Her içinde şiddet barındıran düşünce karşıtını yaratıyor. Adına Liberal (Özgürlükçü) diyen bir grup var. Ancak Liberalizm dediklerini kendileri ile aynı düşünenlerin ‘Özgürlük’lerini savunurken, başkalarını da mahkûm etmek üzerine kuruyorlar. Yani ‘Özgürleşme’ tek tipleşiyor. Dolayısı ile onun gibi düşünmeyen doğrudan kendini baskı altında hissedip, onun tam karşısında yer alıyor. Ya da karşı kutba kayıyor. Yani Liberalizm’in […]
Her içinde şiddet barındıran düşünce karşıtını yaratıyor. Adına Liberal (Özgürlükçü) diyen bir grup var. Ancak Liberalizm dediklerini kendileri ile aynı düşünenlerin ‘Özgürlük’lerini savunurken, başkalarını da mahkûm etmek üzerine kuruyorlar. Yani ‘Özgürleşme’ tek tipleşiyor. Dolayısı ile onun gibi düşünmeyen doğrudan kendini baskı altında hissedip, onun tam karşısında yer alıyor. Ya da karşı kutba kayıyor.
Yani Liberalizm’in kurucusu olan Burjuva aydınların felsefesinin tam tersi bir durum var bizim liberallerde. Sözgelimi Voltaire’nin, “Söylediklerinizin hiçbirinde sizinle aynı görüşte değilim; ancak, onları söyleme hakkınızı ölünceye değin savunacağım” sözü bizim Liberallerimiz açısından anlamsız hatta yersiz bir sözdür.
Örneğin Liberal aydınların önemli sözcülerinden addedilen Etyen Mahçupyan’ın Taraf Gazetesinde yayımlanan bir yazısında Türkan Saylan’ın ‘Ergenekon Terör Örgütü’ ile ideolojik birlik içinde olduğu saptaması vardı;
“Nitekim Saylan da evinin aranmasından iki gün sonra şöyle demekteydi: ‘Ülkemizi sattırmayız, böldürmeyiz. Her devrimin bir karşı devrimi vardır. Devrimimizi korumak zorundayız.’ Bu bir itiraf… Saylan ideolojik açıdan Ergenekon’un parçası olduğunu bundan daha iyi söyleyemezdi…”
Bu yazıyı okuyanlar Etyen Mahçupyan’ın zihin haritasını çok iyi anlayacaklardır. Sanırım burada Mahçupyan ‘korumak’ sözcüğüne vurgu yaparak, korumak için şiddet kullanılması gerektiğine dair bir algı yaratmaya çalışıyor. Yani ‘Korumak’ darbeyi meşrulaştırır. Oysa bu söz Cumhuriyet Mitingleri ile ilgili söylenmişti anımsadığım kadar.
Cumhuriyet Mitinglerin karşı olabilirsiniz. Karşıysanız Demokrasiyi ‘korumak’, ‘savunmak’ istiyorsanız ‘Demokrasi’ Mitingi ile bunun karşılığını verebilirsiniz. Biz de bu mitinge seve seve katılırız. Kim bilir belki Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan pek çok insan da bu mitinge katılır.
Yani savunmak, korumak gibi sözcüklerin şiddet derecesini darbe ile ilintilendiremeyiz zaten. Zira hepimizin savunduğu, korumaya çalıştığı değerler var. Ancak Mahçupyan’a göre aslında Atatürkçülük ve Laikçilik zaten Ergenekoncu ilan edilmeniz için yeterli… En azından İdeolojik olarak Ergenekon’un bir parçası olmanız için… Zira aynı röportajda sayın Saylan darbelere karşı olduğunu, kurumunun türbanlı öğrencilere de burs verdiğini falan açıklıyor. Bunlar önemsiz tabii ki…
Bir de Saylan’ın dinsel tercihini ve hatta annesinin dinsel tercihini açıklamaya zorlanmış olması da pek ilgilendirmez Mahcupyan’ı… Çünkü kendisi gibi düşünenlerin özgürlükleri dışında onu ilgilendiren zerre özgürlük yoktur. Liberallikte bir yere kadar tabii.
Laik olmayı başaramamış bir sistemde korunan da Laiklik değildir elbette. Bu ideolojik yalana bir itiraz gelmez bizim liberallerden. Nedense Laiklik vurgusu Etyen Mahcupyan’i sıkmaktadır. Yoksa Etyen Bey’in Laiklik kavramının kendisi ile mi sorunu var. Kendisi bir rejimin laik olmasından mı rahatsız oluyor?
Aslında sorun basit; Bizim Liberaller karşıtlarını yaratabilmek için, sorunlu olan Türk usulü laiklik, laikçilik gibi kavramlarla Demokrasinin gereği olan Laik sistemin birbirine karışmış olmasından oldukça hoşnutlar. Bu karmaşayı rahatlıkla kullanıp vatandaşın kafasını karıştırmak ya da bulanık denizde oynaştıkları sığ suları derinlikli göstermek onların keyif aldıkları bir durum. Ayrıca bir de bu karmaşa şu anki partnerleri ile uyumları için de yararlı…
Ben Çağdaş Yasamı Destekleme Derneği gibi derneklerin aslında İslami grupların Yurt ve Vakıflarına karşı bir tepki olarak kurulduğunu düşünenlerdenim. Rejimi değişmesi konusundaki beklentilerin de bu tip örgütlenmeler nedeniyle kabardığını görüyorum. Hele de Sivas Katliamı’nda sıradan halkın, sıradan insanların şeriat çağrısı karsısında nasıl provoke olduğunu gören insanların korkularını anlayabiliyorum.
Evet Sivas Katliamı, belki de Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) ve Ortakları tarafından kışkırtılmıştır. (ETÖ’nün Ortaklarından özellikle bahsediyorum. Zira mevcut haliyle ETÖdenen örgüt, geçmişteki darbe, katliam, cinayet vb karanlık olayların tümünü bana açıklamıyor.) Derin Devlet iş başındadır vb. Ancak bunların hiçbiri Sivas katliamında sıradan Sivaslı insanların katliama katıldıkları gerçeğini değiştirmez. O vahşetin içinde sıradan Müslümanların bulunabiliyor olması, şeriat tehlikesinin zannedildiği kadar uzak olmadığının kanıtıdır.
Unutmayalım ki, rejim değiştiği anda, çok demokrat olduğunu düşündüğünüz bilim insanları, aydınlar ve bürokratlar o rejimin parçası olmaktan kendilerini alamaz çoğunlukla. Biz bunu 12 Eylül’de yaşadık… Şu anda da yaşıyoruz. Kutuplaştırılan bir ülkede, insanların kendilerini güvence altında görmemeleri sonucu, aslında hiç olmadıkları yerlerde konumlandırıyor insanlar kendilerini.
Şeriat Rejiminin yakın bir tehlike olmadığının farkında olan ve AKP’nin Küresel Sermayenin hizmetinde olduğunu bilen biri olarak; bu satırları yazarken asıl amacım, ‘UZAK’ ve ‘YAKIN’ kavramlarının göreceli, baktığınız yöne ve düşünsel ikliminize göre değişebilir olduğunu göstermekti. Kimisi bize ‘UZAK’ geleni ‘YAKIN’ olarak yorumlayabilir.
Bir Sosyalistin, Kemalist, Irkçı, Laikçi söylemleri benimsemeye başlaması ile, halihazırda suç işleyen polisleri koruyan, polise taş atan çocukları Terörle Mücadele kapsamında yargılayıp ‘Yetişkinler’ gibi cezalandırılmasını sağlayan bir hukuk sisteminden medet umması, hatta kaderini bu Hukuk sistemince yürütülen bir davada hissetmesi arasında herhangi bir fark yoktur. Bu iki tip akıl tutulması da oldukça rahatsız edicidir.
Ancak bu iki tarafın ‘KIŞKIRTICI’ tavırları daha büyük ‘TEHLİKE’ler içermektedir. Düşünülmesi ve önlemi alınması gereken konular var;
1- Mevcut Kutupların ikisi de aslen Kapitalist Sistemi savunan taraflardır. Birisi hızla Sermayenin Küreselleşmesini, diğeri ise daha yavaş ve ulus devlet yapısına zarar vermeden gerçekleşen bir küreselleşmeyi savunmaktadır. O nedenle zaten bir Sosyalistin bu kutuplar içersinde varolması onun Sosyalist kimliğini erozyona uğratmaktadır kaçınılmaz olarak.
2- Bu gün bu iki TARAF’tan biri ‘DARBE KARSITLIGI’ ile yandaş toplamakta, karşı tarafı ‘DARBECİ’ olarak nitelendirmektedir. (28 Şubat Muhtırasına, verildiği günlerde tepki vermiş, itiraz etmiş biri olarak ‘DARBECİ’ etiketi bana da vurulmaya çalışılmadı değil.) Ancak bunun gelecekte gerçek ‘DARBECİ’ bir nesil yaratacağı kimsenin umurunda değildir. Örneğin, su an Askeri Okullara giren veya girmeye çalışan gençlerin arasında mutlaka sizin siyasi ‘KARŞIT’larınız vardır. Ve bu gençlerin ciddi bir biçimde amacı büyüyüp ‘DARBE’ yapmak olarak şekillenmeye başlamıştır. Bu ‘Ergen Psikolojisi’nin kaçınılmaz bir sonucudur.
Öte taraftan yine ‘DARBE’ karşıtı olması muhtemel gençlerin ise ciddi olarak ‘KAPİTALİZM’İ ve ‘LİBERAL DEMOKRASİ’yi darbenin tek çözümü olarak addetmesi gibi başka bir sorun vardır. Oysa bu gençlere Ülkemizde yapılan bütün ‘DARBE’lerin bir şekilde ‘KAPİTALİST’ sistemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiğini, 28 Şubat sonrası susup, bu gün konuşmaya başlayan pek çok ‘Liberal Aydın’ın 12 Eylül sürecinde, 1980’lerde Askerlerle pek sıkı-fıkı olduğunu da göstermek gerekiyor. Kapitalizm, Sovyetler Birliği ve Sosyalizm ‘tehdidi’ karsısında Totaliter Rejimleri desteklemişti. Bu totaliter rejimler arasında Türkiye’nin payına düşen ‘Darbeler’dir.
Hatta bugünün
‘DARBE KARŞITI’ aydınlarının arasında gelecekte ‘KAPİTALİZM’İN ihtiyaçları değiştiğinde ‘DARBE YANDAŞ’ları çıkabilir. Bunu da unutmamak lazım. Ilımlı İslamcılar zaten 12 Eylül darbesinden pek hoşnuttu. Tabii ‘Dün dündür bugün bugündür.’
3- Ergenekon Terör Örgütü’ne karşı yürütülen operasyonlar, adeta yalnızca tüm Derin Devlet faaliyetlerini bir-kaç kişinin üstüne yıkmaktadır. Oysa, hepimizin bildiği bir durum, bu örgütlenmenin çok daha geniş olduğu yönündedir. Ancak bunların tümü amaç ve faaliyetleri birebir örtüşmeyen gruplar gibi görünmekteydi; hatta zaman zaman çatışmaktaydılar. Bu Örgütlerin önemli ve üst düzey yöneticileri olduğu ileri sürülen kişilerin öldürüldüğüne dahi tanık olduk Yani ya yakalananlar bu örgütün bir kısmı ya da Ergenekon gibi başka yasadışı örgütlerde söz konusu olmalı. Davanın bu gidisi ile mevcut tüm suçların bu ekibin üzerine yıkılacağı ve bazı suçluların da otomatikman aklanmış olacağı gibi bir görüntü var ortada… Tabii bu kişiler hali hazırda olduğu gibi, Bürokrat ve İş adamı olarak sistemi yönetmeye devam da edecekler.
4- EN ÖNEMLİSİ DE; Toplum bu davaya kilitlenmiş durumda. Emekçilerin, isçilerin haklarını ‘GASP’ eden yasaların çıkacağı dönemlerde nedense bir anda operasyon düğmesine basılıyor. Emekçilerin eylemleri Ergenekon Davası ile ilgili tartışma ve haberlerin arasında kaynıyor. Bu da Geleceğimizi Darbeler kadar tehdit eden başka bir soruna yol acıyor.
Şu an bu ülkede ‘Sosyal Güvenlik Sistemi’ çökertilmiş durumda. Çalışanların hakları ve toplumun sağlık sisteminden yararlanması ile ilgili düzenlemeler büyük oranda Hükümetlerin yetki alanında. Ve her an bir ‘Genelge’ ile sağlık Hizmetleri büyük oranda paralı hale getirilebilir.
Sendikalar yasası ve Kamu Çalışanları Personel Rejimi yasası ile ülkemizde zaten oldukça dumura uğratılmış ‘İŞ GÜVENCESİ’ tamamen yok edilmek isteniyor. Ancak biz bütün enerjimizi ‘Ergenekon’ bataklığında harcıyoruz. Şimdi siz asıl ‘Tehlikenin farkında mısınız?
*Mehmet Ufuk PEKER
mufukpeker@mynet.com
Tarım Orkam-Sen
İzmir İl Tarım Müdürlüğü
İşyeri Temsilcisi