İşte geldin ve gördün Işık bir cevap değildir Devam et der sadece Devam et. Kant ve Hegel’den günümüze kadar uzanan süreçte “insan”, modern felsefenin hakim kanadı için kendinden menkul, homojen ve özerk bir özne olarak tanımlanmıştır. Hümanist ve rasyonalist bu gelenekte figüratif insan, teolojik meşruiyetini “beyaz, Avrupalı, erkek ve orta sınıf” olmasıyla sağlamıştır. Modernist dönemde […]
İşte geldin
ve gördün
Işık bir cevap değildir
Devam et der sadece
Devam et.
Kant ve Hegel’den günümüze kadar uzanan süreçte “insan”, modern felsefenin hakim kanadı için kendinden menkul, homojen ve özerk bir özne olarak tanımlanmıştır. Hümanist ve rasyonalist bu gelenekte figüratif insan, teolojik meşruiyetini “beyaz, Avrupalı, erkek ve orta sınıf” olmasıyla sağlamıştır. Modernist dönemde kavramsallaştırılan Anglo-Amerikan kültürü hem yasallık hem de evrensel olma iddiasını hukuktan siyasete oradan uluslararası ilişkilere “insan” adını verdiği ideolojik soyut özne ile kodladı. Saf-soyut ve aşkın “insan”, insanın insan olarak doğuştan sahip olduğu haklar manzumesi olarak evrenselleştirildi. Avrupa ve Amerikan kıtasındaki ulus devletin oluşma sürecindeki oluşturulan bu kavramsallaştırma kendi tarihsel ve yereliyle sınırlıdır. İnsan hakları adı altında tanımlanan ve soyut insan kavramı üzerinden siyaset oyununu isteyen istediği gibi oynayabilir. Bizi ilgilendiren, neoliberal yıkım politikalarının destekçisi ve alkışçıları olanların, demokrasi ve insan hakları savunucuları olarak oynadıkları tarihsel oyun.
Bu topraklarda mücadele eden devrimcilerin öncelikli görevi yeni ve farklı bir “dil” yaratmaktır. Bir dönemin uzun soluklu mücadeleleri ile yaratılan söylemleri ve dil kodları bugünün neoliberal kavramları tarafından sahiplenilip manüple ediliyorsa, öncelik, bu kavramların yeniden, yeni bir içerikle tanımlanması olmalıdır.
Liberal küreselcilerin “insan hakları”ndan anladığı temel ve aşkın değerler kümesi olarak görülen insan haklarının hukuki, siyasi ve ekonomik bir program olarak Batı’dan ithalatıdır. İnsan Hakları liberal-küreselciler için küresel kültürün aşkın ilkeleridir. “Halkın Hakları”, insan hakları kavramına karşıt olarak konulmayan, onu içeren, politikleştiren soyut insan kavramı yerine somut haklar üzerinden taleplerini ifade eden, bu kavramı her türlü liberalin elinden alıp, örgütlü insana veren ifadedir. Bu yeni bir dil ve yeni bir mücadele hattıdır. Halkın Hakları kavramı, oturdukları plazalarda, orta sınıf nevrotik sohbetlerinde, her gün yazdıkları basın organlarında, katılıkları puslu kokteyllerinde kullanamayacakları bir kodlamadır.
Birinci örneği:
Halkevcilerin Ankara’da yaptıkları basın açıklaması. ” (…) biz doğduğumuzda sağlıklı beslenemiyorsak, iyi bir okula gidemiyorsak, iyi bir evde yaşayamıyorsak, hastane kapısında ölümle pençeleşiyorsak, sokağa çıkamıyorsak, bir işimiz olamıyorsa, bir işimiz var da yarın o işte kalıp kalamayacağımız meçhul ise, toprağımız var ekemiyorsak, yoksulluk çekiyorsak ve her geçen gün biraz daha yoksullaşıyorsak, artık yeter diyoruz.”
İkinci örneği:
Halkın Hakları, insan olmaktan başka bütün özelliklerini kaybetmiş insanın hakkıdır.
Bu haklar hiçbir hakkı olmayanların hakkıdır ve hak kavramını baştan sona yeniden tanımlamaktadır.
Bu haklar siyaset dışında bırakılmış, özel hayatları içinde yoksul bireylerin haklarıdır.
Üçüncü örneği:
Egemen güç, olağan yasallığın askıya alındığı “istisna haline” karar veren iktidardır. Bu, son kertede, kendisinin, yasadışı olan bir karar alma yetkisine sahip olduğu anlamına gelmektedir. Bu yaşamın istisna kılınmasıdır. Halkevcilerin haklı tespitlerinde ortaya koyduğu bu “istisna halinin” Türkiye’de “istisna” özelliğini kaybetmiş olduğu gerçeğidir. Bu ülke topraklarında egemen gücün aldığı tüm kararlar burjuva yasallığı içindedir ve halk açısından yasadışıdır. Saldırdıkları son yer “çıplak insan” hayatlarıdır. Herhangi bir hak talebi girişimi ya da sonucunda çeşitli hakların hayata geçeceği tüm mücadeleler en başından çıplak hayat ile istisna hali (egemen güç) arasındaki kutuplaşmanın içinde kıstırılmış durumdadır. Artık kapitalist devlet iktidarı çıplak hayatla somut olarak ilişkilidir. Çıplak hayat iktidarların baskı altına alacağı öznenin sahip olduğu bir hayat değildir. Bu, ölüme mahkum edilmiş insanın hayatıyla ya da komadaki birinin hayatıyla özdeşleştirilebilecek, yaşamla ölüm arasında oynan bir oyundur.
Marks, Alman ideolojisi kitabında, proleterleri biçimlendirenin “emek” değil, mülksüzleştirilme olduğunu söylerken proleter, tarihin faili olacaksa, “her şeyi yarattığı” için değil, her şeyden yoksun bırakıldığı için olacaktır demişti. İnsan hakkı ve mücadelesi doğuştan “insan” olmaktan gelen bir hak değil, insanın, neoliberal kapitalizm tarafından her şeyden yoksul bırakıldığı koşullarda mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme hakkı ve mücadelesidir. Liberal demistifikasyon etiği muhafaza etme etiğidir. Eleştirel bilim etiği ise imha etme etiğidir.
Sonuç olarak figüratif Anglo-Amerikan patentli “beyaz-Avrupalı-orta sınıf” “insan hakları”nın liberal savunucularının karşısına Halkın Haklarını çıkartıyoruz. İçinde bulunduğumuz kriz ve krizin dayattığı tarihsel sorumluluk, Türkiye’de yoksullaştırılan halk kitlelerinin neoliberalizme karşı direncini, halkın hakları programı etrafında örgütleme ve mücadelenin aktif özneleri haline getirmeyi gerekli kılıyor.
(NOT: Zorunlu bir açıklama. Sendika.Org kolektifine katıldığım günden beri bu sitede yayımlanan yazıların sol üst köşesine konulan fotograflar-grafikler yazının içeriğine uygun şekilde yol arkadaşım Mithat Çınar’ın önerisi ve seçtiklerinden oluşuyordu. Bu yazının fotografını ben seçtim. Ne yapalım hem şair, hem düşünce, hem zaman, sürgünde olacaktır! Atından inmeden sevişmeye alışmalısın!…)