“Engels, “böyle efendiye böyle uşak” derken ne kadar da haklıymış. Tayyip Erdoğan’ın “Murtazalığı”nı Türk İş, Hak İş, Kamu Sen’in “Üreten Türkiye” “Murtazalığı” nasıl da tamamlıyor!” Neoliberalizmin küresel krizi bir “sermaye stratejisi”nin krizi, “ideolojik” bir kriz olmanın ötesinde, tekelci sermayenin bugünkü somut tarihsel biçiminin krizidir. Elbette ortada sermayenin bir hegemonya krizi de var. Emperyalist-kapitalist sistemin içine […]
“Engels, “böyle efendiye böyle uşak” derken ne kadar da haklıymış. Tayyip Erdoğan’ın “Murtazalığı”nı Türk İş, Hak İş, Kamu Sen’in “Üreten Türkiye” “Murtazalığı” nasıl da tamamlıyor!”
Neoliberalizmin küresel krizi bir “sermaye stratejisi”nin krizi, “ideolojik” bir kriz olmanın ötesinde, tekelci sermayenin bugünkü somut tarihsel biçiminin krizidir.
Elbette ortada sermayenin bir hegemonya krizi de var. Emperyalist-kapitalist sistemin içine düştüğü kriz, “tarihin sonu”, “kadir-i mutlak piyasa” gibi neoliberal efsaneleri yerle bir etti. Ancak, ideolojisi iflas eden sermaye, bu iflastan ar edip intihar etmeyecek.
Neoliberalizmin iflasından hareketle tekelci sermayenin “malileşme” biçimindeki tarihsel gelişme doğrultusunun kendiliğinden bir başka yöne “kırılacağı”nı beklemek doğru değil.
Tekelci sermayenin “malileşme” yönündeki gelişme çizgisinden “vazgeçip” kendisini daha “rasyonel” hareket etme yeteneğine sahip bir kompozisyona “uyarlayacağını” düşünmek, tekelci sermayenin “malileşmesi”ni bilinçli bir “stratejik tercih” olarak görmek anlamına gelir. Oysa sermayenin “malileşmesi”, Marks’ın yaklaşık yüzelli yıl önce gösterdiği gibi, onun tarihsel evriminin mutlak doğrultusudur. Sermaye hiç durmaksızın “belirli” bir somut toprak parçasına, insan topluluğuna bağımlı olmaktan kurtulma çabasında, kendi somut, maddi biçimlerinden “soyunma” eğilimindedir.
Bu yüzden emperyalist merkezlerde bankacılık sisteminden başlayarak General Motors gibi sanayi devlerine kadar uzanan “devletleştirme”leri, sermayenin “sosyalizasyonu”, “devletçiliğin dönüşü” gibi soyut ve genel teorik “akıl yürütmeler”le incelemenin “görünüşe aldanmak” olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bunlar, tekelci sermaye devletinin sermayeyi (malileşmiş sermayeyi) kurtarma operasyonlarıdır ve genel yönelimleri, sermayenin malileşmesini kamusal alanın da ötesinde, biyolojik-kültürel varoluşun bütünü üzerinde iktidar sahibi kılmaktır. Dolayısıyla emperyalist merkezdeki “devletleştirme”leri somut emperyalist politik önlemler olarak ele almak ve bunların bizim gibi yeni sömürge ülkelerdeki izdüşümlerinin neler olabileceğini anlamaya çalışmak daha doğru.
Emperyalist merkezde mali sermayenin “devletleştirilmesi” yeni sömürge ülkeler için ne anlama gelebilir? Mali sermayenin “devletleştirilerek” kurtarılmasının anlamı yalnızca ABD’nin “içerisi” için yaklaşık 100 milyar dolar “basmak” anlamına geliyor. Emperyalist kapitalist merkezin bütününde gereksinim duyulan “devletleştirme”ler için gereken miktar 200 milyar doları buluyor. Bu rakama Çin’deki emperyalist cep dahil değil.
Sorun bu paranın nereden “getirileceği”nde düğümleniyor.
Herkes biliyor ki, bu para gerçek üretimdeki büyük çaplı bir genişlemeyle ilişkili olmayacak. Aksine “uzun” olacağı bilinen krizden “çıkış” diye sunulan tablonun “durgunluk”la damgalı olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
O zaman “kaynak” belli; sömürgeler dünyasından yapılacak aktarımlar, bu aktarımların kaynağı ise yeni “anti-kriz” paketleri olacak.
Türkiye’nin anti-kriz politikasının somut eksenleri neler? Türkiye’nin tamamını “yabancı yatırımcı” için verginin, sigortanın olmadığı “serbest bölge” haline getirmek ve İngiltere’de 400 yıl önce uygulanan Yoksullar Yasası’nın bir örneğini Türkiye’de yürürlüğe sokmak. Bu “önlem”lerin Türkiye’deki krizin değil emperyalist merkezdeki krizin ilaçları olduğu, emperyalist merkezdeki krizin devletleştirilmesi politikasının sömürgelerdeki uzantıları olduğu açık değil mi?
Engels, “böyle efendiye böyle uşak” derken ne kadar da haklıymış. Tayyip Erdoğan’ın “Murtazalığı”nı Türk İş, Hak İş, Kamu Sen’in “Üreten Türkiye” “Murtazalığı” nasıl da tamamlıyor!
Belli ki bu kriz Türkiye’nin yoksul halkı için çok uzun sürecek. Bu uzun işsizlik ve yeni yoksullaştırma sürecini “örgütlü” işçi hareketinin mevcut iç dinamikleriyle karşılayabilmesinin mümkün olmadığı da ortada.
Bu gerçekten türetilecek mantıki sonuç, bugünkü krizin yıkıcı toplumsal sonuçlarına karşı emekçi alternatifinin devrimci bir bakış açısıyla örgütlenen ve kitleselleştirilen hak mücadeleleri platformlarından yükselebileceğidir.