Kendini ‘Atatürkçü olmak’ adlı her bakımdan emniyetli bir ideolojik yorganın altına çekip, Türk ve Kürt solunun her türlü demokratikleşme gayretini uzak mesafeden izleyen Türkiye orta sınıfı kendisiyle hesaplaşmalı. Ergenekon soruşturması bunun için fırsattır. Bu davanın soruşturma kısmı başladığından beri dikkatimi çeken şey şudur. Orta sınıf Türkiye’deki hukuk sistemiyle tanışmaktadır. Önümüzdeki günlerde bu tanışıklık daha da […]
Kendini ‘Atatürkçü olmak’ adlı her bakımdan emniyetli bir ideolojik yorganın altına çekip, Türk ve Kürt solunun her türlü demokratikleşme gayretini uzak mesafeden izleyen Türkiye orta sınıfı kendisiyle hesaplaşmalı.
Ergenekon soruşturması bunun için fırsattır. Bu davanın soruşturma kısmı başladığından beri dikkatimi çeken şey şudur. Orta sınıf Türkiye’deki hukuk sistemiyle tanışmaktadır. Önümüzdeki günlerde bu tanışıklık daha da ‘sıcak’ bir hal alacaktır.
‘Yasadışı örgüt üyesi’
Şükretmeliler. Çünkü maruz kalınan taarruz son derece mülayimdir. Zira normalde ‘yasadışı bir örgüte’ yapılan muamele bu değildir. Örneğin gece yarısından sonra polisler kapı kırarak evlere girmediği gibi, kimseyi dövmemekte, nihayet gözaltına alınanlar saçlarından sürükleyerek götürülmemektedir.
‘Normal’ bir soruşturma bu ülkede bu şekilde gerçekleşir. Hatta bazen 12 yaşındaki çocuklar ‘yasadışı örgüt üyesi olduğunun bir an için zannedilmesi’ sebebiyle öldürülür ya da her gözaltına alınan kişi Türkiye Cumhuriyeti devletinin ‘sıcak elini’ ring arabalarının, polis araçlarının içinde kemikleri kırılana kadar hisseder.
Normal koşullarda ‘yasadışı örgüt üyesi zanlısı’ olmak bakımından diyelim ki Engin Çeber’le eşittirler ama hiçbiri öldürülene kadar dövülmemiştir.
Adalet için ne yaptın?
Bugün kendini Ergenekon kovuşturmasının hukuki ya da siyasi muhatabı olarak görenler, haksızlığa uğradıklarını ve seslerinin duyulmadığını düşünenler kendilerine şunu sormalılar:
Türkiye’de işkence görmüş insanlar için ne yaptılar? 1996’daki ölüm oruçları için ne yaptılar? 2000’deki Hayata Dönüş operasyonu için yapılan yürüyüşlere, gösterilere katıldılar mı?
Cezaevlerinde insanlar diri diri yakılmış, bu dava zaman aşımına uğramış. Ne yaptılar? Bugün hukuksuzluktan, hukukun siyasi bir iradenin tahakkümü altında olduğundan yakınanlar Cumartesi Anneleri için ne yaptılar?
Söz gelimi, Türkan Saylan’ın başına gelenlerden sonra medyada yapılan kuru gürültüden başka ne oldu? Gösteri yapıldı mı? İnsanlar sokağa döküldü mü? Hayır. Neden? Çünkü onlar tıpkı yukarıda saydığım olaylarda yaptıkları gibi olup bitenleri evlerinden izleyip, akşam haberlerine sinirlenmeyi yeterli sayıp hayatlarına devam ediyorlar.
Alıştıkları konforlu siyasi kültüre ve tembel yurttaşlık bilgisine sadık kalıyorlar.
Gururlu iktidar
Yani daha açıkça söylersek:
Bu kesim kendi cazibesine kapılmış meczup muktedir karşısında sessiz kaldı, kalıyor.
Bu ‘meczup muktedirin’ son gayreti ise şehirde söyleyecek sözü olanları şehrin dışına atmaya çalışmak. 1 Mayıs’ta Taksim’in emekçilere kapatılmasının tek bir açıklaması var:
Hükümet geçen yıl yaptıklarından dolayı gurur duyuyor ve aynısını, hatta misliyle tekrarlamaya hazır. Yani bu siyasi iktidar o kadar hukuk tanımaz, o kadar vicdansız, o kadar meczup.
Taksim: Konsensüs meydanı
Oysa Taksim 1 Mayıs’ta bir asgari müşterekin konsensüs meydanı olmalı.
Bu ülkede lav silahlarının topraktan kazımakla bitmeyeceğini, demokratikleşmenin kontrgerilla hurdalarının hafriyatını yaparak sağlanamayacağını, hukukileşmenin sadece bununla mümkün olmadığını düşünenlerin konsensüs alanı.
Bizi ancak, toplumun tüm kesimlerini kapsayan bir demokrasi, hukuk ve vicdan seferberliğinin kurtaracağını söyleyenlerin meydanı.
Kot taşlama işçilerinin meselesinden Engin Çeber’e, dağda polisin dövdüğü Seyfi’den Türkan Saylan’a, Hayata Dönüş operasyonu davasının zaman aşımına uğratılmasından tersane işçilerine, sendikalı olduğu için işten atılanlardan DTP’ye karşı yapılan operasyona kadar hepsi bizim meselemiz olmalı.
Böyle bir ‘biz’ kurulmalı Taksim Meydanı’nda. Türkiye böyle bir ‘biz’in demokrasisi olmalı. Meydana!