Yok öyle Evren. Bir numaralı sanık oluncaya kadar, yaptığın kötülüklerin hesabı bir bir sorulana kadar ölmek yok; hele intihar etmek hiç yok. Hele Devrimci Yol davasının karar aşamasına geldiği bir zaman diliminde böyle konuşarak işin içinden sıyrılabileceğini düşünmek hiç yok. 12 Eylül darbesinin lideri generalin “Bu işi yargıya bırakmam. İntihar ederim” şeklindeki hezeyan dolu sözleri […]
Yok öyle Evren. Bir numaralı sanık oluncaya kadar, yaptığın kötülüklerin hesabı bir bir sorulana kadar ölmek yok; hele intihar etmek hiç yok. Hele Devrimci Yol davasının karar aşamasına geldiği bir zaman diliminde böyle konuşarak işin içinden sıyrılabileceğini düşünmek hiç yok.
12 Eylül darbesinin lideri generalin “Bu işi yargıya bırakmam. İntihar ederim” şeklindeki hezeyan dolu sözleri kamuoyunda bir süredir devam eden 12 Eylül tartışmalarının önüne geçti. CHP lideri Baykal’la Başbakan Erdoğan arasındaki “sulu şaka” kıvamında devam eden tartışma birden farklı bir kulvara girdi; iş ciddileşti. Baykal ile Erdoğan birbirlerinin samimiyetini sorgularken, 12 Eylülcü paşa “samimi” ama biraz fantastik bir çıkış yaptı: “Bir referandum yapın. Evren Paşa yargılansın mı diye sorun. Eğer halk ‘Evet yargılansın’ derse, milletimin önünde herkese söz veriyorum. Bu işi yargıya bırakmam. İntihar ederim.”
“Komedi üçlüsü”nün atışması ve restleşmesine dahil olmak gibi bir niyet beslenmiyor ama mevzu bahis olan bizim hayatımız, mevzu bahis olan üzerimize karabasan gibi çöken 12 Eylül olunca iki çift laf söyleme hakkı doğuyor. Kaldı ki bu ihtiyaç, SHP Genel Başkanı Hüseyin Ergün’ün “darbelerde solun rolü fecidir” sözünde simgeleşen görüşlerinin basında yer almasından sonra da kendisini dayatmış ancak darbe dönemlerinde feci halde ezilen, mağdur edilen ağabeylerimizden gerekli yanıt gelince yeni söze gerek kalmamıştı.
Yeni değil bu tartışma. Daha önce de darbenin bir numarası Kenan Evren’in “tonton dede” hallerinde gençlere pazarlanmaya çalışıldığı günlerde de benzer tartışma yaşanmış, 12 Eylül yargılamalarının bir numaralı sanığı Oğuzhan Müftüoğlu, “Öyle mi sanıyorsunuz? Unutulup gider mi sanıyorsunuz? Göreceksiniz! Kimsesiz sandığınız insanların arkasındaki on binleri göreceksiniz. Şimdi kendinizi alkışlattığınız okullarda, marifetlerinizin ‘işte 12 Eylül, işte faşizm’ diye okutulduğunu da göreceksiniz!”diyerek Evren’e meydan okumuştu. 12 Eylül döneminin bir numaralı sanığı, 12 Eylül’ün bir numaralı paşasına caka satmıştı.
12 Eylül döneminde devrimciler hapisteydi; onları Evren hapse atmıştı. Memleket o yıllarda Evren’den soruluyordu.
1970’li yıllarda ise halk muhalefetinin, antifaşist direnişin odağı, yoksulların umudu Devrimci Yol’du. 12 Eylül, Ankara’nın gecekondularında; Çinçin’de, Tuzluçayır’da, Dikmen’de; Niğde’de ve dahi İç Anadolu’nun tüm ömrünü halı tezgâhlarının, patates tarlalarının, üzüm bağlarının başında geçiren yoksulların indinde; ODTÜ’de ve Tariş’te ve tartışılmaz Fatsa’da, Artvin’de, belanın keskin olduğu Adana’da ve dahi bütün Akdeniz’de, çatışmada öldürülen ilk kadın Mine Bademci’nin memleketi Ege’de ve dahi Malatya’da, Kaçkarlar’da baş gösteren isyanı bastırmak için yapıldı. Yoksulların isyanı bastırıldı; devrimci hareket yenildi.
İsyan bastırılmasaydı ne olurdu?
Eşitlik, adalet, özgürlüğü bir tarafa bırakalım memlekette huzur olurdu; Fatsa’daki dinginliğe ve kardeşliğe benzer bir şey bütün memleket sathına yayılır ve asıl huzuru kimin bozduğu tartışma götürmez bir gerçek olarak tescil edilirdi.
Devrimcilere “huzur bozdukları” için “zırtapozlar” diyen Ertuğrul Özkök gibilere, huzurun göreceli bir kavram olduğu ve ‘birinin huzuru diğerinin karabasanıdır’, tezinin gerçekliği yansıttığı hatırlatılabilir, Kenan Evren, Türkiye tarihinin gördüğü en huzur bozucu adam olarak ilan edilebilirdi.
Açık olmakta fayda var. 12 Eylül egemenler için huzur olmuştur, yoksullar ve solcular için karabasan. Bunu en özlü şekilde iki insan ifade etmiştir. Biri işverenlerin temsilcisi Halit Narin’dir. Hatırlanır; 12 Eylül’den sonra verdiği beyanatta, “Şimdiye kadar işçiler güldü, sıra bizde” demiştir. Diğeri de “Kendisi hapiste görüşleri iktidarda tek parti biziz” diyen MHP’li Agah Oktay Güner’dir. Dedikleri doğrudur.
12 Eylül işverenleri güldürmüş, bunu yaparken, olabildiğince ırkçı, otoriter, faşizan davranmış, binlerce insanı cezaevlerine atmış, binlercesini işkenceden geçirmiş, insanı yok etmeye çalışmış, 17 yaşındaki bir çocuğu bile idam sehpasına çıkartmıştır. Hem Narin’in hem de Güner’in temennileri gerçekleşmiştir.
Bugün üzerinde Ertuğrul Özkök’ün bile ahkâm kestiği 12 Eylül Türkiye’sinde bir tarafta 17 yaşındakilerin ve dahi herkesin canına düşen, onları işkenceden geçiren, darağacına çıkartan faşizm vardı; diğer tarafta 17 yaşındakileri özgürleştirmeyi asli amaç edinmiş, Türkiye’yi yaşanılır bir ülke haline getirmeye and içmiş Devrimci Yol ve dahi diğer devrimci hareketler.
12 Eylülcü paşanın ‘halkoyuna başvuralım’ güveni, Özkök’ün “Dev Yolcu zırtapozlar” küstahlığı ve Erdoğan ile Baykal’ın kayıkçı kavgasının nedeni devrimcilerin yenilmiş olmasıdır; ilk raunt tamamlanmış, devrimciler kaybetmiştir. Her ne kadar bu işte adalet aramak anlamsız gibi görünse de, tankları, topları, işkence yöntemleri, sermayedarların ve emperyalistlerin açıktan desteği ile yendiklerini söylemek gerekiyor.
Açıkçası 12 Eylül’dekini yenilgiden saymıyoruz. Sayarsak, kendimize haksızlık etmiş oluruz.
Bizim bütün bu tartışmalardan çıkartmamız gereken sonuç şudur: Fatsalar çoğalırsa, tankları, topları işkence yöntemleri sökmeyecek, gerçek kapışma işte o zaman yaşanacaktır.
O güne kadar, yoksulların hayalleri gerçekleşene kadar, 12 Eylül’ün paşası bir numaralı sanık olana kadar, kimseye ölmek yok; ne Evren’e ne bize.