Başlangıçtan beri böyle bu. AKP, yani hükümet partisi, ‘biz’ diye bir şey yarattı. Bu ‘biz’in içine girebildiğiniz sürece varsanız. Yok eğer ‘bu deveyi gütmeyeceğim’ diyorsanız, AKP size politik bir rakip, muhalefet veya tartışması gereken bir özne ya da kitle olarak değil yok sayılması gereken bir ‘kütle’ olarak bakıyor. Bunun iki çarpıcı örneği bugünlerde yaşandı. Bana […]
Başlangıçtan beri böyle bu. AKP, yani hükümet partisi, ‘biz’ diye bir şey yarattı. Bu ‘biz’in içine girebildiğiniz sürece varsanız.
Yok eğer ‘bu deveyi gütmeyeceğim’ diyorsanız, AKP size politik bir rakip, muhalefet veya tartışması gereken bir özne ya da kitle olarak değil yok sayılması gereken bir ‘kütle’ olarak bakıyor. Bunun iki çarpıcı örneği bugünlerde yaşandı.
Bana ne? Sana ne?
Önce, dün Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’in yazdığı mesele.
Başbakan önceki gün partinin İstanbul ve Ankara kongrelerinde yaşanan sıkıntıyı yazan gazetelere hitap ediyor:
“O çok satan gazeteler manşetten giriyorlar, ‘İstanbul’da sıkıntı var, Ankara’da sıkıntı var’ diye… Ankara sıkıntısı, ‘kongreyi ertelediler’… Onun için ne kadar seviniyorlar. Sana ne Ankara kongresinden, ne olacak… Biz kendi dermanımızı buluyoruz…” Bu ‘Sana ne?’ ne demek oluyor? Yani biz gazetecilere şöyle bir terbiye almamızı mı tembihliyor Başbakan:
‘AKP içinde bir şey olursa biz bununla ilgilenmemeliyiz. Çünkü bu AKP’nin iç sorunudur. Biz AKP içinde olmadığımız için konu bizi ilgilendirmez.’
Kazanan takım
Doğrusu kongrenin ertelenmesine neden olan ‘parti içi demokrasi’ sorunu hakikaten de beni ilgilendirmiyor. Nihayet kazanan takımın oyuncuları olarak, dışarıdan görünüşe bakılırsa, parti içindeki çoğunluk iradesini demokrasiden ziyade ‘kazanan takımı bozmamaktan’ yana kullanıyor.
Olabilir. Nihayet memlekette parti içi demokrasi meselesinde kimsenin sicili pür-i pak değildir. Ve fakat hükümet partisinin kendisiyle ilgili haber yapılınca ‘Bizim işimize karışmayın’ tavrının tamamen bambaşka bir anlamı var.
Öyle görünüyor ki parti, ‘Biz bu memleketi yöneteceğiz arkadaş! İşimize karışmayın!’ demekten kendini alamıyor. Hatta daha da ileri gidip ‘Bu memleket biz’den müteşekkil. Siz kim oluyorsunuz!’ demeye gelen bir üslup ve tavır bu.
‘Biz verdik’
Tabii, biliyorsunuz imam fena bir şey yaparsa cemaat daha beterini yapar. Başbakan’ın ‘sana-ne-bana-ne’ derinliğinde yürüttüğü, ‘bizleştirme-bizleşme’ politikasının Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan da müptelası.
Babacan, özel istihdam bürolarına karşı çıkmaları sebebiyle sendikalara hitaben konuşuyor. Haber şöyle:
“Bakan Babacan, ekonominin 13.8 daraldığı bir ortamda kamu işçilerine enflasyonun üzerinde zam verdiklerini belirtirken, ‘Üstelik bunlar işini kaybetme riski olmayan bir kesim’ dedi.”
Dönüp yeniden dinleyelim:
‘…zam verdik…’
‘…bunlar…’
İnsanın içinden, “O kadar mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” demek geliyor. Bir kere Sayın Babacan, o zammı siz vermediniz. O zammı sizden söke söke aldılar. İkincisi, insanlar hakkında konuşurken ‘bunlar’ denmez. Ayıp. Üçüncüsü, işçilerle ilgili bir meseleyi kiminle tartışmayı düşünüyordunuz? İşverenlerle mi?
Ne mutlu AKP’liyim diyene!
Ve fakat bu söylem, AKP dışında kalan insanları topyekûn bir ‘kütle’ olarak görmek ne bugünlerde başladı ne de Bakan Babacan bunun son örneği.
Basını, karşısında ‘Boynu Bükükler’ filmini oynayan meslektaşlarımız dışarıda kalmak koşuluyla, ‘hariçten gazel okuyan serseriler’ olarak tarif eden, böyle algılayan bir iktidara sahibiz. Mesele sadece basın da değil. Sendikalar, sivil toplum örgütleri, AKP’yi onaylamayan herkes neredeyse ‘ülke dışına’ itilmeye çalışılıyor. Üstelik bu söylem giderek daha fazla meşruiyet kazanıyor.
Bir ‘biz’ oluştu ve eğer sizin mideniz o ‘biz’e dahil olmayı kaldırmıyorsa mideniz boş kalıyor ya da midenize bir yumruk yiyorsunuz. Sonuçta, Türkiye’de militarizmin karikatürü olan, dağlara beyaz taşlarla yazılan o yazıların bir gün değiştiğini görür gibiyim:
‘Ne mutlu AKP’liyim diyene!’