Herkesin bildiği üzere KESK, geçtiğimiz hafta içinde düzenlenen bir operasyonla içlerinde Genel Merkez Yöneticilerinin de bulunduğu bir saldırıya uğradı. İki yüz bini aşkın üyesi ile birlikte emek ve demokrasiden yana tüm yapılar da esasında aynı saldırıya maruz kalmış oldu. KESK’e yönelik bu saldırı ne ilkti ne de son olacak, bunu çok iyi biliyoruz. Emek mücadelesinde […]
Herkesin bildiği üzere KESK, geçtiğimiz hafta içinde düzenlenen bir operasyonla içlerinde Genel Merkez Yöneticilerinin de bulunduğu bir saldırıya uğradı. İki yüz bini aşkın üyesi ile birlikte emek ve demokrasiden yana tüm yapılar da esasında aynı saldırıya maruz kalmış oldu. KESK’e yönelik bu saldırı ne ilkti ne de son olacak, bunu çok iyi biliyoruz. Emek mücadelesinde bedel ödeyenler, yüzbinlerle KESK’i KESK yapanlar da KESK’le beraber onurumuzdur, hep de öyle olacak. KESK’ i sokakta kuran ve “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız” diyen bir anne ve babanın kızı olarak ben de bugün bu zincirin bir halkası olma gururunu yaşıyorum.
Ancak son süreçte emeğe yönelen tüm bu yıpratma çabalarına ve saldırılara karşı verilen mücadelenin bugün geldiği noktada bir şeylerin hiç de içime sinmediğini ve bize o onurlu geleceği miras bırakanlara, o bedeller ödeyerek emek hareketinin en büyüklerinden olan gözümüzün bebeği KESK’e layık olmayan bir tavrın sergilendiğini söylemek durumundayım. Son süreçte yaşananların ardından tüm Türkiye’ de olduğu gibi İstanbul’da da KESK’e yönelik gözaltıları protesto etmek için binler bir araya geldi; önce hemen o gün Taksim Gezi Parkında emekçiler reflekslerinin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu, “Devlet güdümlü sendika olmayacağız”, “Emeğin karşısında olan hiç kimseyle uzlaşmadık, uzlaşmayacağız”, “Güçlü olan biziz yüz binlerle, meşru olan biziz, siz değilsiniz” haykırışıydı binlerin… Tıpkı bir sonraki akşam Galatasaray Lisesi önünde olduğu gibi… Tüm kararlılığıyla tam üç saat bekledi polis barikatının önünde. İşte o üç saatin sonuna gelindiğinde artık hala bekleyenlere bir açıklama yapma vakti gelmişti. Emniyetle yaptığı görüşmeden sonra durumu kendi aralarında değerlendirip bir karara varmıştı şubeler platformu. İlerleyen zamanla birlikte sayı azalmış, barikatın önü neredeyse boşalmıştı. Öyle ki içimizi sızlatan barikatın önünde kimsenin kalmadığı duyurusu eylemin sonunu işaret ediyordu.
Nihayetinde platform üyeleri geldiler. Ne olmuştu, plan neydi? Saat 22.00 idi ve üç saat olmuştu… O sırada barikatın önünde oturma eylemindeydik. Bekleniyordu. Hemen önümüzde dönem sözcüsü arkadaş konuşmaya başladı. Bir türlü kararı açıklayamamasındaydı, ne söyleyeceğine pür dikkat odaklanmış kitlenin gözlerine bakamamasındaydı sorunun cevabı… Hemen arkamızda sıraya girmiş karar sahiplerinden birinin sözcüye sürekli müdahale edip “Yeter artık söylesene, bitir artık, doğruyu söylesene” diye çekiştirip durmasındaydı cevap… Olay bitmişti… Emniyet izin vermemişti, emniyetle görüşüp durumu değerlendirenler de bunu kabul etmişti… Durum anlaşılmıştı… Dağılmayı kabul ettiği gibi alternatif de üretememişti… Peki o kararı kaç kişi vermişti, neye dayanarak, nasıl bir sorumluluk duygusuyla hareket etmişti… Bu durumun ne anlama geleceğini kavrayamayan nasıl bir haleti ruhiye idi? Nasıl? Bu muydu miras aldığımız fiili, meşru mücadele çizgisi? “Direne direne kazanacağız” haniydi, “Baskılar bizi yıldıramaz” nerdeydi? O akşamki eylem büyük bir kayıptır hanemize düşülen ve asla payımıza düşmemesi gereken…
Ve şimdi hesap sorma zamanıdır, “Çocuklarıma onurlu bir gelecek bırakacağım” diyen, “KESK bizim onurumuzdur” diyen herkes bu eylemde karar alanlara hesap sormalıdır. Onlara bunu yapabilmelerine meydan verdiği için kendine de… O gün KESK’i düştüğü yerden kendisi kaldırmalıdır. Bunu yapmadıkça bundan sonrasının kayıp hanesinin kabarmasına ortak olacağını bilmelidir.
*Eğitim Sen İstanbul 2 No’lu Şube üyesi