Şimdi önümüzdeki görev, 1 Mayıs’ta meydana çıkan dinamizmi daha da ilerletmek; AKP’ye ve krizin yıkıcı sonuçlarına karşı ezilenlerin taleplerini yükseltmektir. İstediğiniz kadar barikat kurun, alicengiz oyunları tezgahlayın, laf cambazlığı yapın; sömürü düzeni devam ettiği, faşist uygulamalar devam ettiği sürece emekçilerin, devrimcilerin ilerleyişi de sürecek. Süreci sadece geciktirebilirsiniz ama asla engelleyemezsiniz. Her yıl olduğu gibi bu […]
Şimdi önümüzdeki görev, 1 Mayıs’ta meydana çıkan dinamizmi daha da ilerletmek; AKP’ye ve krizin yıkıcı sonuçlarına karşı ezilenlerin taleplerini yükseltmektir.
İstediğiniz kadar barikat kurun, alicengiz oyunları tezgahlayın, laf cambazlığı yapın; sömürü düzeni devam ettiği, faşist uygulamalar devam ettiği sürece emekçilerin, devrimcilerin ilerleyişi de sürecek. Süreci sadece geciktirebilirsiniz ama asla engelleyemezsiniz.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Mayıs’ta egemenler aynı stratejiyi uygulamaya soktular: “Engellemek için elinden ne geliyorsa yap!”
İlk önce, elindeki baskı ve zor araçlarını kullanarak emekçileri yıldırmaya çalış. Mobese kameralarının sayısını arttır, DİSK binasının içini gözetleyecek biçimde sokağı kameralarla doldur (TÜSİAD’ın hediye ettiği seyyar Mobese kamyonunda savaşçılık oyna). Yolları trafiğe kapat; barikat kur, hatta Taksim’e yayaların girişini yasakla. Bütün polislerin izinlerini kaldır, il dışından takviye polis getir; ama dikkat et getirdiğin polisler İstanbul sokaklarında kaybolmasın. Biber gazı-göz yaşartıcı gaz stoklarını kontrol et, yeni siparişler ısmarla. Polis kasklarına numara koyma ki katılımcılara gözdağı ver; “dozu” aşan elemanlarını teşvik edeceğini göster. Büyük komutan edalarıyla moda dergilerine poz ver.
İkinci olarak, yıllar içinde öğrendiğin her türlü alicengiz oyununu* tezgahla. Sınıf düşmanlığı, sarı sendikacılığı tescillenmiş Türk-İş’i ve Hak-İş’i, 1 Mayıs’ın “kahramanı” haline getirmek için süslemekte sınır tanıma. Sözde onlar istedi diye 1Mayıs gününü ‘resmi tatil’ ilan et; Taksim Meydanı’na ‘makul sayıda bir kitleyle temsili çıkış’ izni ver; istedikleri miting alanını tahsis et. Soldan da EMEP gibi onların kuyruğuna takılan anlayışlar da bulunca “iş tamam” zannet!
Ayrıca, tezgahlarını bununla sınırlama. 1980’den beri neredeyse her 1 Mayıs öncesinde olduğu gibi ‘kelle avcılığı’na çık. 1 Mayıs’a bir hafta kala “önceden belirlediğin” yerlere sözde “huzur” baskınları düzenle, tuzağa düşürdüklerini öldür. Bulduğun üç-beş silahı şaşalı törenlerle savaş ganimeti olarak sergile. Sergile ki ezilenlerin meşru mücadelesini yasadışı gibi gösteresin.
Bunlar yetmez elbette; laf cambazlığına, yalana, dolana da ihtiyacın var. Taksim’i yasaklamak için hiçbir mantıklı gerekçen olmasa da yasalara sığın. “Taksim miting alanı değil” lafını bol bol tekrarla; ama Tayyip Erdoğan’ın Belediye başkanıyken Taksim’de yaptığı mitingi görmezden gel; bir hafta önce polislerin polis gününde kortejler halinde Taksim’e girişlerini ayrıcalık olarak gör.
Laf cambazlığını daha iyi yapabilmek için solcu geçinen liboşlardan, döneklerden yardım al. Onların ağzından akıl ihsan eyle.
“2010 Avrupa kültür başkenti İstanbul” lafını, kültürün anlamını bilmesen de bol bol kullan.
1 Mayıs’ın ülkede sürdürülen demokrasi mücadelesinin bir parçası olduğu gerçeğini reddet. 1 Mayıs’ı sadece işçi sendikalarını hatta sadece sendika temsilci ve yöneticilerini ilgilendiren bir günmüş gibi algıla, algılat. Elinden geliyorsa, sendikaları da provokatör ilan et, ama bunu yapamıyorsan, sendikalar dışındaki herkesi ama herkesi mutlaka terörist ilan et. İlan et ki şiddet kullanmanın hiç olmazsa bir gerekçesi olsun.
Tüm bunlar yetmezse emekçilerin, devrimcilerin gücünü fiili olarak bölmeye çalış. “Makul sayı” diye bir saçmalık uydur ki keyfiyete olanak sağlasın. Sayısal gücü olabildiğince küçült ki emekçilerin tepkisinin gücü görülmesin. Çünkü bu güç görülürse büyür ve sömürü düzenini tehdit eden gerçek bir alternatif haline gelir.
Eğer Taksim’e izin verilseydi ne olacaktı? On binlerce insan iki şeyi haykıracaktı: kriz karşısında emekçilerin taleplerini ve 1977’de katledilen 36 insanın hesabının sorulmasını. 1 Mayıs’ın engellenmesinin, Taksim Meydanı’nın işçi sınıfına yasaklanmasının tek nedeni, Vali ve Emniyet Müdürünün tetikçiliğini yaptığı, tam da bu iki talebin engellenmesidir. Yani siyasal iktidar ’77’de 36 kişiyi katleden kontrgerillanın amacına uygun davranıyor ve politikasını sürdürüyor.
Ancak bu böyle gitmez, gitmedi, gitmeyecek…
Emekçilerin, ezilenlerin, devrimcilerin kararlı mücadelesi her türlü barikatı aşmaya yeter. Bu yıl 1 Mayıs’ta Taksim’de (ve civarında) yaşananlar bu kararlılığın başarısıdır.
Esas olarak 2004 Saraçhane 1 Mayıs’ı ile başlayan, 2007 ve 2008’de devletin her türlü baskı ve terörüne rağmen kararlılıkla sürdürülen ‘Taksim Meydanı’ talebinin, 2009’da da kararlı bir şekilde sürdürülmesi 1 Mayıs’ın yasallaşmasını ve resmi tatil olması kazanımını ortaya çıkardı. TBMM’de 1 Mayıs’ın resmi tatil olması ile ilgili yasanın görüşmelerinde bile 6 saat boyunca tartışılan tek şey Taksim talebi oldu. Ve 1 Mayıs’ta işçiler, kamu çalışanları, gençler, kadınlar, yoksullardan oluşan 10 bine yakın bir kitle, tüm engellemelere rağmen, 1 Mayıs alanına girmeyi başardı. Sabah erken saatlerden itibaren İstanbul sokaklarında ve çevre illerdeki tüm engellemeler; polisin özellikle yöneticilerin topladığı kortejin dışındaki tüm grupları, ister KESK’li, ister sağlık çalışanları kolu, ister diğer siyasal güçler olsun engelleme çabası Taksim’e çıkışı engelleyemedi.
Bir kez daha görüldü ki, 1 Mayıs “makule sığmaz”, işçi sınıfı “makule sığmaz”, yoksulların AKP’ye karşı öfkesi “makule sığmaz”! Taksim Meydanı’nda “makul bir sayıyla anma toplantısı yapmak” ya da 1 Mayıs öncesinde Abdullah Gül’ün, 1 Mayıs sonrasında da Vali Muammer Güler’in söylediği biçimde ‘1 Mayıs’a ilişkin özel bir düzenleme yaparak kutlamaları bu çerçevede gerçekleştirmek’ demek 1 Mayıs’ı ‘resmi devlet töreni’ haline getirmek demektir. Emek hareketinin ve toplumsal muhalefetin önündeki en büyük tehlike budur. Bu bakımdan, aslında ‘Taksim’e çıkmak’, sadece İstanbul’da değil, ülke çapında fiili, militan bir kitle çizgisini simgelemektedir. Bu anlamda işsizliğin, işten çıkarmaların, sendikasızlaştırmanın, yoksullaştırmanın krizin etkisiyle daha da ağırlaştığı 2009 1 Mayıs’ında Taksim’e girilmesinin kuşkusuz önemli siyasal sonuçları olacaktır. Önümüzdeki aylarda krizin halk üzerindeki yıkıcı etkileri giderek artacak. Halkta ortaya çıkan hoşnutsuzluk ve direnme eğilimlerinin ülke çapında örgütlenmiş politik bir kitle hareketine dönüştürmek, elbette öncelikle saldırılara karşı etkin bir direnme çizgisinin örgütlenmesine bağlıdır. Ancak, emek hareketinin ve toplumsal muhalefetin yönetici kurullara daralmış bürokratik yapılarının ve uzlaşmacı tutumlarının kırılması da bir o kadar önem taşımaktadır. Böylece işçi sınıfının ve halkın en geniş dinamikleri harekete geçirilerek krizin yarattığı imkanlar örgütlenebilecektir.
Evet, Taksim Meydanı elbette bir simgedir: resmi devlet töreniyle fiili, militan, kitlesel, meşru bir mücadele çizgisini; işçi sınıfı hareketinin geleneksel bürokratik hareket tarzıyla kapsayıcı yenilenmeci dinamiklerini ayıran bir simgedir. Bu anlamda bütün engellemelere karşın, ülkenin dört bir yanındaki 1 Mayıs kutlamalarına katılım, coşku ve kararlılıktaki artış dikkate değerdir. Solun ve ilerici toplumsal muhalefetin yerel seçim sonuçlarından da görülen dağınıklığı ve cılızlığına rağmen bu yılki 1 Mayıs gösterileri önemli bir sıçramanın yaşandığı geçen yılı da aşan bir yaygınlık, militanlık ve kitlesellikle gerçekleşti. Tüm mitinglerde bu ülkenin tüm değerlerini üretenler siyasal iktidara karşı taleplerini ka
rarlı biçimlerde ifade etti. Yerel seçim sonuçlarının da gösterdiği üzere, AKP iktidarına yönelik halk desteğinin gerilemeye başladığı bugünlerde, 1 Mayıs, AKP’ye karşı sol-emek eksenli bir meydan okumaya dönüştü.
Şimdi önümüzde duran görev; 1 Mayıs’ta eksik bırakılanı tamamlamaktır. Emekçilerin, ezilenlerin, özellikle ekonomik kriz karşısındaki taleplerini yükseltmek, AKP iktidarını baskı altına alacak yaptırımlar oluşturmalarını sağlamaktır. AKP’nin fırsattan istifade ederek uygulamaya sokmaya çalıştığı sermayeden, patrondan yana icraatları engellemektir. Sermayedarlar, kiralık işçi gibi ucuz ve güvencesiz işçiliğin yeni formülleri; işçi sınıfının birikmiş parasını, kısa çalışma ödeneği, istihdam paketi gibi yollarla sermayenin hizmetine sunmak gibi daha birçok yeni icat geliştirmektedirler. Önümüzde duran görev, bütün bunlara, hak gasplarına ve toplumsal hak yıkımlarına karşı halkın haklarını/halkın şartlarını yükseltecek bir hazırlık içinde olmaktır. Yaygın, güçlü ama bir o kadar da dağınık ve örgütsüz olan hoşnutsuzluğu krizin yıkıcılığına karşı net bir hedef doğrultusunda harekete geçirmektir.
*Alicengiz oyunu: sözde kahramanın, karşılaştığı zor durumlarda kılık değiştirerek sıyrılmasını anlatan Türk masal motifi; hile, dalavere, katakulli.