Taksim Meydanı’na, ülke çapında yürütülen 1 Mayıs çalışmaları ve açığa çıkan öfkenin toplamıyla, kortejin önünde yürüyen sendika başkanından kurum temsilcisine, arka sokaklardakilerden ülkenin dört bir yanında alanlara çıkanların toplam gücüyle girildi. Mayıs 2009’da Taksim’e çıkıldı. Gazeteler “32 yıllık özlem bitti, korkulan olmadı, sol sendikaların coşkusu çok güzeldi, marjinallerin saldırıları çirkindi, gözyaşlarına boğulanlar oldu” gibi başlıklar […]
Taksim Meydanı’na, ülke çapında yürütülen 1 Mayıs çalışmaları ve açığa çıkan öfkenin toplamıyla, kortejin önünde yürüyen sendika başkanından kurum temsilcisine, arka sokaklardakilerden ülkenin dört bir yanında alanlara çıkanların toplam gücüyle girildi.
Mayıs 2009’da Taksim’e çıkıldı. Gazeteler “32 yıllık özlem bitti, korkulan olmadı, sol sendikaların coşkusu çok güzeldi, marjinallerin saldırıları çirkindi, gözyaşlarına boğulanlar oldu” gibi başlıklar attılar. Bazı “sol” gazetelerse “Kadıköy’de işçilerin 1 Mayıs’ı, Taksim’de ‘makul’ 1 Mayıs” diye manşet atmakta sakınca görmediler. Kimileri “Taksim’e bizim sayemizde çıkıldı” dedi. 1 Mayıs için kongre kararlarında “Yahudi komünist bayramı” diyen Hak-İş, daha sonra “özeleştiri yaptık” dese de, “İki bin kişiyle Taksim’e çıkmak ve Taksim tabusunu yıkmak sadece ve sadece bizim başarımızdır” diye açıklamalar yaptı. Türk-İş ise, bizleri hiç de şaşırtmayarak, Taksim iradesini zayıflatmak için, Kadıköy’de miting düzenledi.
TBMM’de 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesine ilişkin yapılan oturumda iktidarı muhalefeti tüm partiler Taksim’i tartıştı. AKP’liler neden Taksim’de 1 Mayıs olmayacağını, CHP ve DTP’lilerse neden Taksim’de olması gerektiğini anlattılar meclis konuşmalarında saatler boyu. Ülkenin birçok kentinde çeşitli sendikalar ve emek örgütleri, sanatçılar, aydınlar Taksim yasağının kaldırılması için açıklamalar yaptılar, imzalar topladılar ve siyasi iktidara çağrı yaptılar. Birçok yabancı sendikacı, aydın, parlamenter aynı talepleri paylaştı. Hatta Server Tanilli Hoca, sağlık sorunlarına rağmen, Taksim’de olmak için Fransa’dan kalkıp geldi.
Aslında tüm bu yaşananlar, 1 Mayıs’ın sınıflar mücadelesindeki yerini ve Taksim talebinin politik anlamını ve gücünü çok açık bir biçimde gösteriyor.
1 Mayıs, tüm dünyada işçilerin, emeğiyle geçinenlerin, yoksulların, kadınların, gençlerin yani bir ülkenin tüm değerlerini üretenlerin sorunlarını, çözümlerini ve taleplerini siyasi iktidarlara ve tüm dünyaya ilan ettiği bir mücadele günüdür. 1 Mayıs, bu çerçevede her siyasi konjonktürde çeşitli içerikler kazanır, talepler zenginleşir.
1 Mayıs’lar tüm değerleri üretenlerle onları yok sayarak ülkeyi yönetmeye çalışanlar arasında bir hesaplaşma günüdür aynı zamanda. İşçi sınıfının kendi taleplerinin, yani üretenlerin yönetime talip olduklarının haykırıldığı bir gündür. Ve bunun yolunun en basit ve en duru ifadesidir 1 Mayıs. Tıpkı 1 Mayıs marşında söylendiği gibi: “1 Mayıs, işçinin emekçinin bayramı, devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı.”
Bu nedenle siyasal iktidarlar ve yandaşları, dönemin özelliğine göre, 1Mayıs’ı kana bular, yasaklar, içeriğini boşaltarak ehlileştirerek bir devlet töreni haline getirmeye çalışır. Aslında ülkemizde de 1 Mayıs’ın 100 yıllık tarihine baktığımızda, kuşkusuz simgesel olarak, sınıflar mücadelesinin tarihini görürüz.
1909’larda başlayan 1940’lar sonrasında sınırlı biçimlerde sürdürülen eylemler ve 1976’da DİSK öncülüğünde ilk kitlesel 1 Mayıs, 1977’de Taksim’de yaşanan katliam, 1978’de yine yüz binlerin katıldığı anma ve kutlamalar, ardından 1 Mayıs’ın yasaklanması, askeri darbe…
Yasaklı yıllarda 1988-1989-1990 ve 91’de ilerici sendikacıların, aydınların ve devrimcilerin çeşitli bedeller ödeyerek, gencecik canların toprağa düşmesi, sakat kalması, gözaltılar, tutuklamalar pahasına 1 Mayıs’ı özgürleştirme mücadelesi sonucu 1992’de ilk yasal 1 Mayıs mitingi, 1996’da Kadıköy’de üç işçinin öldürülmesi ve Kadıköy’ün mitinglere kapatılması, 2004’te Saraçhane’de ilerici emek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin Taksim talebiyle ilk fiili kutlaması ve Kadıköy’ün yeniden miting alanı haline gelmesi…
2007’de, 77 Katliamı’nın 30. yılında artık tarihin bir sayfasının açılması gerektiğinin yüksek sesle söylenişi ve iki taleple, 1 Mayıs 77’nin faillerinin bulunması ve 1 Mayıs’ın resmi tatil olması talebiyle Taksim iradesinin başta DİSK olmak üzere en geniş cepheden kurulması, tertip komitesi başta olmak üzere ee yakın gözaltı… 2008, Taksim iradesinin güçlenerek sürdürülmesi, DİSK binasına, sokaklara gaz bombaları…
2009 1 Mayıs’ına tüm bu süreçten alınan inisiyatifle girildi. Üstelik bir yandan ekonomik kriz diğer yandan başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi kıskacın içine girmiş ve yerel seçimlerde oy oranı azalmış bir AKP iktidarı karşısında. Nisan ayının ortasında hükümet bir hamle yaparak kazanılmış olan inisiyatifi kendi adına dengelemeye çalıştı. Başbakan “ilgili bakanlara talimat verdim, 1 Mayıs’ın resmi tatil yapılması için gereken yapılacak” diyerek düğmeye bastı.
Plan son derece açıktı: “1 Mayıs tatil yapılacak, AKP 30 yıldır hiçbir hükümetin yapamadığını yaparak demokrasi havarisi olacak, Meclis’te AKP’li vekiller en keskin konuşmaları yapacak, hatta meclis başkanına ve parti grup başkanlarına kırmızı karanfiller dağıtarak şov yapılacak, Türk-İş ve Hak-İş de hükümete şükranlarını iletecek…
Ardından Türk-İş, iç muhalefetini de bastırmak için Taksim’e başvuru yapacak, ama olmazsa Kadıköy’de miting düzenleyecek… SSGSS süreci, pahalılık, işsizlik… Krizin yarattığı tahribata ses çıkarmayan, ‘en fazla üyeye sahip’ işçi örgütü olmasına rağmen üç maymunu oynayan, diğer emek örgütlerini çağırmak, platformlar oluşturmak bir yana, ‘işçi sınıfının birliğini’ güncel mücadelede sağlamak üzere kılını kıpırdatmayan, buna rağmen bu anlayışın önderliğini yapan kişi ve zihniyete tabii olan ’emeğin bir partisini’ yanı başında bulan Türk-İş…
Daha geçen yıl ‘konu 1 Mayıs olunca Taksim tutkusunun ortaya çıkmasını anlamakta zorluk çekiyoruz. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama ısrarı 1 Mayıs’a ve işçilere haksızlıktır. Nostaljik takılmak adına Türkiye’yi yeni bir gerilime sürüklemek doğru değildir’ diyen Hak-İş başkanı Salim Uslu ‘nostalji yapıp’ 1 Mayıs’ta Taksim’e gidecek ‘diğerleri arkamızdan çıktılar’ diyecek. Hatta sadece kendisinin işçilerle Taksim’e çıktığını, diğerlerinin ‘arkadaşları ve ideolojik yandaşlarıyla’ çıktığını iddia edecek. Polisler Taksim’e çıkan Türk-İş ve Hak-İş’lilere karanfil dağıtacak…”
Sayın Uslu, doğru söylüyorsunuz, Taksim’e arkadaşlarla çıkılır, mücadele arkadaşlarıyla. Gerçek dostlarla çıkılır; Taksim’e de, kavgaya da. İşçi sınıfı bilimine inanmış gerçek dostlarla, hayatı üretenlerin gücü ve emeğin tertemiz disiplini ile çıkılır alanlara. Ve hayatı üretenlerin yöneten olacağı bir dünyaya inanmadan, onu bugünden kendi işyerinde kendi sendikasında gerçekleştiren bir sendikal çizgi izlemeden işçi sınıfının hak ve çıkarları için mücadele edilemez, kazanım elde edilemez. Sizlerin deyimiyle “sendikacılık” da yapılamaz.
1 Mayıs 2009’da, sadece Taksim’de değil ülkenin dört bir yanında işçi sınıfı ve yoksulların öfkesi “makul”e sığmadı ve coşkulu biçimlerde kendisini ifade etti. Başta sürecin merkezinde bulunan DİSK ve KESK olmak üzere, hazırlık döneminde bir dizi eksiklik ve sıkıntı olmasına, atılabilecek bir dizi adım ile politik olarak daha güçlü bir inisiyatif kurma olanakları yeterince değerlendirilmemiş olmasına rağmen, 2009 1 Mayıs’ı statükoları aşan bir dinamizmi açığa çıkarmıştır.
Sadece İstanbul için değil ülke çapında bağımsız, fiili ve meşru bir kitle mücadelesinin simgesi olarak Taksim Meydanı’na tüm e
ngellemelere rağmen çıkıldı. Taksim’e bir kortej yürüyüşüyle değil, yılların mücadelesinin kazandırdıklarıyla ve ana caddesinden ara sokaklarına kadar gaz bombasına ve tazyikli suya boyanan çatışmalarla girildi. Taksim Meydanı’na, ülke çapında yürütülen 1 Mayıs çalışmaları ve açığa çıkan öfkenin toplamıyla, kortejin önünde yürüyen sendika başkanından kurum temsilcisine, arka sokaklardakilerden ülkenin dört bir yanında alanlara çıkanların toplam gücüyle girildi.
1 Mayıs sürecinde hükümet ve sendikalar cephesinde yaşananlar, sonrasında yapılan bazı açıklamalar (İstanbul Valisi’nin “1 Mayıs’a ilişkin özel bir düzenleme yaparak kutlamaları bu çerçevede gerçekleştirmek” şeklindeki açıklaması gibi), işten çıkarmaların, işsizliğin, yoksulluğun krizle birlikte daha da derinleşeceği önümüzdeki dönemde 1 Mayıs’ın gerçek anlamından ve tarihsel sürecinden kopartılarak resmi bir devlet töreni haline getirilmesi tehlikesini işaret ediyor. Bunun da öncelikli hedefi 1 Mayıs’larda ve tüm toplumsal muhalefet alanlarında sendikalar ile diğer sınıf örgütlerini ve demokrasi güçlerini ayrıştırmak olarak görülüyor. Sendikalar içinde de bu stratejiye uyum sağlayanlarla reddedenleri, uyumlu sendikalarla işçileri ayrıştıran bir yaklaşım esas olacak. Diğer yandan önümüzdeki günlerde, Türk-İş ve Hak-İş gibi bazı sendikal merkezleri, devlet ve sermaye örgütleri ile birlikte, krize karşı önlemler adı altında, sermayeyi rahatlatma planlarının aktörü olarak görmek sürpriz olmayacak. Üstelik bu planlar, büyük bir olasılıkla “işsizlikle mücadele” gibi, emekçilerin çıkarı için atılan adımlar gibi sunulacak.
Önümüzdeki günlerde krizin ortaya çıkarmakta olduğu dinamiklerin ve açığa çıkan öfkenin gerçek bir kitle hareketi yaratma olanaklarını ve 2010 1 Mayıs’ını bekleyen tehlike tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Taksim konusunda ise bu yıl yaşananlardan da görüldüğü gibi, Türk-İş ve Hak-İş’in bile Taksim’e yaklaştığı durumda, sol içerisinde “artık Taksim takıntısından kurtulmak lazım, bu durum güçlü-kitlesel miting yapılmasının önüne geçiyor, gerçek tepkinin üstünü örtüyor” türünden yaklaşımlar da ortaya çıkacak. Bunlara bugünden söylenecek söz, tarihsel anlamı ve simgeleriyle, güncel talepleri ve gerçek kuvvetleriyle 1 Mayıs, bir kısım solcuların kendi kafasındaki “takıntı”ları, bürokratik engelleri-statükoları da aşarak tüm kentlerde ve kuşkusuz İstanbul’da hak ettiği meydanlara akacaktır.
Bilinmelidir ki, sınıflar mücadelesi bir bütündür. Tarihin her döneminde de emekçilerin talepleri bütünleştiği ölçüde gerçeklik kazanabilmiştir. Bu nedenle 1 Mayıs, bir devlet töreni ya da sendikalar bayramı değildir. Sendikalı ya da henüz sendikasız, işten atılmış ya da işsiz, öğrenci, kadın, genç, yoksul tüm emekçilerin insanca yaşam dileğinin ve mücadelesinin somutlaştığı günlerden birisidir.
Evet; beyler, bayanlar! Bu ülkeyi yönetenler, AKP’li vekiller, devlet sendikacıları, uslu sendikacılar!
Kırmızı karanfilin sahibi var, 1 Mayıs’ın sahibi var, bu memleketin sahibi var! Büyük ustanın dediği gibi: “SABAHIN BİR SAHİBİ VAR!”
*Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası Genel Başkanı