Ulus-devletin en tipik örneklerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi iç politik krizi giderek artıyor. Adeta iki başlı bir iktidar yönetimi var. Özellikle son yıllarda bu iç rekabet uluslararası güçlerin etkisiyle yoğunlaşmış bulunuyor. İç iktidar rekabetinin bir tarafını, cumhuriyetin bütün tarihi boyunca ayrıcalıklı olan Genelkurmay, karşı tarafını ise esas olarak Gülen cemaati oluşturuyor. Ordunun yıllardır neredeyse […]
Ulus-devletin en tipik örneklerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi iç politik krizi giderek artıyor. Adeta iki başlı bir iktidar yönetimi var. Özellikle son yıllarda bu iç rekabet uluslararası güçlerin etkisiyle yoğunlaşmış bulunuyor. İç iktidar rekabetinin bir tarafını, cumhuriyetin bütün tarihi boyunca ayrıcalıklı olan Genelkurmay, karşı tarafını ise esas olarak Gülen cemaati oluşturuyor. Ordunun yıllardır neredeyse tek iktidar gücü olduğu cumhuriyet rejiminde, özellikle ABD’nin çok kapsamlı desteği ile Gülen hareketi artık rejimin ortak gücü haline geldiği gibi inisiyatifi fiilen ele almış durumda.
Son birkaç yılın verilerine bakıldığında bu gerçekliği çok daha net olarak görebiliriz. 2007 genel seçimleri ve cumhurbaşkanlığı seçimi bir bakıma kırılma noktasını oluşturdu. İslamcı hareket AKP’de somutlaşmış gibi görünmekle birlikte, herkesin bildiği gibi iktidar değişikliğinin arkasında Gülen cemaati bulunuyor. AKP bir bakıma bu sürecin bir aktörü durumundadır.
ABD’nin desteğini nispeten kaybeden ve iktidar gücü önemli oranda zayıflayan ordunun, son yasa değişikliğiyle birlikte politik direnci kırılmak isteniyor. 7,5 saat süren MGK toplantısının ana gündem maddesi, bu yasa değişikliğiydi. Söz konusu yasa ile, dokunulmaz olan ve kendisini iktidar sahibi gören Genelkurmay’a önemli bir darbe vurulacak. Askerlerin bütün itirazına rağmen, söz konusu yasa Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı itirazın sonucuna göre ortaya çıkacak tablo ne olursa olsun, generallerin iktidar gücü ciddi bir darbe aldı. Bu nokta elde edilecek bir başarıyla aynı zamanda Gülen cemaatinin özlediği siyasal rejime ulaşmak için en önemli engel ortadan kalkmış olacak. Her iki taraf da bu gerçekliğin farkındadır.
Uluslararası güçlerin desteğini arkasına alan İslamcı güçler, Cumhurbaşkanlığı, YÖK, MİT, Özel Tim, Emniyet gibi stratejik alanları ele geçirdikten sonra, bütün dikkatini Yargı’ya vermiş durumda. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Hakem ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) gibi merkezlerde İslamcıların çok önemli bir baskısı oluşmuş durumdu. Bu alanın ele geçirilmesiyle aynı zamanda rejimin yapısındaki değişim sürecinin belki de en önemli halkası tamamlanmış olacak. Yargıtay başkanlarının sık sık açıklama yapmaları, özellikle orduya destek mesajları vermeleri, Gülen cemaatini önemli oranda rahatsız etmektedir. Ergenekon davasını sürdüren savcıların Gülen cemaatiyle ilişkileri olduğu ve Savcı Öz’ün, Gülen’in bursu ile okuduğunu sanırım herkes biliyor. Örneğin HSYK’nin Ergenekon dosyasına bakan savcıların görevden alma istemi, AKP ve özellikle Gülenci bürokratların sert muhalefeti ile karşılaşmaktadır. Hatta Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Müsteşar Ahmet Kahraman, HSYK toplantısını protesto ederek katılmadılar. Bu bir bakıma güç ve tehdit gösterisidir.
AKP İslamcı hükümeti politik gücünü pekiştirmek için her gün yeni bir hamle yapıyor. Hepimizin bildiği gibi Türkiye’nin devlet yönetim merkezi MGK’dır. Burada alınan bütün kararlar, devletin resmi bağlayıcı görüşleri olarak kamuoyuna sunulur. MGK içerisinde generallerin önemli bir etki gücü olduğu da kamuoyunca bilinmektedir. İslamcı Başbakan Erdoğan, generallerin etki gücünü kırmak ve fiilen işlevsizleştirmek için ‘Sivil MGK’ ile ara toplantılar yapmaya başladı. Yani MGK üyesi Bakanlar ve bürokratlarla toplantılar yapması, bir bakıma ikinci ‘İslamcı MGK’nın kurulmasının ilk işareti olarak algılanabilir.
Valilik merkezlerinde ve Emniyet Genel Müdürlüğünde nerdeyse tek hâkim güç olan Gülen cemaati çıkışlarını giderek çok daha belirgin olarak yapmaktadır. Bu da, Gülen’in ‘dengeler lehimize dönene kadar sabırlı olmak, daha sonra aktif müdahaleye geçmek’ olarak tanımladığı politikası ile ilişkilidir. Gülen cemaati ile özdeşleşen Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar, kendi web sitesinde şöyle demektedir:
“- Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulu Kararıyla, Kuvvet Komutanları ise Müşterek Kararname ile atanmalı, diğer generallerin atanmasında Savunma Bakanı oluru yeterli olmalıdır.
– Milli Güvenlik Kurulu kaldırılmalıdır.
– Yargıdaki çift başlılık giderilmeli, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmalıdır.
– TSK İç Hizmet Kanununun 35. maddesi (Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.) ya tamamen kaldırılmalı ya da bu maddenin halkın oyu ile iktidara gelmiş olan hükümeti devirmek veya tehdit etmek anlamına gelmeyeceği belirtilmelidir.”
Bu öneriler devletin bir bürokratından geliyor ve sıradan istemler olmadığı kesin. Bir bakıma, yıllardır devam eden generallerin iktidar gücüne son vermeyi hedefleyen taleplerdir.
Ankara’nın yazın sıcak havasında, aslında soğuk rüzgârlar esiyor. Genelkurmay yıllara dayanan iktidar gücünü kaybetmek istemiyor. Buna karşılık Gülen cemaati bütün gücüyle iktidar dengelerini bütünlüklü olarak kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Sistem kuvvetler arasında kıyasıya bir ‘çatışma’ var. Generaller uluslararası küresel güçlerin desteğini yitirdiklerinden ‘darbe’ teşebbüsünde bulunamıyorlar. Her darbe hazırlığı anında kamuoyunda deşifre edilerek etkisizleştiriliyor. Buna paralel olarak ABD’nin tam desteğini alan Gülen cemaatinin bölgedeki etkinliği artıyor. ABD, ordu ile Gülen arasında bir denge politikası izlemekle birlikte, ibrenin ucu İslamcılardan yanadır.
Gokyuzu9@aol.com