“Bu ‘”kriz’in sermayenin krizi olduğunu bilmemek mümkün değil. Eğer bunu bildiğiniz halde sanki temsil ettiğiniz emekçi sınıfların da bunda payı varmış gibi onları çözüme katmaya çalışmanız ne anlama geliyor? Sayın Kumlu, Sayın Uslu, sizlere bir önerimiz var… Gelin bu kampanyayı grevdeki Asil Çelik, ATV – Sabah işçilerine, ya da direnişteki işçilerin olduğu yerde açıklayın. Gelin […]
“Bu ‘”kriz’in sermayenin krizi olduğunu bilmemek mümkün değil. Eğer bunu bildiğiniz halde sanki temsil ettiğiniz emekçi sınıfların da bunda payı varmış gibi onları çözüme katmaya çalışmanız ne anlama geliyor? Sayın Kumlu, Sayın Uslu, sizlere bir önerimiz var… Gelin bu kampanyayı grevdeki Asil Çelik, ATV – Sabah işçilerine, ya da direnişteki işçilerin olduğu yerde açıklayın. Gelin bu kampanyayı İş Kur’un kapısında açıklayın. Kriz bahanesiyle işten çıkartılanlara “eve kapanma, pazara çık” deyin!..”
Bir ibret tablosu yaşıyoruz bugünlerde. Bu ibret tablosunun bir yüzünde bilcümle sermaye örgütleri ve “bir kısım” işçi ve kamu çalışanı “sendikaları” var. Diğer yüzünde ise daha üç gün önce Taksim Meydanı’nda “ancak bu böyle gitmez” diye haykıran başta DİSK ve KESK olmak üzere ilerici emek örgütleri duruyor. Önce birinci yüze bakalım.
İşçi, işveren, esnaf ve memur el ele vermişler; “üreten Türkiye”yi temsil eden TOBB, TESK, TİSK, TÜRK İŞ, HAK İŞ, KAMU SEN, TİM, TÜSİAD ve MÜSİAD olarak bir araya gelmişler. “Üreten Türkiye Platformu”nu kurmuşlar. “Üreten Türkiye”nin şirketleri, çalışanları, esnafı bu krizden daha az hasar görsün diye “Kriz Varsa Çare De Var” diyorlarmış, bir de “Türkiye’nin yüzü gülsün” diye herkese sesleniyorlarmış; “Bu seferki özverinin adı, üreterek ve tüketerek ekonomiye can vermektir.”
Kimdir bu örgütler? Kimleri temsil ederler?
Bilmeyenler için kısaltmaları açmak yeterli. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK), Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu (KAMU-SEN), Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD). Yani sermayenin ve işverenlerin tüm kesimleriyle emekçilerin yaşama hakkı dahil en temel haklarını ortadan kaldıran bu düzenin sürekliliğini sağlama görevi verilmiş olan “bir kısım” kurumlar ve “sendikalar”.
Bu örgütler son dönemlerde genellikle TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun sözcülüğünde, ülkenin kritik gündemlerinde bir araya gelip çeşitli açıklamalar yapıyorlar. Tüm açıklamaların ve müdahalelerin tek bir ortak noktası olduğu görülüyor: O da, emekçilere yaşam hakkı tanımayan, en temel yaşamsal hakları ortadan kaldıran, ucuz ve güvencesiz işçiliğe mahkum eden, gericilikle beslediği politikalarıyla dilencileştiren, kardeşi kardeşe kırdıran bu düzenin devamlılığını sağlamak, bu ülkenin tüm değerlerini ve güzelliklerini üretenleri yok sayarak bu ülkeyi yönetenlerin yönetmesini kolaylaştırmaktır.
Bu sefer, güven, cesaret, akıl, umut, coşku gibi pek de onlara ait olmayan (ya da ihtiyaçları olmayan) kavramları çokça kullanarak bir kampanya yürütüyorlar. Amaçları “kriz”den çıkış. Kampanyanın ilk evresi iletişim kampanyası olacakmış. 5 hafta sürecek bu evrenin ilk haftasında “tüketiciye” sesleniyorlarmış, daha sonra işverene, işçiye ve hükümete çağrı yapacaklarmış. Kurdukları platformun adı da “Üreten Türkiye Platformu.” “Kriz alışverişle geçer” diyorlar bir de. Karşı çıkanları da “kafaları basmamakla ve kolaycılıkla” suçlayabiliyorlar.
Her şeyden önce şunu bir netleştirelim: Eğer bugün sorun; üretmeme sorunuysa bunun sorumlusu tıpkı “kriz” öncesi dönemde olduğu gibi sermaye sınıfıdır. Sanki işçiler “üretmeme hakkı”nı yaygın olarak kullanmışlar da bunun “kriz”e etkisi varmış gibi işçi örgütlerini de dahil ettikleri bir platforma “Üreten Türkiye Platformu” adını takmışlar. Aksine kendileri üretmekten vazgeçtikleri gibi bunun bedelini de bizlere ödettiler. Artık saklanamaz şekilde ortaya çıktı ki, sermayenin krizinin bedelini işsizlik olarak ödeyen ilk üç ülke arasındayız.
“Kriz”in esas sebebinin meta ve hizmet üretiminde kar oranlarının düşme eğiliminden kaçmak için finans piyasasına yönelmeniz olduğunu ve bu piyasayı gereğinden fazla şişirmeniz sonucu krizin patladığını biliyoruz.
Peki siz ne üretiminden bahsediyorsunuz?
Ama biz sizin “üretelim” derken neyi kastettiğinizi biliyoruz. Devletin eteğine yapışıp ÖTV alma, KDV indir, SSK’mı sen öde… Özel sektörün uzun vadeli dış borcu 2002 yılında yaklaşık 30 milyar dolar iken, 2008 sonuna gelindiğinde 140 milyar doları buldu. Bunun yüzde 70’i yalnızca 250 şirkete ait. Bu borçlanmanın yüzde 13’e yakını gayrimenkul sektörünce yapılmış. Bu borçların yüzde 36’sı bu yıl, yüzde 18’i ise 2010’da ödenecek. O yüzden IMF’den gelecek paranın yolunu gözlüyorsunuz. IMF ile yapılan anlaşmaların bizim için anlamının ise kamu hizmetlerinde küçülme, güvencesiz işçilik, taşeronlaştırma, kemer sıkma politikaları olduğunu biliyoruz. Nisan 2008’den Şubat 2009’a kadar sigortalı işçi sayısı 1 milyon 735 bin azaldı. Yani geçtiğimiz on ay içerisinde ayda ortalama 173 bin sigortalı emekçi ya işsiz ya da güvencesiz kaldı. Şubat’tan Mart’a kamu çalışanı sayısı 165 bin azaldı.
Bundan sonra daha az prim toplanacak, SGK’nın prim gelirleri artmadığı için harcamalar daha da kısılacak. SGK, güvencesi olmayan hamilelere ücretsiz muayene ve doğum uygulamasına son verdi bile. Sağlık hizmetlerinde katılım payları arttırılıyor. SGK artık trafik kazasında yaralanan hastaların masraflarını karşılamıyor.
Önce temel hakları sonra da işi elinden alınan emekçilere dönüp bir de “haydi bakalım doğru alış verişe” diyorsunuz? Sormazlar mı size “hangi parayla?” diye… Olsun kredi kartları ne güne duruyor, kredi kartı borcunu kapatmak için tüketici kredilerinin bin türlü cazibesi boşuna mı?..
Yıllardır bu insanları en düşük ücretle ve güvencesiz biçimlerde çalıştırarak karlarını kat be kat arttıran sizler değil misiniz? Üretimi azaltarak her türlü faiz, tefecilik ve spekülatif biçimlerde paradan para kazanmanın tadına varan sizler değil misiniz? Onlar da yetmeyince eğitimi, sağlığı piyasaya açarak paralılaştıran, “Allahın suyunu” bile satıp para kazanan sizler değil misiniz? Reçetelerini harfiyen yerine getirdiğiniz başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere uluslararası kuruluşlar aracılığı ile ülkenin tüm değerlerini pazarlayan siz değil misiniz? Kriz kapıya gelince de “yandım anam” deyip ücretleri aşağıya çeken, işçileri kapının önüne koyan sizler değil misiniz? Bu ülkede yaşayan kadını erkeği, genci çocuğu, işçisi kamu emekçisi, aydını öğrencisi esnafı 70 milyon insanın ürettiği tüm değerlerin % 88’i ne zaten siz el koymuyor musunuz?
Evet, gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar, açıkça dalga geçiyorlar. “Eve kapanma, pazara çık”, “kriz alışverişle geçer” derken, acaba bu lafları ederken içten içe çok mu eğleniyorlar, merak ediyorum. İnsan nasıl bu ülkede yaşar ve az da olsa olan biteni görür de bu kadar vicdansız olabilir? Para, piyasa, rekabet, daha fazla kar hırsı insanı bu kadar mı insanlıktan çıkartabilir. Krizin büyüklüğü karşısında karından birazcık da olsa zarar etme ihtimali bile nasıl bu kadar şey yaptırır? Tüketici diye baktıkları bu ülkenin emekçi halklarının olmayan parasını ya da kenara koyduğu üç kuruşunu tüketim çılgınlığı haline getirip kasasına akıtmanın kampanyasını yapabilir?
Peki ya adı işçi veya kamu çalışanı sendikası olan örgütlerin bu p
latformda ne işi var?
HAK-İŞ, TÜRK-İŞ ve KAMU-SEN neden böyle bir ortamda yer alır? Yüzbinlerce işçinin kapı önüne konulduğu, bir o kadarının ücretlerinin düşürülmesine boyun eğdiği, çok daha fazlasının kaç yıldır sıfır zamma çalıştığı bir dönemde uzun uzadıya sınıf ideolojisinden bahsetmenin gereği yok! Bu “kriz”in sermayenin krizi olduğunu bilmemek mümkün değil. Eğer bunu bildiğiniz halde sanki temsil ettiğiniz emekçi sınıfların da bunda payı varmış gibi onları çözüme katmaya çalışmanız ne anlama geliyor? Sayın Kumlu, Sayın Uslu, sizlere bir önerimiz var… Gelin bu kampanyayı grevdeki Asil Çelik, ATV – Sabah işçilerine, ya da direnişteki işçilerin olduğu yerde açıklayın. Gelin bu kampanyayı İş Kur’un kapısında açıklayın. Kriz bahanesiyle işten çıkartılanlara “eve kapanma, pazara çık” deyin!..
Gelelim, tablonun diğer yüzüne, başta parçası olduğumuz konfederasyonumuz DİSK olmak üzere, KESK, TTB, TMMOB gibi ilerici emek örgütleri yaşanmakta olan krizin daha da yıkıcı hale getirdiği neoliberal gericilik politikaları karşısında bütünlüklü bir mücadele çizgisi oluşturmak konusunda neredeyiz? En son 1 Mayıs’ta da açığa çıkan coşku, kararlılık ve militanlık, emekçilerin AKP’ye ve sermayeye karşı öfkesi ilerici emek örgütlerini tarihsel bir sorumlulukla yüz yüze bırakıyor… İşten çıkartılanlar, hakkını arayanlar güvenecek bir yer, tutunacak bir dal arıyorlar.
Böylesi bir dönemde bir şey söylemek için, bir adım atmak için, bir adres olmak için DİSK’in Başkanlar Kurulu’nun, KESK’in Danışma Meclisi’nin, TTB’nin GYK’sının, TMMOB’nin Yönetim Kurulu’nun toplanmasına bile gerek yok. Bu örgütlerin tarihi, birikimleri, deneyimleri yüzünü nereye döneceğini, gücünü nereden alacağını söylüyor ve bu birikimler ilk adımları atmaya fazlasıyla yeter.
Yüzü hükümete, işverenlere ve sermayeye dönük olanlar adımlarını attı. Hem de hiç saklamadan, sıkılmadan, açıkça tercihlerini ortaya koydular. Güçlerini nereden aldıklarını biliyorlar ve buna uygun bir stratejinin parçası, hatta zaman zaman sözcüsü olduklarını ilan ettiler.
Evet şimdi tarihsel öneme sahip özellikler barındırdığını söylediğimiz bu günlerde konuşma sırası bizde. Biz emekçilerle birlikte eşitlik ve adalet için ne söyleyeceğiz ve ne yapacağız? Kapitalizmin krizi herkes için bir yıkım olduğu gibi aynı zamanda bir yeniden yapılanmadır. İşverenler var gücüyle krizi bu yeniden yapılanma için fırsat haline çevirmeye çalışıyor. İşçi sınıfının bu kadar darmadağın edildiği bir dönem aynı zamanda onun yeniden örgütlenmesi için düzlenmiş bir zemin olma imkanı taşıyabilir. Şimdi, “Eve kapanma, sokağa çık” deme zamanıdır. Şimdi, işimize, kamusal haklarımıza sahip çıkma zamanıdır. Çok geç olmadan sermayenin kar derdine karşı halkın hayat kavgası savunulmalıdır.
Kuşkusuz bu, ancak politik cesaret ve iradeyle olabilecek bir iştir. Söz ve eylem sırası bu iradeyi ortaya koyacaklarda…
Arzu Çerkezoğlu
DİSK / Devrimci Sağlık-İş Genel Başkanı