28 Mayıs sabahı KESK ve Eğitim-Sen’in basılmasıyla yapılan aramalar ve KESK yöneticilerinin gözaltına alınması rutin bir uygulama olarak ele alınmamalıdır. Çeşitli zamanlardaki sansasyonel gözaltı dalgaları nedeniyle bu tür operasyonlara karşı toplumsal bir kanıksama oluştuğu ortadadır. Zaten amaçlardan biri de böylesi bir kanıksama halinin yaratılmasıydı. Oysa işçi konfederasyonları son olarak 12 Eylül cuntasının geldiği günlerde basılmış […]
28 Mayıs sabahı KESK ve Eğitim-Sen’in basılmasıyla yapılan aramalar ve KESK yöneticilerinin gözaltına alınması rutin bir uygulama olarak ele alınmamalıdır. Çeşitli zamanlardaki sansasyonel gözaltı dalgaları nedeniyle bu tür operasyonlara karşı toplumsal bir kanıksama oluştuğu ortadadır. Zaten amaçlardan biri de böylesi bir kanıksama halinin yaratılmasıydı. Oysa işçi konfederasyonları son olarak 12 Eylül cuntasının geldiği günlerde basılmış ve yöneticileri gözaltına alınmışlardı. Bu çıplak gerçeğin kendisi dahi bugün nasıl bir atmosferin içine girildiğinin göstergesidir. Ekonomik krizle birlikte, AKP döneminde dönüşüme uğrayan rejimin giderek daha da otoriterleştiği, faşizmin baskı uygulamalarının inceltildiği, yoğunlaştığı ve sistematikleştiği görülmektedir.
***
PKK operasyonu gerekçesiyle KESK ve Eğitim-Sen baskınlarının Bergama Jandarma İstihbaratı tarafından gerçekleştirilmiş olması kimi çevrelerin kafasını karıştırdı ve bu gelişmenin eski denklem (ulusalcılık-liberalizm çatışması) ışığında yorumlanmasına yol açtı. Oysa AKP’nin yürüttüğü ve Genelkurmay’ın da destek verdiği Ergenekon Operasyonları aracılığıyla ulusalcılığın tasfiye edilmesi süreci, aynı zamanda ülkemizde rejim içinde bir dönüşüm sürecidir. Rejimin geçirdiği/geçirmekte olduğu bu dönüşüme bağlı olarak, günümüzde egemenler arasında bir önceki döneme ait olan ulusalcılık-liberalizm gerilimi şiddetini kaybetmiş ve yerini farklı çatışma eksenleri doğuracak yeni bir zemine terk etmiş durumdadır. Dolayısıyla bu operasyonun, “ulusalcı Jandarma İstihbaratı’nın, liberal AKP’nin demokratikleşme doğrultusundaki Kürt Açılımının önünü kesmek amacıyla gerçekleştirdiği” şeklindeki düşünce büyük bir yanılgıdır. Bazı sol çevrelerin düşünüş biçimini yansıtan bu yanılgının güçlü bir liberal etkilenmeden kaynaklandığı ortadadır.
KESK ve Eğitim-Sen baskınlarının Jandarma Genel Komutanlığı’nın, dolayısıyla Genelkurmay’ın bilgisi olmaksızın geride kalan kimi ulusalcı odaklar tarafından gerçekleştirilmiş olma ihtimali yoktur. Günümüzde (ordunun komuta kademesindeki içindeki ulusalcıların temizlenmesinin ardından) bu tür kritik hamlelerin, komuta kademesinin bilgisi dışında gerçekleştirilmesi kesinlikle olasılık dışıdır. Üstelik Kürt sorunu açısından AKP ile ordu arasında önemli bir stratejik yaklaşım farklılığından söz etmek de doğru değildir. ABD’nin yeni dönem Kürt politikaları doğrultusunda, ordu da AKP de, bu konjonktürde gündeme getirilen Kürt açılımı çerçevesinde önceliği Kürt Hareketinin tasfiyesi üzerine kurmuş durumdadır. Bu nedenle “mevcut Kürt açılımının demokratikleşmeye yönelik bir atmosfer yaratacağı” beklentisi yanlıştır. Yine bu nedenle söz konusu operasyonlar ordu ile AKP arasında bir gerilim unsuru oluşturmamaktadır. Bu operasyon tıpkı Fethullahçı AKP polisi tarafından geçen ay gerçekleştirilen DTP operasyonu gibi, mevcut “Amerikancı Kürt açılımının” önünü açmaya yöneliktir. Ayrıca operasyonlar -tıpkı Ergenekon Operasyonlarında olduğu gibi- bilinçli biçimde sorunla oldukça ‘alakasız’ unsurlara doğru yayılmakta ve bu sayede çok geniş kesimler arasında kafa karışıklığının yanı sıra korku, panik ve tedirginlik yaratılması hedeflenmektedir.
Kürt sorununda gerici-baskıcı niteliği her geçen gün daha fazla açığa çıkan “Kürt açılımına” paralel yürütülen PKK operasyonları çerçevesindeki KESK ve Eğitim-Sen operasyonları aynı zamanda toplumsal muhalefeti sindirmeye yöneliktir. Yaşanan derin ekonomik krizin egemenleri sarstığı ve krizin faturasının her geçen gün daha fazla halka kesildiği günlerde, mevcutların içinde daha hareketli bir sendika olan KESK’e yönelik saldırılar bir yandan da emek hareketini köşeye sıkıştırarak hareketsizleştirmeyi, teslim almayı amaçlamaktadır.
KESK içinde muhalefet yapan kimi grupların bu operasyonlardan örtük ve utangaç biçimlerde de olsa “Yurtsever Emekçileri” sorumlu tutmaya yönelik imaları son derece gerici bir kavrayışın ürünüdür. Zira bu operasyonların bir diğer boyutu da Türk ve Kürt emekçiler arasındaki bağın tamamen kopartılması ve böylelikle emekçilerin birbirine düşürülerek çok daha kolay teslim alınmasıdır. KESK, Türk ve Kürt emekçilerinin siyasi temsiliyet temelinde bir arada mücadele ettiği -neredeyse yegane- sendikal örgütlenme olması nedeniyle bu saldırıların öncelikli hedefi olmaktadır. Engellenmediği koşullarda benzeri operasyonlar dalga dalga toplumsal muhalefetin tümüne yönelecektir. Önce en sivri, en tehlike arz eden güçlerden başlayan bu operasyonlar silsilesi muhtelif gerekçelerle giderek tüm muhalif kesimlere yayılacaktır.
***
Bu gerçekler ışığında, yapılması gereken derhal etkili bir refleks geliştirmektir. Nasıl ki son DTP-ÇYDD Operasyonları ters teptiyse, Emek Hareketine yönelen bu saldırılar da boşa çıkartılmalıdır. Aksi takdirde her koşulda sürecek olan bu saldırıların şiddeti, kapsamı ve boyutları çok daha genişleyecektir.
Bu saldırılara karşı verilecek mücadelenin “demokrasi-özgürlük-yeniden kardeşleşme ve insanca yaşam” taleplerini bir arada sürdürmesi hedeflenmelidir. Böylelikle egemenler halklar arasında düşmanlığı körükleyen bir Kürt açılımı hedeflerken, toplumsal muhalefet “yeniden kardeşleşme”yi hedefleyen bir çizgi izlemelidir. Bu süreçte “Ekmek-Barış-Demokrasi ve Kardeşlik” mücadelesi iç içe geçmiş durumdadır ve hiçbirisi arka plana atılmamalıdır. Özellikle de Kürt sorununda “barış ve demokrasi” vurgusu yapılmalı, egemenlerin sendikal hareketi bu yolla sindirme çabalarına boyun eğilmemelidir.
Bu perspektif doğrultusundaki mücadelenin ve tepkilerin kesik kesik ve parçalı değil kesintisiz ve bütünlüklü bir politika ile sürdürülmesi hedeflenmelidir. Tüm emek ve demokrasi güçlerinin de bu çizgiye etkili bir destek vermesi gerekirken, KESK ve bağlı sendikaların yönetimlerine düşen görev ise bu doğrultuda cesur ve atak bir hattın derhal örgütlendirilmesi, süreçte inisiyatif boşluğu bırakılmamasıdır.
Kamu emekçileri mücadelesinin kuruluşunda içselleştirdiği yenileyici dinamik olma özelliği bu dönemlerde kritik bir önemdedir. Bu saldırgan yönelimi boşa çıkarmada da üzerine tarihsel bir rol düşmüş durumdadır. Demokratik ve militan karakteri de bu baskıları boşa çıkarmadaki en önemli avantajıdır. Gözaltıların yaşandığı ilk gün alanlarda kendini ifade eden kamu emekçileri hareketine, mücadeleye ve KESK’e sahip çıkan militan kitlesel tepki, reflekslerin canlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Devrimci Kamu Çalışanları olarak mücadelenin, dayanışmanın, direnişin örülmesi, başta kamu emekçileri olmak üzere toplumsal muhalefetin tüm bileşenlerinin bu doğrultuda seferber edilmesi için herkesi tarihsel sorumluluğa davet ediyoruz. Devrimci Kamu Çalışanlarının mücadelenin ön saflarında yer alacağını duyuruyoruz.