Cumhurbaşkanı “İyi şeyler olacak” derken, tüm ülke çapında DTP yöneticilerine yönelik tutuklama kampanyası hız kesmeden sürüyor. Sanırsınız, iki farklı siyasi hedefi olan iki ayrı devlet var, birbirini çelmeleyen… Cumhurbaşkanı Gül’e Kürt meselesi konusunda “fırsatı değerlendirmeliyiz, iyi şeyler olacak” dedirten ne acaba? Devletin çözüm için gerçekten bir planı var mı? Son günlerin merak uyandıran soruları bunlar… […]
Cumhurbaşkanı “İyi şeyler olacak” derken, tüm ülke çapında DTP yöneticilerine yönelik tutuklama kampanyası hız kesmeden sürüyor. Sanırsınız, iki farklı siyasi hedefi olan iki ayrı devlet var, birbirini çelmeleyen…
Cumhurbaşkanı Gül’e Kürt meselesi konusunda “fırsatı değerlendirmeliyiz, iyi şeyler olacak” dedirten ne acaba? Devletin çözüm için gerçekten bir planı var mı? Son günlerin merak uyandıran soruları bunlar…
Aslında dikkat ederseniz tartışmalar, Obama’nın Türkiye ziyaretinden sonra yeniden hararet kazandı.
Önce Genelkurmay konuyu değerlendirdi. Temelde yaklaşımını değiştirmemekle birlikte, daha ‘makul’ bir söylemin öne çıktığından söz edilebilir.
Ardından Cumhurbaşkanı, yukardaki iyimser ifadeleri kullandı.
Başbakan kendisiyle yapılan röportajda, seçim öncesindeki meydan okuma tavrını bir kenara bırakmış izlenimi verdi.
Murat Karayılan’ın tam da bu dönemde görüşlerini açıklama ihtiyacı duyması da bu süreçten bağımsız değil. Çok muhtemelen, ABD’nin yönlendirdiği siyasi bir müdahalenin eşiğine gelindiğinin onlar da farkında…
Ama en önemlisi, PKK merkezinden kamuoyuna ulaşan mesajlar karşısında İçişleri Bakanı Atalay’ın “not ediyoruz” sözleriydi. Bana kalırsa, bugüne kadar bir devlet yöneticisinin ağzından çıkmış en ciddi laf. Bu, “teröristin” muhatap alınmasıdır. İlk kez oluyor.
•••
Fakat bütün bunlar, madalyonun sadece bir yüzü. Dönüp diğer yüzüne baktığımızda, ortadaki iyimserliğin abartılı olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.
Obama’nın az çok kestirilebilir taleplerinin “bölgede istikrar ve uzlaşma” başlığı altında toplanabileceği anlaşılıyor. Bölgedeki üç önemli husumetin (Kürt meselesi, Ermenistan’la ilişkiler ve tıkanan Kıbrıs konusu) tarafı olarak Türkiye’nin geçmiş politikaları ile bu sürece uyum sağlamasının mümkün olamayacağı lisanı münasiple anlatılmış olmalı.
Hükümet, Ermenistan ve Kıbrıs meselesinde büyük planın gereği olarak kendisinden beklenen yönelimlere giremeyecek gibi görünüyor. Her defasında ‘milli tabulara’ toslayacak. Gerçi AKP’nin sıkıştığı zaman -tabiatı gereği- bu tabuların arkasına saklanmakta tereddüt etmediğini de unutmayalım.
•••
Tekrar asıl yakıcı soruna dönersek…
O cephede de durum farklı değil. Cumhurbaşkanı “İyi şeyler olacak” derken, tüm ülke çapında DTP yöneticilerine yönelik tutuklama kampanyası hız kesmeden sürüyor. Sanırsınız, iki farklı siyasi hedefi olan iki ayrı devlet var, birbirini çelmeleyen… Fakat dikkat çekici olan, hükümetin “açılım” söylemini boşa çıkaran, bu defa asker değil. Operasyonlar, hükümete bağlı polis eliyle yürütülüyor.
Köylere eski isimleri geri verilsin diye tartışılırken, hükümetin kaymakamı, Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinde parklara verilecek isimleri yasaklıyor.
Bunda bir tuhaflık yok mu? Hani, TSK-hükümet ayrımı üzerinden bir köstekleme olsa durum daha anlaşılabilir olurdu. İşte, siviller açılım yapmak istiyor, asker engelliyor deyip geçilebilirdi. Ama durum pek öyle değil.
İşin içinde polis, kaymakam, vali gibi devletin idari görevlileri olunca insan ister istemez kuşkulanıyor. Ve kendi kendine soruyor; son yıllarda devletin bu organlarında kimler örgütlendi, diye…
Sonra sorular çoğalıyor.
Güneydoğu’ya siyasi yatırım yapmış birileri şimdi büyük planın dışına mı itildiler? Kendilerinin hesaba katılmadığı ‘çözümlere’ ayak mı diriyorlar?
Bu soruların cevabı şimdilik belirsiz.
Ama belli olan şu: Fethullah Gülen cemaati, bir siyasi iktidarın şemsiyesi altında sonsuza kadar yaşamayı kabullenen eski zaman tarikatlarından farklı bir yapı. Herşeyi istiyorlar. Bu mesele Erdoğan’ın başını çok ağrıtacak gibi…