Amerikan konut sektöründe patlayan kriz olanca hızıyla yayılıyor. Teorik bir zemin ve kurgudan hareketle krizin ilerleyebileceği yönü tahminlemek olası olsa da belirsizlikler içinde olduğumuz söylenebilir. Bundan hareketle burada krizin kendimce bir açıklamasına girmekle birlikte yine sınırlı bilgilerimle olası sonuçlar üzerine bir tartışma denemesine girişmek hedefindeyim. Dünya üzerinde geçmiş büyük krizlere baktığımızda öncesinde büyük bir finansal […]
Amerikan konut sektöründe patlayan kriz olanca hızıyla yayılıyor. Teorik bir zemin ve kurgudan hareketle krizin ilerleyebileceği yönü tahminlemek olası olsa da belirsizlikler içinde olduğumuz söylenebilir. Bundan hareketle burada krizin kendimce bir açıklamasına girmekle birlikte yine sınırlı bilgilerimle olası sonuçlar üzerine bir tartışma denemesine girişmek hedefindeyim.
Dünya üzerinde geçmiş büyük krizlere baktığımızda öncesinde büyük bir finansal şişkinlik sonrası reel sektörün zincirleme tepkisine rastlarız. 1970’ler krizini bundan biraz ayrı tutmak mümkündür. Zira girdi maliyetlerinin yükselmesi arz yanlı bir şoka yol açmış, bu şok özellikle yarı-çevre ekonomileri ciddi sarsmıştı. Türkiye ise yurtdışından gelen işçi dövizleriyle bir süre ertelemişse de 71 darbesiyle yükselen toplumsal kriz, Kıbrıs çıkartması ile ilerlemiş ve 74 affı sonrası solun tekrar kitlelerle birleşmesiyle doruğuna ulaşmıştır. Bu noktadan sonra Türkiye’de de sermaye sınıfı aslında ertelediği kar sıkışmalarını 24 Ocak kararları ve 80 askeri darbesiyle çözümleme yoluna gitmişti. Günümüz krizinin Türkiye üzerine yaratabileceği olası etkiyi şimdilik sona sakladığımı belirteyim. Ancak bu krizin ilk bakışta bende uyandırdığı etki 1929 kriziydi. Hem finanslaşmanın ciddi boyutlara varması hem de oradan reel sektörü vurması söz konusuydu. Ve yine kriz finansal alanda patlak vermişti. Ancak sermaye hareketliliğinin bugünküne kıyasla oldukça kısıtlara maruz kaldığı da ortadaydı. Bugün sermaye her zamankinden daha uygun bir alana sahip ve tam bir karşı saldırı halinde.
Özellikle finansal piyasalara baktığımız zaman hem ciddi bir bütünleşme hem de Wall Street zemininde bir yoğunlaşmanın olduğu görülebilir. P-M-P’ devresi incelendiğinde, ki bu devre paranın sermayeye dönüşümünü anlatır, P’ başlangıçtan daha fazla üretilen değeri temsil ettiğinden, kapitalizmin özünü oluşturduğu ortadadır. Artı-değer çekildiği anda ortada kapitalizm diye bir şey kalmaz. Sistem artı-değerin sistematik teknolojik gelişim itkisiyle azamileştirilmesiyle karakterize edilir. Dolayısıyla sermayenin toplam sosyal döngüsündeki her kırılma, sistemi krize girme riskiyle karşı karşıya bırakır. Kredi mekanizması tam da bu döngüyü sürekli kılmak için, böylece sistemin temel eğilimlerine uygun olarak devreye girer. Yine buna bağlı olarak kredi ve finans sistemi bankalar ve değişik kurumlar aracılığıyla büyümek durumundadır. Bankacılık ve finans reel sektör için kredi yaratır ancak zamanla kapitalist sistem içerisinde göreli olarak özerk bir konum elde eder. Finansal sistemin hem bir özerklik kazanması hem de kendi içerisinde bir tekelleşme eğilimine girmesi de kaçınılmaz görünmektedir. Aslına bakılırsa bu durumun kendisi kredi maliyetlerinin yükselmesi eğilimine işaret eder. Yani hem reel sektörün tekelleşmesi, hem de mali sektörün bağımsızlaşıp tekelleşmesi ciddi bir eğilimdir. Tabi bütün bunlar sadece birer eğilim.
Konunun teorik tartışması epey karmaşık bir hal alabilir ama bunu sürdürelim. Öncelikle sermaye döngüsünün devamı ve kredi sistemi arasındaki ilişki ve bu ilişkinin kredi ve finans sistemini özerkleştirme eğilimini açıkladık. Bununla birlikte üretim sürecinde yeni yaratılan değerin de üretim aracı ve emek-gücü arasındaki bölüşümü (yeni yatırımlar için) de oldukça önemlidir. Zira bu bölüşümün oranı da sistematik teknolojik gelişme eğilimi tarafından sürekli sabote edilecektir. Her döngüde sermaye veya emeğin bir kısmı açıkta kalmak durumundadır. Bir de buna üretim aracı ve emek gücünün parasal değerindeki değişimlerin döngü üzerindeki etkisi ve kredi sisteminin duruma müdahalesi eklenirse zaten sistem sermaye döngüsü açısından da sürekli tehdit altındadır denilebilir. Çünkü zaten belirli bir merkezileşme derecesine geldikçe kredi faizlerinin artışı döngüyü daha da sıkıntıya sokmakla genel olarak (özellikle küçük sermayeyi) sermayeyi sıkıştırabilir. Bu noktada yine araya girip günümüz krizini anlamak için önemli bir para-benzerinden daha bahsetmek gerekiyor: türev araçlar. Türev piyasalar ise sermayenin yeni yatırımları için aldığı borçların dalgalanmalardan korunmasını amaçlar. Fakat bu kâğıtlar da sürekli alınıp satılır. Faizlerdeki yükseliş ve düşüşlere bağlı olarak küresel sistem içerisinde kendi değerleri de sürekli değişir. Dikkat edilirse yeni finansal araçların “türetilmesi” krizi bitirmiyor. Aksine daha da erteliyor ve finansal şişkinleşme eğiliminin ve balonun şişmesine zemin hazırlıyor. Günümüz krizi bu açıdan oldukça belirgin bir kriz. Ayrıca konut sektörü gibi motor bir sektörde patlamasıysa hiç de tesadüfmüş gibi durmuyor.
Konut sektöründe mortgage da denilen uzun vadeli ve ucuz konut kredileri yoluyla yaratılan talebin, yani hane halkının gelecekteki gelirleriyle yaptığı tüketimin sonunun geleceğini tahmin etmek zor değildi. Ayrıca buna günümüz bankalarının da alacaklı değil borçlu olduğunu eklememiz gerekiyor (P-P’). Netice itibariyle onlar da borç aldıkları parayla para kazanmaya çalıştıkça muazzam borçlar biriktiriyorlar (Magdoff, 2007). Fakat P-P’ döngüsü bir değer yaratmayı ifade etmemektedir. Sadece değerin el değiştirmesini ifade etmektedir. Bir fetiş, bir görüntüdür. Merkezileşmeyi ifade eder. Bu son derece riskli ve dalgalanmaya müsait ortamda türev araçların önemi sistem açısından daha da açıktır. Böylece konut sektörü ve emeklilik sigortası yoluyla hane halkının birikimleri de mali sektörün kredi mekanizması yoluyla finansallaştırılır. Soros bile günümüz krizinin ana kaynağı olarak finansal sistemin kendisini görmüştür (Soros, 2008:312). Mortgage yoluyla borçlandırılan geniş kesimlerle birlikte bu borçlara aracılık sağlayan ve türetilen araçlar çok açık olarak hem faizlerdeki en ufak bir oynamaya hem de konut fiyatlarındaki suni şişkinliğin inmeye başlamasına inanılmaz duyarlı olacaklardır. Böylece dalgalanmalar önce finansal araçların değerlerinin değişmesine, sonra da hızla el değiştirmesine ve bir şok dalgalanmaya yol açacaktır. Şahsen krizin şimdilik bu aşamada olduğunu düşünüyorum. Çünkü asıl olarak konut sektöründe reel olarak yaşanacak bir durgunluk, bu sektörün motor sektör özelliği göz önüne alındığında, hızla yayılma eğiliminde olacaktır. Kaldı ki bu da Aralık ayında Amerikan konut sektöründeki %15’lik rekor düşüşle başlamış durumda. Dolayısıyla burada bir kere kriz başladığında (ki bu 2007 yılına kadar uzanır) sarmal devam etmiştir ve etmeye de devam ediyor. Bunu sadece zamanla inecek bir finansal şişme olarak değerlendirmek hatalı bir değerlendirme olacaktır kanısındayım. ABD’de gittikçe artan işten çıkarmaların yanında hane halkının da inanılmaz bir borç yüküyle karşı karşıya kaldığı hatırlanırsa belki bu kış değil ama önümüz kış Amerika’ya komünizmin bile gelebileceği söylenebilir.
Sadece Amerika’yla kalmayabilir. Zira Avrupa’ya da sıçramıştır. Özellikle Amerikan ipotekli konut kredisinin %50’sinin Avrupa ülkelerindeki bankalarca finanse edildiği dikkate alındığında durum daha da anlaşılır olmaktadır. Bu koşullarda kredi bulmanın maliyeti her halükarda artmakla birlikte bu süreç çevre ülkeler açısından durumu daha da sıkıntılı hale getirmektedir. Ancak Türkiye’deki son verilere baktığımızda Cari İşlemler açığının düşmesi bizi yanıltmamalıdır, zira içerdeki talep azalmasının bundaki etkisi büyüktür.
Öbür taraftan Boratav’ın yazılarında sıklıkla belirttiği gibi Amerika’ya aktarılan kaynaklar da sürdürülemez hale gelmiştir (Boratav, 2009). Bu da bize Wallerstein
‘ın 1970’lerin başından itibaren Amerikan hegemonyasının sonunun tarihi olarak bu geçiş dönemini açıklamasını hatırlatıyor. Ancak merkezdeki bu kaymanın uzun ve sancılı olduğunu ve henüz ciddi belirsizlikleri de beraberinde getirdiği söylenebilir. Bu son dalga ise oldukça uzun sürmüştür.
Yine günümüze odaklanırsak hane halkının mümkün olabildiğince en geniş şekilde borçlandırılması nasıl gerçekleşti diye sorulabilir. Fakat buradaki kritik nokta krediyi ilk veren kuruluş açısından ilk riskin önemli olmadığıdır. Zira bu borçlanma kâğıtları da menkul değerler piyasaları yoluyla başkalarına satılmış ve bu kısırdöngü sürekli devam etmiştir. Yaratılan bu borç ekonomisi (P-P’) geniş bir alanı etkilemeye devam etmektedir. Meselenin ne boyutlara vardığı sub-prime mortgage kredilerindeki büyümeden de görülebilir.
Kaynak: Landa (2007)
Yüksek riskli gruplardan oluşan sub-prime mortgage piyasasındaki bu büyümenin bu süreçteki üst düzey ekonomik aktörlerin riskleri iyi yönetememesinden kaynaklandığı yönündeki burjuva iktisatçılarını ise hiç kale bile almamak gerekiyor. Piyasadaki bu çılgınca büyüme ile birlikte hatta daha da fazla artan bir kredi verme yarışı doğal bir eğilim olarak bu pastadan paylarını almak isteyenleri iştahlandıracaktı. Birçok sosyal bilimcinin bunu görmesine rağmen, krizin göze batar bir şekilde gelmesini basitçe ekonomik aktörlerin akıl düzeyiyle açıklamak saf dillik olsa gerektir. Ama burjuva iktisatçıların başka tutar bir yanı da yoktur.
Diğer yandan krizin çevre ülkelere yayıldığı ve etkisini artıracağı aşikârdır. Fakat bunun nasıl bir yolla olacağı tartışılmalıdır. Her çevre ülke bundan aynı derecede etkilenmeyecektir. Nasıl etkileneceğiniz yine sistem içerisindeki konumunuza bağlı olarak değişecektir. Ancak şimdilik görünen şu ki Türkiye gibi yüksek dış açıklar veren ülkeler finansal sistemleri yoluyla krizi diğerlerine nazaran daha sıkı yaşayacaklardır. Öbür taraftan reel sektörde de belirli kanallarla bu krizden etkilenmek daha olası olsa da bunun nasıl olacağı daha sonraki zamanlarda karşımıza çıkacaktır. Yeni yatırımlar hem kredi maliyetlerindeki yükselme, hem de varsa olası talebin de baskılanması ve uzun zamandır devam eden işten çıkarmalarla zaten sürekli azalan efektif taleple birlikte düşünüldüğünde, yatırımlardaki özellikle de istihdam yaratıcı yatırımlardaki düşüş tetiklenecektir. Bu süreç henüz devam etmektedir. Hatta başındadır denilebilir. Amerikan konut sektöründeki düşüşün yeni hızlandığı hesaba katılırsa daha henüz krizin başında olduğumuzu iddia etmek hiç de falcılık sayılmaz.
Bunun yanında ideolojik tartışmalar devam etmektedir. Başta Marx olmak üzere Keynes’in de tartışılması, piyasa mitinin en azından reel olarak sona erdiğini gösteriyor. Fakat Keynesvari bir önlem bağlamında efektif talebi yüksek tutan bir devlet müdahalesinden daha çok, finansal sistemin önemli aktörlerini kurtarma ve ayakta tutmaya dönük müdahale biçiminin benimsendiği daha açık. Geleceğin ne göstereceğini tahmin etmek zor olsa da emek cephesine dönük bir aktarımın işaretleri konjonktür gereği görülmüyor. Ulus-devletlerin 1970 öncesi iç piyasalar üzerindeki denetimi, krizi görece onlar açısından kontrol edilebilir bir seviyede tutabiliyordu. Artık sermaye birikiminin geldiği aşamanın küresel düzeyde olması ve bu bağlamda işlev değiştiren ulus-devlet yapılarının sonucu olarak kriz daha genel düzeyde bir kontrol mekanizmasından da yoksun gibi görünüyor. Bu durum güvensizliği tetiklediğinden hızlı bir dalganın orta ölçekli finansal oyuncuları yok ettiğini gözlemleyebiliyoruz.
Kriz, sistemi yıkmadığı ölçüde onun revize edilmesiyle sonuçlanacaktır. Kapitalizm başka bir surette karşımıza çıkacaktır. Onun yıkılması ise mücadelenin seyrine bağlıdır. Dahası, sermayenin yoğunlaşma ve merkezileşme eğiliminin gereği olarak hızlı el değiştirmeler görülebilir. Bununla birlikte bizim ülkemizde de yaşanan kredi bolluğu bitiyor. Kriz küresel düzlemde özellikle reel sektörü daha derinden etkilemeye başladığında sosyal kriz kendisini daha da hissettirecektir. Bu, yoksullar ve dışlanmışlar için bir kara ağıt değil bir fırsattır. Daha iyi bir dünya için düşlerimizin ellerimizden daha çok tutacağı bir dönemin başlaması demektir. Eğer düşlerimizse bizi insan yapan, şimdiden sermaye için tedirgin olma vakti gelmiş demektir. Çünkü kriz, dünya emekçileri için de bir fırsattır.
Kaynakça
Boratav, Korkut (2009), “On Soruda 2008’in Ekonomik Panoraması”, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/8296.html. (İndirilme tarihi: 20 Ocak 2009)
Landa, Juan (2007), “Deconstructing the Credit Bubble”, Matterhom Capital Management Inverstor Update, 3rd Quarter, http://www.matterhomcap.com/pdf/3q2007.pdf. (İndirilme tarihi: 30 Ocak 2009)
Magdoff, Fred (2007), “Borç ve Spekülasyon Patlaması”, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=12728. (İndirilme tarihi: 30 Ocak 2009)
Soros, George (2008), “The Crisis and what to do about it”, real-world economics review, issue no. 48, pp. 313-318, http://www.paecon.net/PAEReview/issue48/Hodgson48.pdf. (İndirilme tarihi: 30 Ocak 2009)