KTÜ Rektörü İbrahim Özen’e Açık Mektup Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde yaşanan “fişleme ve mektup skandalı” bir süre önce yerel kamuoyunu epey meşgul etti. Söz konusu olan, henüz mezun olduğum üniversite olunca ben de yaşananları daha bir ilgiyle takip ettim . Ama benim size bu mektubu yazmamı tetikleyen asıl şey, yaklaşık iki hafta önce bir üniversite öğrencisi […]
KTÜ Rektörü İbrahim Özen’e Açık Mektup
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde yaşanan “fişleme ve mektup skandalı” bir süre önce yerel kamuoyunu epey meşgul etti. Söz konusu olan, henüz mezun olduğum üniversite olunca ben de yaşananları daha bir ilgiyle takip ettim . Ama benim size bu mektubu yazmamı tetikleyen asıl şey, yaklaşık iki hafta önce bir üniversite öğrencisi arkadaşımın elinden alıp okuduğum ceza tebliğ kağıdı oldu. Fişleme ve tehdit mektubuna muhatap edilen üniversiteliler şimdi de sizin hışmınıza uğrayarak uzaklaştırma cezalarıyla karşı karşıya kalmışlardı. Evet, okuduğum ceza tebliğ tutanağında yazılanlar vesilesiyle cümlelerim biraz öfkeyle harmanlanmış olacak belki, ama bu öfkenin kaynağı bir üniversite yönetiminin öğrencilerine reva gördüğü uygulamanın kendisidir. Zira ben asıl öfkeyi ve düşmanlığı üniversiteli arkadaşımın eğitim hakkını elinden alan o kağıttaki her satırda gördüm.
Sayın Hocam,
Demokrasi hangi zamanlarda sanık sandalyesine oturtulur?
Üniversite içerisindeki bütün demokratik tepki ve hak arama eylemlerini ceza yağmuruna tutuyorsunuz. Rektörlük bünyesinde özel disiplin kurulu oluşturup, size uymayan her davranışı “suç” ilan ediyorsunuz. Bir yöneticiniz büyük bir öfkeyle, oturma eylemi sonucunda sizden salon alan kadın öğrencilere “salonları aldınız bedelini ödeyeceksiniz” diyor.
Suç ilan ettiğiniz davranışların ne olduğuna hiç baktınız mı? Tiyatro yapmak, dolmuş zamlarına karşı çıkıp geri aldırmak, kadın etkinliği yapmak, savaşa karşı çıkmak, yerel yönetime üniversitelilerin taleplerini iletmek. Bunlardan dolayı yetkilerinize sarılarak genç insanların eğitim hakkını elinden alıyorsunuz. Yerel kanallara çıkıp ” Cezaları ben vermedim, fakülte yönetimleri vermiş”, “Öğrencilere salon vermemem söz konusu değil” diyorsunuz. Gerçek dışı beyanatlar vermek “bilim insanının” uzak durması gereken bir tutum değil mi?
Yazık ki ne gözlerinizi kapatınca ne de görmek istemediklerinizi görüş mesafenizin dışına atınca durum değişmiyor. Gerçek hep yerli yerinde duruyor.
Bilim kendisine kimi düşman seçer?
Üniversiteli arkadaşımın ceza kağıdında ilk dikkatimi çeken şey belki de buydu. Sizin emrinizle üniversite öğrencisi onlarca kişiye açıldığı belirtilen soruşturmaların tebliğ kağıtlarında; üniversite öğrencilerinin protesto ettiği İngiliz Büyükelçisine “bay” diye hitap edilirken, üniversitelilere “sanık” diye hitap ediliyordu.
Birinci sınıfa başladığımda derste öğrencilerine “eşşoğlu eşek” ya da “geri zekalı” diyen hocalarımıza şahit olmuştum. Bu dil aynı dildi. Mayasını öğrenci düşmanlığından alan bu dil; aleviliği, saçı-sakalı-küpeyi ya da solculuğu provokasyona gelme mazereti sayarak, mütemadiyen sınıflarda ya da üniversitemizin idari makamlarında üniversitelileri paylıyordu. Söz söylemeye yeltenenler bu dilden nasibini alıp, dersten atılıyordu. Şimdi yine aynı şeyler yaşanıyor. İşte bu yaşananlardan ötürü, henüz birinci sınıf öğrencisi arkadaşım, içinden öğrenci düşmanlığı akan ceza kağıdına bakıp bana şöyle diyordu: “Bu kadar kötü olabilirler mi?”
Belli ki “bilim insanlarının” kötü olabilme ihtimali arkadaşımı yaralamıştı. Öyle ya verilen cezalar hangi akademisyenin vicdanının ölçüsü olabilir ki?
Kimin tarafındasınız?
Ceza kağıdına, ‘sanık’ öğrencilerin yaptıkları en küçük ayrıntısına kadar işlenmişti. Siyah puntolarla, üniversitelilerin “Bay” Nick Baird’ e “ABD nin sadık finosu” dediklerini belirtiyorsunuz. Belli ki büyükelçinin düştüğü duruma çok üzülmüşsünüz. Ama üniversitelilerin niye böyle bir şey söylediklerini yine kendiniz belirtmişsiniz : “Afganistan’ da ve Irak’ ta binlerce masum insanı katleden ABD ile işbirlikçilik yaptığı için” İngiliz Büyükelçisi’ ne bu ünvanı layık görmüş üniversiteliler. Peki siz hiç mi Irak’ ta ya da Afganistan’ da yaşananlardan dolayı öfke duymadınız ve üzülmediniz. Ortaya çıkan onlarca tecavüz ve işkence görüntüsü hiç mi yüreğinizin sızlamasına neden olmadı? Sormadan edemeyeceğim. O elçinin memleketinde dahi dönemin Başbakanı Tony Blair’ i eski ABD Başkanı G. W. Bush’ un finosu olarak çizen karikatürlerin yayınlandığını da mı duymadınız?
Meşruluk yasallığın sınırlarını çoktan beridir aşmadı mı?
Bir zamanlar benim de içerisinde bulunduğum, sizin de defalarca görüşüp muhatap aldığınız KTÜ Öğrenci Kolektifi’ ni yasadışılıkla suçluyorsunuz. “Yasa içine” öyle çok mide bulandırıcı kavram yerleştirilmiş ki; üniversitelilerinin haklı ve demokratik her fiilinin “yasa dışında” kalmasına artık hiç şaşırmıyorum. Yasal olan savaşlar, işgaller, açlık, yoksulluk, yolsuzluk, tecavüz, işkence olunca haliyle işsizliğe, sömürüye, savaşa, soygunculara karşı çıkmak yasadışı oluyor. Ama meşruluk deyince iş değişiyor. Çünkü insanlığın vicdanında sizin referans aldığınız “yasallık” değil. Cezalandırdığınız “yasadışılık” haklıyı ve doğruyu temsil ediyor. Bağış adı altında zorla üniversitelilerden para toplamak yasal; buna karşı çıkmak yasadışı olabilir mi?
Hangisi suç?
Sayın Hocam,
Çok sayıda üniversiteliyi “öğrenciye yakışmayan davranışta bulunmak” gerekçesiyle suçlu ilan edip cezalandırırken, dönüp bir de üniversitemizin diğer bileşenlerine bakmanızı öneriyorum. Üniversitelilerin kimi nasıl protesto ettiklerini, kimden ne talepte bulunduklarını ve kare kare fotoğraflarla hangi gün ne giydiklerini çok iyi incelemişsiniz. Peki ben size bir kaç suç saysam bunların sahiplerini de tespit edebilir misiniz?
Dersinden tipini beğenmediği öğrenciyi atan, zorla kendi kitabını satan hocalar kim? Üniversiteliler arasında kulaktan kulağa fısıldananlar ne kadar doğru, kız öğrencilere tacizde bulunduğu söylenen hocalar kim? Üniversite öğrencileri arasındaki uyuşturucu trafiğinden haberdar mısınız, uyusturucu satanlar kim? Akrabalık ya da eş-dost ilişkileriyle araştırma görevlisi olanlar kim? Para kazanma hırsıyla, -sağlığımızla oynama pahasına- kampusumuzun dört bir yanını baz istasyonlarıyla donatan kim? Toplanan onca paraya, o kadar büyük bir bütçeye ve döner sermayeye rağmen sponsorlu şenlikler dışında, üniversitelileri ücretsiz bilimsel-kültürel etkinliklerden yoksun bırakan kim? KTÜ tesislerinde staj bahanesiyle -hiçbir ücret ödemeden- üniversitelilere, ensesi kalın kişilerin hizmetçiliğini yaptıran kim? Tıp fakültesinde bir sandalye için hasta yakınlarından 7,5 TL ( en son fiyat buydu sanırım) refakatçi ücreti alan kim? Hasta ziyaretlerine gün içinde galoşsuz ( ve ücretsiz) girilirken; belirli bir saatten sonra, hijyen bahanesiyle galoşlu ( ve ücretli) ziyaret uygulaması getiren kim? Üniversite içerisinde silahlarla gezip öğrencileri darp edenleri cezasız bırakan kim?
Uğraşırsak daha pek çok suç teşkil eden durum sıralayabileceğimizin bilincinde olduğunuzu düşünerek soruyorum; disiplin yönetmeliğinizde “bilim insanına yakışmayan davranışta bulunmak” diye bir madde yok mu?
Üniversitelilere bir de gerçekleri söylemeyi denemek istemez misiniz?
Üniversitede öğrenim gördüğüm yıllar boyunca “devletin bekçisi” olduğunu söyleyen “kayırılmış” öğrenciler gördüm. Bunlar, yurtlarda, kantinlerde zorla dergi satıp, herhangi bir bahaneyle üniversitelileri darp ediyordu. Ne ben ne diğer arkadaşlarım,
hiçbir zaman bu baskılara boyun eğmedik. Fakat dolmuş zamlarına karşı çıkan üniversite öğrencilerinin boynunda sigara dahi söndürmekten geri durmayan, “devletin bekçisi öğrencilerin” hiçbir soruşturma ya da cezaya tabi tutulduğunu da görmedik. Bir taraftan üniversite yönetimi, bir taraftan faşist çeteler bizden aklımıza ve vicdanımıza ihanet etmemizi istiyorlardı. Oysa biz aklımıza ve vicdanımıza ihanet etmeden üniversiteden mezun olmayı amaç edindik.
Üniversitelilerle diyalog kurduğunuz zamanlarda hep “önce okulunuzu okuyun” diyordunuz. Gerçek en sert ve acımasız haliyle üniversitenin dışında bizleri bekliyor olsa da yığınla gencin umutlarını üniversite diplomasına havale ediyordunuz. Bu nasihatlere pek uymamış olsam da, mayın tarlası misali saldırılarla ve cezalarla örülü bir yoldan geçerek mezun oldum. Gördüm ki diploma pek fazla işe yaramıyor. Öğretmenim, ama bir türlü hissedemiyorum bu duyguyu; çünkü işsizim!
Son sözü kim söyler?
Bilim insanına “çark dönüyor” demek mi yakışır yoksa giyotine gideceğini bilse bile “dünya dönüyor” demek mi? Keşke bütün zorluklara rağmen ardınızda, bilimle, felsefeyle, sosyal- kültürel aktivitelerle anılan bir üniversite bırakmanın hayaliyle yanıp tutuşsaydınız. Keşke böylesine masum talepleri baskı ve yasaklarla boğmaya çalışmasaydınız. Şayet öyle olsaydı bu gün bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık.
Onlarca soruşturmayla ve uzaklaştırma cezasıyla susturmaya çalıştığınız üniversiteliler, saldırı tehditlerine rağmen 5 gün süren açlık grevi gerçekleştirdiler. Bu, üniversitelilerin son sözü değildi. Muhtemeldir ki, çoğalarak ve yenilenerek bütün üniversitelilerle birlikte mücadele etmeye devam edecekler.Yazık ki bireysel çıkarlarını hesaba katarak, belirli bir egemen gücün çıkarlarını savunanların son söz hakkı da yoktur. Çünkü yapılanın kendisi taşeronluktur.
Sayın Hocam,
Size bilimsel, siyasal, sosyal ya da tarihsel bir konuda mektup yazmak isterdim. Ama üniversitede bunların hiçbiri yok ki!
Baskı ve zor araçlarını kuşanmakta, aklı ve bilimi ötelemekte ısrarlıysanız; bilin ki işiniz zor. Çünkü umuda karşı savaşıyorsunuz. Kolay gelsin.
Taylan Kaya – KTÜ Mezunu, işsiz öğretmen