamındaki barınma hakkından kasıt sağlıklı konutta barınma hakkıdır. Kişilerin sağlıklı konut algılaması mutlaka değişecektir ancak sağlıklı konutun asgari koşullarını Ankara Üniversitesi Halk sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Recep Akdur (1987, 20) aşağıdaki gibi sıralamaktadır:
“1-Fiziksel niteliklerin uygunluğu: Konut, içinde barınanları, doğal afet, hava iklim koşullarına karşı koruyabilmeli, rutubetsiz olmalı, güneş ışığından en iyi biçimde yararlanmayı sağlamalıdır. Havalandırılması, temizlenmesi kolay olmalı, duvar ve döşemeleri haşerelerin yerleşmesine elvermemelidir.
2-Sağlık koşullarına uygunluk: Bir konutun suyu, elektriği, banyosu, tuvaleti hem olmalı hem de bu gibi donanım ve birimler sağlık kural ve koşullarına uygun olmalıdır. Yeterli genişlikte ve temizlenmesi kolay mutfak, banyo ve tuvalet bulunmalı ve de bu birimler, konutun diğer birimlerinden güvenli bir şekilde ayrılmış olmalıdır. Yatak oda sayı ve hacmi, ailedeki kişi sayısına göre yeterli olmalıdır.
3- Psiko-sosyal uygunluk: Konut, içinde yaşayanlara emniyet duygusu vermeli, aile gizliliği ve gözden ıraklığını sağlayarak, aile içi ve aileler arası ilişkilere elverecek nitelik ve yeterlilikte olmalıdır”.
Kişilerin içinde yaşamayı hayal ettikleri konutlar farklılaşsa da, sağlıklı bir konutun yukarıda sıralanan asgari nitelikleri konusunda hemen herkes hemfikir olacaktır. Yine de yoksulluğun bu beklentileri oldukça sınırlandırdığına günlük hayatta sık sık rastlanmaktadır.
“Çocuklar Yoksulluğu Anlatıyor Projesi” kapsamında yoksul bir çocuğun yazdığı mektuplar, ev içi mobilyaların bile beklentileri karşılamaya yettiğini göstermektedir:
“Yıkılmak üzere olan bir evde yaşıyoruz. Param olursa içinde televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, ocaklı fırını, şofbeni, kliması olan betorname, kaloriferli bir evde yaşamak isterdim. Bilgisayarla derslerime daha verimli çalışmak isterdim. Sıcak bir ortamda ayrı bir odada kitap okumak ve keman çalmak isterdim”(Uyan 2006,15).
Tanım aynı zamanda barınma hakkının eğitim hakkı gibi diğer haklarla iç içe geçmişliğini ve birçok anlamda diğer hakların temeli niteliğinde olduğunu da, belki de farkında olmadan, çarpıcı bir şekilde vurgulamaktadır.
Konut sorunu, gecekondu sorunu mudur?
Barınma hakkı ile gündeme gelen konulardan birisi konut sorunudur. Günümüzde konut sorunu denilince hemen akla gecekondular gelmekte ve ikisi birbiriyle özdeşleştirilmektedir. Gecekondular sağlıksız olarak nitelendirilmekte ve kentsel dönüşüm projeleri ile yıkılmak istenmektedir. Gecekonduların sağlıklı olduğunu iddia etmek gibi bir gaflete kimse düşmeyecektir; ancak Türkiye’deki konutların çoğu yukarıda belirtilen asgari sağlıklı konut kıstaslarına uymazken, özellikle gecekonduların gündeme getirilmesi düşündürücüdür. Gecekonduların ayrıca ruhsatlarının olmaması, imar planlarının eksikliği gibi yasal işlemlerden yoksunluklarıyla eleştirilmesine ve bu eksikliklerin yıkım nedenleri olarak gösterilmesine rağmen, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek’in “imar izni olmayan bir villa”yı almakta sakınca görmemesi gecekonduları yıkma planlarının “masum” sağlıksız konut yıkma çabaları olmadığı argümanını güçlendirmektedir.
Gecekondular son yıllarda ortaya çıkan yapılar değildir. 1950’li yıllarda sanayileşme sürecine paralel olarak köyden kente göçün sonucu ortaya çıkmışlardır. Köyden kente göçen emek gücünün, kendi barınma ihtiyacını gecekondu inşa ederek çözmesi ve böylece emek maliyetini düşürerek ucuz işgücü sağlamaları gecekonduların 1980’lere kadar yıkım tehdidiyle karşılaşmadan devamına imkan sağlamıştır. (Barınma Hakkı Atölyesi 2008, 284) Çoğunlukla kent merkezine uzak, altyapının olmadığı alanlarda kurulan gecekondular, barınma sorununu da ortadan kaldırdığı için sağlıksız koşullar ve çarpık yapılaşma bahane edilerek yıkılmaya çalışılmamışlardır. 1983’te İstanbul nüfusunun %55’i gecekondu alanlarında yaşamaktaydı (Keleş 1983, 197, aktaran White 1999, 51). 1987’de ise Türkiye’deki toplam kentli nüfusun üçte birinin gecekondularda yaşadığı tahmin edilmektedir (Yeni Gündem 4(73) 1987, 10, aktaran White 1994, 51). Ancak kentlerin genişleyip yayılması ve zaman içinde bu bölgelere altyapının götürülmesi sonucu toprak rantı yükseldiğinden gecekondu alanları sermayenin hedef tahtasına girmişlerdir.
Kentsel dönüşüm projeleri yoksulların kentlerden atılma projeleridir!
Gecekonduların yıkılarak, toprak rantının sermaye tarafından ele geçirilmesini masumlaştırmaya çalışan kentsel dönüşüm projeleri, 1980’lerden itibaren neo-liberal dönüşümle birlikte kentlerin yeniden keşfedilmesinin ürünüdür. Neo-liberal politikalar ve küreselleşme ile birlikte kentler, sermayenin yeniden üretim mekanları olmuşlardır. Küreselleşmeyle birlikte alınıp satılabilen bir meta olarak bakılan kentler, kullanım değeri değil, değişim değerinin odaklandığı yerler olmuşlar ve bir nevi neo-liberalizmin mekandaki izdüşümü konumuna gelmişlerdir (Neccar 2006). Bunun sonucunda da, yeniden üretimini para piyasaları ve kültür ve turizm alanındaki hizmet sektörü üzerinden gerçekleştiren sermayeyi kendilerine çekmek isteyen kentler arasında küresel bir yarış başlamıştır. Bu küresel yarışta ön plana çıkmak isteyen kentler de, sermayeye cazip gelmek için sanayilerini dışlamışlar, hizmet sektörlerini ön plana çıkarmışlar ve sermayenin isteğine uygun mekanlar oluşturarak kendilerini fiziksel olarak yeniden üretmişlerdir (Sert vd., 2005, 103-104) Kentsel dönüşüm projelerinin değerlendirilmesi tam da bu neo-liberal kentleşme dinamikleri bağlamında ele alınırsa anlamlı olacaktır. Kentsel dönüşüm projeleriyle kent yoksulları şehirden uzaklaştırılacak, sermayenin istediği mekanlar oluşturulacak ve bu bölgelerden gelen toprak rantı da sermaye arasında paylaştırılacaktır. Kentsel dönüşüm projeleri, gecekondu arazilerinin, kapitalist piyasa değerleri temelinde daha çok rant kazanılması hedefiyle “sorunsuz” ele geçirilmesini sağlayacak olan “sermaye bölüşümü” projeleridir.
“Roman mahallesi Sulukule’de uygulanan kentsel dönüşüm projesinin ‘rantsal bölüşüm’e dönüştüğü ortaya çıkmıştır. Yapılacak konutlara parası yetmeyenlerin sattığı evleri bir bir AKP’li yetkililerin akrabaları satın almıştır” (radikal, 19.03.2009)
Sulukule’de uygulanan kentsel dönüşüm projesinin arka planında yaşananlar, projelerin “gizli” görevlerini ortaya koymaktadır: Yoksulun elindeki tek malın sermayeye devredilmesi.
Yoksulların şehir dışına itildiği kentler tüketim merkezleri haline gelerek dönüşümlerini gerçekleştirmekte ve kendilerini yeniden üreterek tüketim merkezleri haline gelmektedir. Artan alışveriş merkezleri ya da “yaşam merkezleri” ve kapılı, nöbetçili siteler yoksul sınıfları mekansal olarak dışlamakta ve sınıflar arası çelişkiyi arttırmaktadır.
Son yıllarda kentsel dönüşüm projelerinde yerel katılım vurgusu artmıştır; ancak pratikte bu katılıma rastlanmamaktadır. Gecekonduda yaşayanların son ana kadar projeden haberi olmamakta ve öğrendikleri aşamada da evlerini bırakıp gitmekten başka seçenek sunulmamaktadır. Gecekondu sahiplerine, Sulukule örneğinde olduğu gibi acil çıkan kamulaştırma yasalarıyla evlerini sermayeye ya da belediyeye satmaktan başka bir seçenek sunulmadığından, bu sürecin yerel katılımla değil yerel zorlamayla işlediği görülmektedir. Evleri ellerinden alınan gecekondu sahiplerine Toplu Konut İdaresi’nin yaptığı evlerden alma “fırsatı” verilmektedir. Ancak bu “fırsat”ın gecekondularda yaşayanların ekonomik koşulları göz önüne alınmadığından, ülke gerçekleri inkar edilerek sunulduğu açıktır.
1982 Anayasasının 57. Maddesine göre:
“Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.”
Konut ihtiyacı ile ilgili tedbirleri almak ve toplu konut teşebbüslerini desteklemek 57. Maddeyle devlete görev olarak verilmiştir. Bu doğrultuda da, 1984 yılında kurulan TOKİ’nin kuruluşundaki temel amaçlarından biri “dar ve orta gelirli vatandaşların nitelikli konut ihtiyacını karşılamak” diye belirlenmiştir. Ancak “çağdaş mekanlarda herkese yeterli konut” sloganıyla hareket eden TOKİ, dar ve orta gelirliyi konut sahibi yapma amacından uzaklaşıp, kar amaçlı yatırımlara yönelerek lüks konutlar yapmakta ve kentlerdeki eşitsizliğin artmasına hizmet etmektedir. Slogandaki “herkes” ifadesinin, güncel pratiklerde kimleri içerdiği göz önüne alındığında, kent yoksullarının herkes grubunun içine dahil edilmediği ve ötekileştirildiği görülmektedir.
İstanbul-İkitelli Alt Gelir Grubu Konut Projesi Başvuru Duyurusu’da:
“…678 adet konutun başvurularında 1.000YTL başvuru bedeli alınacaktır…Konutlar, 2.400-3.000 YTL peşinat bedeli ve borç bakiyesinin aylık taksitler halinde 180 ay boyunca ödenmesi koşulu ile satılacak…Projeye başvuru yapabilmek için, ihtiyaç sahibinin;… Aylık geliri, en fazla net 450 YTL. Olması” Şartları belirtilmektedir. En fazla net 450 YTL geliri olan birinin başvuru ücreti olan 1000 YTL’yi ya da 2.400-3.000 YTL peşinat bedelini nasıl biriktirip ödeyeceği düşünülmemiştir. İkitelli Konut Projesi’nin duyurusunun yapıldığı Temmuz 2005 tarihinde, Türk-İş’in yaptığı araştırma, yoksulluk sınırını 1.726,55 YTL ve açlık sınırını 530,05 YTL olarak bildirirken, 450 YTL aylık gelirle, yoksulluk sınırının çok altında ve hatta açlık sınırının da altında yaşayan bir ailenin, 2.400-3.000 YTL peşinatı nasıl ödeyeceği, matematiği yeni öğrenmiş bir ilkokul öğrencisine sorulsa, şüphesiz o bile sorunun cevabının mümkün olmadığını çünkü zaten sorunun kendisinin yanlış kurulduğunu söyleyecektir. Kentsel dönüşüm projelerinin amacının yoksulları, rantın yükseldiği bölgelerden sürmek ve yaşam alanlarından uzaklaştırmak olduğu, projelerin başvuru koşulları incelendiği zaman net bir şekilde görülmektedir.
Kentsel dönüşüm projelerinin yoksullar üzerindeki yıkıcı etkileri
Kentsel dönüşüm projelerinin yerlerinden edilenler üzerindeki ekonomik, sosyal ve kültürel etkileri tamamen göz ardı edilmektedir. Öncelikle projelerin uygulandığı bölgelerde yoksul insanlar yaşamaktadır ve bulundukları yeri kendi yaşam alanlarına çevirmişlerdir. Projeyle birlikte yerlerinden edilmeleri sonucu şehrin başka bir yerinde kalacak yer bulmaları yüksek kiralar ve düşük gelirler nedeniyle çok zordur. Ayrıca o bölgelerde ekonomik ve sosyal dayanışma ağlarından da yoksun olacaklardır.
İstanbul’daki yenileme alanlarından biri olan Yenikapı’da yürütülmüş olan bir sosyal araştırma (Ökten vd., 2008, 1-10) orada yaşayanların gözünde Yenikapı’nın bir mekandan çok toplumsal bir “yer” oluşunu ortaya koymaktadır. Alan çalışması “Yenikapı’daki hanelerin genel olarak kendilerini ‘Yenikapılı’ olarak hissettikleri ve bu yere bağlı oldukları”nı göstermektedir. Konutların kömürlük ve arka avlularının evden üretim alanları olarak kullanılması, sokağın özellikle kadınlar için sosyalleşme alanı olarak öne çıkması bölgede yaşayanların yoksulluğun getirdiği sorunların üstesinden gelmesine yardımcı olmaktadır. 1993 yılında İstanbul’un yoksul mahallelerinde yapılan bir ankette kadınların %66’sının boş zamanlarında gelir sağlayıcı aktivitelerde bulunduklarını ve %64’ünün de bu aktiviteler için günde 4 ila 7 saat arası harcadıkları bulunmuştur. (White 1999, 36)1 Kadınların bu etkinlikleri yerine getirebilmeleri “kimliklerinin birincil alanı olan toplumsal gruplar” (White 1999, 27) içinde mümkün olmaktadır. “Gruba emek katkısı ve grubun üretim araçlarına ve gelir fırsatlarına ulaşmasının sağlanması yoluyla her bir bireyin kimliği grup kimliği içinde erir. Bir başka deyişle, birey (emeği ve mülkiyeti ile birlikte) grubun kendisi olur” (White 1999, 222). Bu insanların oradan sürülmesi daha rahat yaşamalarını sağlamayacak, aksine onları mutlak bir yalnızlığa itecek, enformel iş ağlarından koparıp ek gelir sağlamalarını engelleyerek yaşamlarını daha da ağırlaştıracaktır. Akrabalık ve komşuluk ilişkilerinden kaynaklanan yardımlaşma ve sosyalleşmenin daha dayanılır kıldığı yaşam şartları, sürülmenin getirdiği yalıtım ve yalnızlaştırmayla dayanılmaz hale gelecektir. Bu nedenle, kentsel dönüşüm projeleri kent yoksullarının kentlerden sürülmesi projeleridir.
Neo-liberalizmle gündeme gelen kentsel dönüşüm yüzünden, sürülen, yaşam alanlarından koparılan ve acı çekenler sadece Türkiye yoksuları değildir. Diğer ülkelerdeki yoksullarda aynı yıkıcı süreçten geçmekte, Keynezyen dönemde kendi yaptıkları evlerinden, sermayenin yeniden üretimini kentlerde gerçekleştirdiği neo-liberal dönemde kovulmaktadırlar; çünkü yoksulların evleri artık bu koşullara uygun değildir; çünkü yoksulların evleri kentlerin değerini düşürmektedir ve yine çünkü o evlerin bulunduğu araziler artık çok değerlidir ve sermaye arasında paylaşılacak bir toprak rantı vardır. Bu topraklar üzerinde tüketim için alışveriş merkezleri, üst sınıflar için kapısında nöbetçileri olan, yoksulların ulaşamayacağı siteler yapılacaktır. Yani yoksullar mülksüzleştirilecek ve Harvey’in (2008, 34) ifade ettiği gibi sermaye ‘mülksüzleştirme yoluyla birikim’ sağlayacaktır.
Hindistan Bombay’da yaşayan yoksul insan sayısı 6 milyon olarak hesap edilmektedir. Kentin tüm haritaları daha sürülme gerçekleşmemişken bu insanların orada yaşadığını inkar etmekte ve bu yerleri boş bırakmaktadırlar. Kuşkusuz bunda Bombay’daki en göze çarpan varoşlardan Dharayi’nin değerinin 2 milyar dolar civarında olması ana faktörlerden biridir. Yoksulları yerlerinden edip Bombay’ı Şangay’a rakip bir finans merkezine çevirme çabası, çevresel ve toplumsal nedenler ileri sürülerek maskelenmeye çalışılmaktadır (Harvey, 2008, 34-35).
Bombay’ın yoksulları belki de varlıklarını bile bilmediği Seul’un, Paris’in, New York’un, İstanbul’un ve dünyanın pek çok kentinin yoksullarıyla aynı süreçleri yaşamakta ve kapitalizmin kenti metalaştırması sonucu yerlerinden sürgün edilmektedirler.
Mücadele
Sistem kendi karşıtlarını yarattığı gibi, saldırıları da karşıt mücadeleleri yaratmaktadır ve bu mücadelelerden bazıları umut tohumları ekerek kentsel dönüşüm projelerinin iptaline neden olmaktadır. İ.Melih Gökçek’in Dikmen vadisi halkının talep ve beklentilerini görmezden gelen, vadi halkına hiçbir söz hakkı tanımayan ve hiçbir kamusal çıkar içermeyip, sadece 8000 kadar çok katlı konut ve alışveriş merkezinin inşasını amaçlayan, “Dikmen Vadisi 4. ve 5 Etap Kentsel Dönüşüm Projesi”, vadide kalmayı seçen vadi halkının mücadelesiyle iptal edilmiştir.
Bu mücadelenin sonucunun başarı olarak addedilmesi, gecekonduların sağlıklı konutlar olarak görülmesinden ya da yoksullara gecekonduların yakıştırılmasından değildir. Gecekonduların çoğunda sağlıklı konut kriterlerinin bulunmadığı ve hiç kimsenin daha iyisi varken, bir gecekonduda yaşamayı tercih etmeyeceği bir gerçektir. Bu nedenle, barınma hakkı tartışması içinde, gecekondular hiçbir zaman ideal konut olarak değerlendirilmemelidir; ancak kapitalist sistem içinde daha iyi bir konut seçeneği sunulmamış ve hiçbir zaman da sunulmayacak olan yoksulların, gecekondulardan başka barınacak yerleri yoktur. Tek yaşam alanlarından sürülmeleri ve buraların da sermayeye peşkeş çekilmesi kabul edilemez. Sermayenin daha fazla birikimi pahasına yoksullar kırlara çekilemez.
Barınma hakkı ve bu haktan doğan mücadele bir özel mülkiyet mücadelesi değildir.
“Büyük kentlerdeki işçilerimiz için hareket özgürlüğü birincil varlık koşuludur ve toprak mülkiyeti onlar için ancak bir ayak bağı olabilir” (Engels 2003, 48). Taksitle ev sahibi olmaya çalışan işçiler, yoksullar aylık ödemeler yüzünden, işten çıkarılma korkusu içinde yaşayacak ve sermayenin uzun çalışma saatleri, kısa zamanda aşırı iş, düşük ücret, kötü çalışma atmosferi gibi arsız saldırılarına, işlerini kaybetmemek için boyun eğeceklerdir. Zaten ev sahibi olan emekçi kesim ise işten çıkarılsa bile temel ihtiyaç olan barınma ihtiyacını nasılsa karşıladığı için haksız işten çıkarmalara sesini çıkarmayacaktır. Bu nedenle barınma hakkı talebi mülk sahibi olma talebi ile karıştırılmamalıdır.
Barınma hakkı talebine karşı geliştirilen başka bir argüman olarak da konut darlığı öne sürülmektedir. İç göçle kentlerde bir yığılma olduğu ve kentlerin de herkesi alamayacağı kesindir; ancak bu durumdan emekçileri, yoksulları suçlamak göçün keyfi değil mecburi nedenlerle yapıldığını inkar etmektir. “Bir ulusun kendi içindeki işbölümü, ilkin sınai ve ticari emeğin bir yandan, tarım emeğinden ayrılmasına, öte yandan, ve bunun sonucu olarak, kent ile kırın ayrılmasına ve çıkarlarının karşıtlığına yol açar” (Marks, Engels 2003, 20). Kırdan kente göç bu “kır-kent karşıtlığının” mecburi bir sonucudur. Göçün neden olduğu konut darlığı da emekçi ve yoksulların keyfi kararlarının sonucu değil, kapitalist sistemin yarattığı bir sorundur.
Kır kent karşıtlığı kapitalist sistemin doğası gereği oluştuğu için, barınma hakkı sorunun sistem içi çözümü mümkün değildir. Emekçi ve yoksulların da sağlıklı bir konutta yaşaması ancak kapitalist üretim biçiminin ortadan kalkması ile mümkündür. Ancak bu sistem içi değişim mümkün değildir diyerek mücadeleden vazgeçmek olmamalı ve yoksulların kentlerden sürülmesine karşı pratik mücadelelerin geliştirilmesine engel olmamalıdır.
* Marmara Üniveritesi Kalkınma İktisadı Doktora Öğrencisi
KAYNAKÇA
AKDUR Recep, Ankara Tabip Odası Bülteni, Ankara Tabip Odası, Ankara 1987, http://www.turktel.net/cgi-bin/medshow.pl?makale_no=61677, (ET: 09.06.2009).
Barınma Hakkı Atölyesi, “Çağrı”, Halkın Hakları Forumu, 8-10 Haziran 2007, Halkevleri Derneği İstanbul Şubesi İktisadi İşletmesi, Ankara 2008, s. 279-287.
ENGELS Friedrich, Konut Sorunu, Eriş Yay., 2003.
HARVEY David, “The Right To The City”, New Left Review, S.53 (2008), S.23-40; http://www.newleftreview.org/?view=2740, (ET:16.06.2009)
MARKS Karl, ENGELS Friedrich, Alman İdeolojisi (Feuerbach): Materyalist ve İdealist Anlayışların Karşıtlığı, Eriş Yayınları, 2003.
NECCAR Ali H., “Kentsel Dönüşüm Üzerine (1): Kavramsal Giriş”, Sendika Org., http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=8377, (ET:15.06.2009)
ÖZDEK Yasemin, İnsan Hakkı Olarak Çevre Hakkı, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yay., Ankara 1993.
SERT Emre, KARPUZ Hayri, AKGÜN Gürkan, Planlama Dergisi, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, Ankara 2005/2, http://www.spo.org.tr/resimler/ekler/5771bce93e200c3_ek.pdf, (ET:08.06.2009).
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, http://www.toki.gov.tr/, ET:17.06.2009).
Türk-iş, Türk-İş, http://www.turkis.org.tr/source.cms.docs/turkis.org.tr.ce/docs/file/gidaharcama.pdf, (ET:17.06.2009)
UYAN Pınar, “.Çocuklar Yoksulluğu Anlatıyor: ‘1001 Çocuk 1001 Dilek’ Projesi-Çocuk Mektupları”, (2006), http://www.scribd.com/doc/10492463/Cocuk-Haklari-Arastirmasi,
(ET:08.06.2006)
WHITE Jenny, Para İle Akraba: Kentsel Türkiye’de Kadın Emeği, çev. Aksu Bora, İletişim Yay., İstanbul 1999.
“Yeni AKP Mahallesi, Sulukule”, Radikal, 19.03.2009.