İran’daki gelişmeleri, salt egemenler arası çatışmaya indirgeyerek doğru bir değerlendirme yapma şansımız yok. İran’ı görmezden gelme şansımız da yok; bu kavgada bizim de bir yerimiz var. Yerimiz zorlu bir mücadelenin daha başında olan İranlı sosyalistlerin, ezilenlerin yanıdır. İran’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mahmud Ahmedinecad’ın kazandığının açıklanmasının ardından seçim sonuçlarına itiraz eden Mir Hüseyin Musavi liderliğindeki muhalefetin 13 […]
İran’daki gelişmeleri, salt egemenler arası çatışmaya indirgeyerek doğru bir değerlendirme yapma şansımız yok. İran’ı görmezden gelme şansımız da yok; bu kavgada bizim de bir yerimiz var. Yerimiz zorlu bir mücadelenin daha başında olan İranlı sosyalistlerin, ezilenlerin yanıdır.
İran’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mahmud Ahmedinecad’ın kazandığının açıklanmasının ardından seçim sonuçlarına itiraz eden Mir Hüseyin Musavi liderliğindeki muhalefetin 13 Haziran’da başlattığı gösteriler, ölümlere, yasaklamalara, tehditlere ve hatta Musavi’nin kendisine rağmen sürüyor. Dini lider Hamaney’in telkinleri ve baskı araçlarının tam kapasite devreye sokulması da işe yaramadı. Artık gerek iç politik dengeler gerek Ortadoğu’daki bölgesel etkisi açısından seçimden öncekine göre oldukça farklı bir İran var. Rejim, iki has adamının iktidar kavgası ile sarsılırken, rejimin politik katılım mekanizmalarınca dışlanan kimi toplumsal politik aktörler de bu sarsıntıdan istifade ederek sürece müdahil oluyor. Bunun en belirgin örneği 18 Haziran’da sosyalist önderlikli militan işçi sendikalarının sokak hareketlerine katılma kararlarını deklere etmeleri oldu. Son on yıldır İran’da sesleri giderek daha fazla çıkan üniversiteliler, işçiler, feministler; şimdi egemenler arası kapışmanın yol açtığı harekete etkin bir şekilde katılarak yön verme çabasındalar. Bu çabanın neyi başarabileceği meçhul ancak tüm bu hengamenin içinde Türkiyeli sosyalistler açısından önemsenmesi ve desteklenmesi gereken esas gelişme budur. Ortadoğu’nun özgünlüklerinden dolayı, politik çalkantı dönemlerinde çoğunlukla seyirci pozisyonunda kalan sosyalistlerin, seyircilikten çıkıp oyuncu olmak adına önlerine çıkan bu fırsatı kaçırmaması gerekmektedir.
Körleşme…
Toplumsal değişimi yorumlarken, bir zamanlar, yolu sosyalizmden geçen bir gelecek tahayyül eden ve bu nedenle de uluslararası gelişmelere diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin, yoldaşlarının penceresinden bakan sosyalistlerin gözü, bir süredir kardeşlerini, yoldaşlarını kolay kolay görmez oldu. Reel sosyalizmin çöküşünü takip eden dönemde, emperyalist-kapitalist sistemi kader, ABD’yi de dünyanın mutlak belirleyeni olarak kabul ettiren yenilgi süreci, sosyalistleri büyük ölçüde körleştirdi.
İran’da seçim sonrasında yaşanan gelişmelere bakınca da benzer bir körlük sırıtıyor. Siyasi krizde egemenler arası çatlağa odaklanan çok; ancak bu çatlağın ezilen sınıfların öfke ve hoşnutsuzluklarının açığa çıkmasında ne gibi bir rol oynadığına ya da tersten ezilen sınıfların öfke ve hoşnutsuzluklarının bu çatlağın büyümesinde ne gibi bir rol oynadığına bakan pek yok.
Obama’nın gayet temkinli bir üslupla dillendirdiği eleştirilerini, sokak hareketinin ABD tarafından kışkırtıldığına delil sayan çok; ama son on yıldır düzenle şiddetli bir mücadele içinde olan gençlik hareketinin, kadın hareketinin, işçi hareketinin, esnaf hareketinin ne dediğine, sokakta nasıl yer aldığına bakan pek yok.
ABD ve İngiltere yönetimlerinin açıklamaları karşısında Ahmedinecad’ın celallenmesine bakıp da “En azından anti-Amerikancı” diyen çok; ama İran’ın emperyalist kapitalist sistemin yükselme çabasındaki bir parçası olduğuna, Ahmedinecad yönetiminin Irak ve Afganistan-Pakistan’da ABD ile ortak çıkarlara sahip olabildiğine ve ortak tutum aldığına değinen pek yok.
Ahmedinecad’ın tribünlere oynamaya ve sokaktaki muhaliflerini “dış mihrakların oyununa gelmiş hainler” olarak yansıtmaya yönelik anti-Amerikancı retoriği kulağa hoş gelebilir ama aldatıcıdır. Ne egemenler arası çatlak, ne de sokak hareketi ABD’nin İran’a karşı oyunları ile açıklanabilecek durumdadır.
Sokaktakiler kim?
Sokak hareketinin görünürdeki lideri Musavi’nin de, Ahmedinecad gibi İslami rejimin has kadrosu olduğu sır değil. Zaten başka türlüsü de mümkün değil, çünkü rejim başka türlüsünün aday olmasına imkan vermiyor. O nedenle de sokağı değerlendirirken, Musavi’nin şahsı ve programı ile elbette bağlantılı ancak onunla sınırlı olmayan, daha heterojen bir hareketin var olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
İran egemenleri arasındaki çatlak, rejimin mevcut politik katılım mekanizmalarınca temsil hakkından yoksun bırakılan çeşitli toplumsal politik hareketlerin de etkinlik kazanmasına olanak tanıyor. İran rejiminin son on yılda neoliberal, gerici ve baskıcı politikaları tırmandırması karşısında giderek militan bir karakter alan ve etkili eylemlere girişen gençlik hareketi, feminist hareket, işçi hareketi ve esnaf hareketi de şimdi sokakta.
Kitle eylemlerinde başından itibaren en kitlesel katılımı sağlayan kadınlar ve gençler bir taraftan da İran’da işsizlik sorununu en ağır biçimde yaşayan kesimi oluşturuyor. Ortalama işsizlik oranı yüzde 15 civarında seyrederken, yaşlara göre işsizlik oranlarına bakıldığında 15-29 yaş arası grupta bu oranın yüzde 30-40 civarına vardığı biliniyor ve bu cinsiyetlere göre dağıtıldığında kadınlarda yüzde 50’leri zorlayan bir işsizlik oranına ulaşılıyor.
Harekete birkaç gün sonra dahil olan militan işçi sendikaları ise, kent nüfusunun yüzde 70’lere tırmandığı 2000’li yılların neoliberal yıkım politikaları karşısında, bugün sokaklara taşınan kanlı çatışmalara pek de uzak olmayan bir mücadele pratiğinin içinde gelişti (Silahlı saldırı, dayak, işkence ve tutuklama, sendikal militanların neredeyse gündelik hayatlarının bir parçası durumunda). İşçileri harekete geçiren özelleştirme, işyerlerinin kapanması, işsizlik, kısa süreli iş sözleşmesi dayatmasıyla işgüvencesinin neredeyse mutlak olarak yok edilmesi, benzinin karneye bağlanması, ücretlerin yüksek enflasyon karşısında sürekli erimesi gibi sorunlar Ahmedinecad döneminde zirveye ulaştı. Yeni işçi hareketi, yıkıma uğrayan kitlelerin İranlı Marksist Mansur Hikmet çizgisindeki İran Komünist İşçi Partisi militanları, Halkın Fedaileri kökenli devrimciler ve İran devrimi sırasında petrol kentlerindeki “şura” hareketine önderlik eden sendikal kadroların da içinde bulunduğu sosyalistlerce örgütlenmesi sonucunda açığa çıktı.
“İran orta sınıfı sokağa döküldü” vb başlıklarla sunulan ve gerçeği bir yanıyla yansıtan haberlerde arada ‘grev’, ‘genel grev’ sözcüklerinin geçiyor olması boşuna değil.
Özellikle 2005, 2006’da başkent Tahran’da binlerce kişinin katıldığı grevlerle adından söz ettiren Otobüs Şoförleri Sendikası (Vahed) ve Hodro Otomotiv İşçileri 18 Haziran’da bildiriler yayınlayarak hareketi destekleme kararı aldılar. Sayıları 100 bini bulan Hodro işçilerinin kısa süreli iş bırakma eylemleri ve Otobüs Şoförleri Sendikası’nın destek bildirisinin önemi büyük. Çünkü bu iki kesim de 2000’li yıllarla birlikte yeniden canlanmaya başlayan İran işçi hareketinin en militan kesimleri ve gıda, tekstil, eğitim vb sektörlerinde de dikkate değer bir potansiyeli harekete geçirebiliyorlar.
Haziran’ın son haftasında işçilerin harekete ilgisinde bir artış gözlenmesi muhtemeldir. Çünkü sokak hareketi, Vahed’in öncülük ettiği militan işçi hareketinin örgütlediği ve 26 Haziran’da gerçekleştirilecek olan ve ITUC’un da aralarında bulunduğu dört emek örgütünce desteklenen uluslararası dayanışma eyl
emiyle çakışacak. Eylemlerin ne çapta ve ne biçimde gerçekleşeceğini şimdiden kestirmek kolay değil ancak Ahmedinecad yönetiminin yasaklarına rağmen kitlesel 1 Mayıs gösterileri düzenleyen işçi önderlerinin tutuklanmasını protesto amacıyla kararlaştırılan eylemlerde içeriğin sınırlı tutulmayacağı kesin.
Sokak hareketinin belki de en dinamik unsurunu oluşturan gençlik ise 1999’da kanlı bir şekilde bastırılan 6 günlük hareketten bu yana üniversitelerde militan bir unsur olarak varlığını sürekli hissettiriyor. Dönemin “reformcu” Cumhurbaşkanı Hatemi taraftarlarının bir dergisinin kapatılması üzerine öğrenciler sokaklara dökülmüş, rejimin resmi ve paramiliter kolluk güçlerinin saldırısı ile başlayan çatışmalarda bini aşkın öğrenci tutuklanmış, resmi açıklamalara göre 3 öğrencinin öldüğü kabul edilmiş, 70 civarında öğrenci ise kaybedilmişti. Daha sonra üniversitelerdeki hareketlilik farklı gündemlerle devam etti ve 2003’te üniversitelerin özelleştirilmesine karşı kitlesel sokak eylemleri düzenlendi ve tabii yine saldırılara maruz kaldı. Egemen medyanın “reformcu-muhafazakar” kapışması şeklinde yansıtmaya çalıştığı gençlik hareketinin anti-neoliberal bir eksende ilerlemesi doğal olarak haber değeri taşımadı. Daha sonra yine sık sık Ahmedinecad’ı protesto eden üniversite öğrencisi görüntüleri ekranlara yansıdı. Ve şimdi yine sokaktalar…
Ahmedinecad rejimine karşı diğer bir toplumsal tepki odağını da çarşı esnafı oluşturuyor. İslam Devrimi yıllarında Humeynicilerin finansörleri olarak bilinen ve son yıllara kadar vergi ve denetim konusunda rahat olan çarşı esnafı, Ahmedinecad dönemiyle birlikte KDV uygulamasının başlatılması ve ek denetimlerin getirilmesi ile hareketlendi. Ekim 2008’de esnaf greve gitti, ki bu İran açısından oldukça yeni bir durumdu. Çarşı esnafının politik olarak eski Cumhurbaşkanlarından Rafsancani’ye yakın olması ve Rafsancani’nin bugünkü çatışmada Musavi’yi destekliyor olması da muhalefetin kitle tabanına ilişkin ek bir veri olarak kenara kaydedilmeli.
İran’daki toplumsal hareketliliğin diğer bir dinamiği de kadın hareketi. İran’ın özgün toplumsal dinamiklerine yaslanmayı başararak laik ve İslamcı kadın militanları birlikte harekete geçirmeyi başaran feministler de Ahmedinecad yönetimi ile çatışma halinde. Geçtiğimiz yıl bu hareket 16 yılın ardından gelen yayın yasakları gibi saldırılarla karşı karşıya kalmıştı.
Yerimiz İranlı sosyalistlerin, ezilenlerin yanıdır
İran’da “turuncu devrim” yok. Sanki anti-emperyalist bir iktidara karşı emperyalist bir komplo düzenleniyormuş gibi Ahmedinecadcılık yapmaya da lüzum yok. Politik İslam’ın 30 yıllık iktidarının ardından olgunlaşan krizinin egemenler arasında yarattığı bir çatlak ve ezilen sınıfların bu çatlaktan yükselen tepki ve hoşnutsuzluğuna şahit oluyoruz. Sokak hareketinin sınırlı bir bölümünü temsil etmekle birlikte, Molla rejiminin ağır baskılarına rağmen varlığını sürdürebilmiş farklı kökenden sosyalist kadro ve yapıların, neoliberalizmin tahribatı ve Politik İslamın baskıları karşısında ezilenlerin tepkilerini militan işçi, gençlik ve kadın hareketleri biçiminde örgütleyişine ve mevcut politik kriz içerisinde kendine yeni bir yol arayışına şahit oluyoruz.
İran’a, kendimizi Chavez gibi “devlet adamlarının” ya da egemen medyanın yerine koyarak baktığımızda bunları görme, doğru bir değerlendirme yapma şansımız yok. İran’ı görmezden gelme şansımız da yok, bu kavgada bizim de bir yerimiz var. Yerimiz zorlu bir mücadelenin daha başında olan İranlı sosyalistlerin, ezilenlerin yanıdır.
İran işçileriyle uluslararası dayanışma günü ilan edilen 26 Haziran Türkiyeli sosyalistler açısından bir vesile olabilir. Türkiyeli emek, kadın ve gençlik örgütleri, en azından İranlı işçilerin, kadınların ve gençlerin eşitlik, özgürlük mücadelelerine bir dost selamı, Ahmedinecad rejiminin halk düşmanı politikalarına bir protesto gönderebilir. Şayet, dünyanın öküzün boynuzunda değil emekçi halkların sırtında olduğuna, “dünyanın bütün işçileri birleşin” sloganının bir anlamı olduğuna hala inançları varsa…