Ülkemizde iş âleminin çatı kuruluşlarıyla işçi ve memur sendikalarını aynı cephede buluşturan pek az kampanya olmuştur; genellikle birinin kazancı diğerinin kaybıdır çünkü ve bu sebeple birinin “Ak” dediğine diğerlerinin “Kara” demesine alışmışızdır. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) önderliğinde Hak-İş, Türk-İş, TESK, TİSK, Kamu-Sen, TİM, TÜSİAD ve MÜSİAD’ın dünkü ortak açıklaması bir ilk sayılabilir. Kuruluşların […]
Ülkemizde iş âleminin çatı kuruluşlarıyla işçi ve memur sendikalarını aynı cephede buluşturan pek az kampanya olmuştur; genellikle birinin kazancı diğerinin kaybıdır çünkü ve bu sebeple birinin “Ak” dediğine diğerlerinin “Kara” demesine alışmışızdır. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) önderliğinde Hak-İş, Türk-İş, TESK, TİSK, Kamu-Sen, TİM, TÜSİAD ve MÜSİAD’ın dünkü ortak açıklaması bir ilk sayılabilir.
Kuruluşların hep bir ağızdan söyledikleri ezcümle şu: “Kriz varsa, çözüm de var…”
Türkiye’nin neredeyse hiç dahli bulunmayan ekonomik bir kriz bizim sahillerimize de vurdu. Vurmaması mümkün değildi: Ürünlerimizi sattığımız ülkeler tüketimi kısıp alımı durdurunca eskisi kadar satamaz olduk; fabrikalar kapandı, çalışanlar işsiz kalmaya, piyasaya yeni girmeye hazırlanan işgücü iş bulamamaya başladı.
İşsizlik sebebiyle talebin azalması ekonomik dengeleri etkiler, ama bizde cebi para görenlerin de “Kriz var” diye ellerini ceplerine pek götürmedikleri fark ediliyor. “Ya işsiz kalırsam” endişesi büyük rol oynuyor bu alış-veriş isteksizliğinde. Ancak ekonominin evrensel kuralları bu davranış tarzının yanlış olduğuna, endişeler etkisiyle davranış tarzlarının değiştirilmesinin sonunda endişe edilenin başa gelmesini çabuklaştırdığına işaret ediyor.
Kriz dönemlerinde cebinde para olanlar, iş-güç sahipleri, yatırımcılar piyasadan uzak duracaklarına, tam tersine ekonominin çarklarının daha hızlı çalışmasını sağlayacak biçimde hareket etmeliler. İhracat darbe yiyince iç tüketim de azalırsa, ekonominin bütün dengeleri altüst olur; ihracatın azaldığı dönemlerde iç tüketimi sürdürerek ekonomiyi canlı tutmak mümkündür. Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 70’i insanlarımızın her gün yaptığı harcamalardan oluşuyor çünkü.
İş dünyasının öndegelen örgütleri ile çalışanların ortak platformu daha açık bir davette bulunmaktan nedense kaçınmış. Oysa şimdi içinden geçmekte olduğumuz krizi daha da derinleşmeden atlatmanın ve krizden güçlü çıkmanın yolu tek: Bu ara dönemde bireysel ve aileler olarak yaptığımız tüketimi artırmak… Daha fazla harcamalıyız.
Bunu açıkça talep etmek kanaatkârlık ve israftan kaçınma hasletlerimize, ‘ayağını yorganına göre uzatmak’ gibi, ‘ak akçe kara gün içindir’ gibi ata sözlerimize ters düşüyor; kampanya açan kuruluşların doğrudan “Harcayın, tüketin” dememesinin sebebi muhtemelen bu… Ancak “Harcayın” öğüdü bir geçici dönemle ve ülke ekonomisinin bugünkü özellikleriyle ilgili: Dünyayla yakınlığımız geçici bir süreliğine ekonomimizi olumsuz etkiledi; ülkemizin çıkarları öyle gerektirdiği ve ancak bu yolla işsizliği azaltabildiğimiz için bir süreliğine farklı davranmamız bekleniyor.
Zorunluluk durumunda farklı ölçüler devreye girer, bugün olan da bu…
Dünya krizdeyken bizim de krizde olmamız gerekmiyor. Krizde olan dünyaya satamadıklarımızın bir miktarını, hatta bazen çok elzem ihtiyacımız olmasa bile, kendi tüketimimizi artırarak ekonomik hayatın içine çekebilirsek, dengelerin daha az zarar görmesini sağlayabiliriz. Bugünün dünyası böyle: Dışarıya satmak üzere ürettiklerinizin şimdiki gibi durumlarda tüketilmesini sağlayamazsanız, bir süre sonra sizin ailenizden birinin de işsiz kalmasını engelleyemezsiniz.
Ekonominin çarkları üretim-tüketim ekseninde çalışırsa ancak, denge bir yerde oluşur…
Daha önce aynı safta buluştukları pek görülmemiş iş dünyası temsilcileriyle çalışan kesimin örgütlerinin ekonomi düzlüğe çıksın diye yaptıkları “Kriz varsa, çözüm de var…” çağrısı doğrudur. Çözüm, sırt sırta vererek ekonomimizi canlı tutmaktan geçiyor.