Kriz sonrası saman alevi gibi parlayıp sönen işyeri işgallerinin ardından şimdi bir ikinci aşamaya geçilmek üzere olunduğunu gösteren işaretler çoğalmaktadır. Özellikle son günlerde AKP binaları önünde yapılan bazı eylemlerin öfke düzeyinin yüksekliği bu yaz kamu kesimi işçileri için sürmekte ve sürecek olan toplu pazarlık sürecinin eylemlere yönelik bir yüzünün de olacağını göstermektedir. Recep Tayyip Erdoğan’ın […]
Kriz sonrası saman alevi gibi parlayıp sönen işyeri işgallerinin ardından şimdi bir ikinci aşamaya geçilmek üzere olunduğunu gösteren işaretler çoğalmaktadır. Özellikle son günlerde AKP binaları önünde yapılan bazı eylemlerin öfke düzeyinin yüksekliği bu yaz kamu kesimi işçileri için sürmekte ve sürecek olan toplu pazarlık sürecinin eylemlere yönelik bir yüzünün de olacağını göstermektedir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘kasamda işçiye verecek param yok buyursunlar gideceklerse greve gitsinler’ tarzındaki tutumu en geri sendika yöneticilerini bile sıkıntıya sokmuştur. Bu açık meydan okuma karşısında kaçınılmaz olarak ikircikli bir tutum içine girecek olan sendika yöneticilerini işçiler taban baskısı ile doğru karar almaya itmek zorundadır.
Havanın işçiden işçiden yana ısındığı bu dönemde ne yapmalı?
MEHA direnişi ve eylem biçimi işçi sınıfına nasıl yaklaşılması, nasıl önderlik edilmesi gerektiğini gösteren son dönem en önemli deneyimlerden biridir. MEHA işçilerinin bilinç düzeyi, işyerindeki tutumu Türkiye ortalamasını göstermektedir. Bu nedenle MEHA eylemine katılmış, önderlik etmiş işçilerin eylem sürecinde yaptıkları açıklamaları, değerlendirmeleri “iyi okumak” gerekiyor. Sendikanın “s”sinden habersiz işçilerin inatçı eyleminin arkasında yatan gerçekleri iyi görmek gerekiyor.
MEHA işçileri direnişin ilk adımlarında başarısız olmuş, birbirlerine olan güvenlerini yitirmişti. İkinci eyleme çekingen başlamış, ama eylem sürecinde gruplar halinde eylemi örgütleyerek, en güvendikleri yakın arkadaşları ile hareket etmiştir ki, bunlara bir tür doğal işyeri komiteleri de denilebilir. Bir sonraki adımda gruplar bütünleşmiş, karşılıklı güvenle hareket etmiş eylemi tüm işyerine yaymışlardır. Ancak, ne yapacaklarına dair tam bilgilerinin olmadığı bir dönemde “dışarıdan bilinçle” karşılaşmışlar, ama bundan da “ürkmüşlerdir”. Militan eylemci işçilerden Saliha Gümüş’ün deyimi ile gövdeleri yerde, dalları sağa sola çekiştirilen işçilere dönüşmüşler, “dışarıdan gelen bilincin sert” söyleminden ürkmüşlerdir. Daha kucaklayıcı, yol gösterici, “yumuşak” bir dilin kendileri için daha anlamlı olduğunu söylemişlerdir.
Kamu kesimi işçileri sendikalı olsa da sendika ile ilişkileri zayıf olan bir topluluktur. Bu nedenle sınıf bilinci MEHA işçilerinden daha ileri değildir. Ne var ki MEHA işçilerine göre daha dezavantajlıdır. Zira MEHA işçileri fiili bir sendika kurup, eylemi sürdürürken, kamu işçileri sendika özelliğini yitirmiş bir örgüt ile mücadeleye gireceklerdir. Böyle olduğu için de bu toplu pazarlık sürecinde ulaşılabilir işçilerle evlerde, kahvelerde, işyeri önlerinde “kucaklayıcı, yol gösterici” bir dil ile bağ kurulmaya çalışılmalı, yakın arkadaşları ile bu süreci tartışmaları sağlanmalı, formel olmayan bir tür işyeri komiteleri oluşturmaları sağlanmalı, ama bu süreç onların inisiyatifine bırakılmalı, kendi doğallığında, güvenle oluşması sağlanmalıdır.
Ne yapmamalı?
Bugüne kadar olduğu gibi bu tür grevler, eylemler, dışarıdan desteklenen “açık hava müzelerine” dönüştürülmemeli. Siyasal yapıların, destek adı altında varlıklarını gösterdikleri gösteri alanlarına dönüştürülmemelidir. Tersine önyargısız, çıkarsız sınıfın yanında olduğunu gösteren, güven verici bir tutum sergilenmelidir. Yazın ısınacak hava, sonbahar ile birlikte yeni bir “bahar” başkaldırısına dönüştürülebilir. Sorun, daha çok, buna yönelik etkili bir politika ve mücadele hattının oluşturulup oluşturulmayacağı ile ilgili görünüyor.