29 Mart yerel seçimleri geride kaldı. Genel seçim havasında geçen ve ülke siyasetinin gelecekteki seyrine ilişkin önemli bir referans noktası olan bu yerel seçimlerde basitçe kentlerin kimler tarafından nasıl yönetileceği belirlenmedi. Ekonomik krizle birlikte işsizlik ve yoksulluğu körükleyen neoliberal politikalar, Kürt sorununda kirli savaş stratejileri ve toplumdaki gericileştirme politikaları oylandı. Sandıktan çıkan en net sonuç […]
29 Mart yerel seçimleri geride kaldı. Genel seçim havasında geçen ve ülke siyasetinin gelecekteki seyrine ilişkin önemli bir referans noktası olan bu yerel seçimlerde basitçe kentlerin kimler tarafından nasıl yönetileceği belirlenmedi. Ekonomik krizle birlikte işsizlik ve yoksulluğu körükleyen neoliberal politikalar, Kürt sorununda kirli savaş stratejileri ve toplumdaki gericileştirme politikaları oylandı. Sandıktan çıkan en net sonuç ise Tayyip Erdoğan`ın yenilgisi, AKP açısından taşların yerinden oynamaya başladığı ve artık bir gerileme sürecine girdiği yönünde. Diğer bir önemli sonuç ise referandum havasında geçen yerel seçimlerde Kürt halkının tercihi oldu. Öte taraftan sol güçler, süreci kelimenin gerçek anlamıyla başarısız geçirirken; AKP iktidarı eliyle yürütülen neoliberal politikalar karşısında hak mücadelelerini geliştirmeyi temel alan ve ilerici muhalefetin birliğini de bu temelde sağlamaya çalışan devrimci çizginin sol açısından izlenmesi gereken temel hat olduğu teyit edilmiş oldu.
AKP`de gerileme devri
Sonbahardan beri AKP üç önemli açıdan kuşatma altındaydı. Bunlardan birincisi, ilk yıkıcı etkilerini göstermeye başlayan ekonomik kriz işsizlik ve yoksulluğu artırırken sol ve toplumsal muhalefet güçlerinin sokakta AKP üzerinde yarattığı basınçtı. Diğeri Kürt hareketinin, bölgeye dair emperyalist stratejilerin bir parçası olarak AKP`nin bölgede güçlendirilmesine dönük AKP-TSK ittifakıyla ilerletilen kirli savaş politikalarına karşı hem askeri olarak hem de kent merkezlerinde sokakları canlandırarak Türkiye egemenlerinin planlarını alt üst etmesiydi. Üstelik AKP`nin bölge illerinden kelimenin gerçek anlamıyla silindiği daha sonbaharda netleşmişti, yerel seçimlerdeki sonuçlar bunun teyit edilmesini sağlamış oldu. Bir diğer dinamik ise AKP eliyle toplumda yaygınlaştırılan gericileştirme politikalarına karşı Alevilerin, kadınların ve diğer tüm ilerici güçlerin etkili muhalefetiydi. Bu üçlü kuşatmaya egemen güçler içerisinde TÜSİAD ve Aydın Doğan gibi güçlerin AKP`yi kendi çıkarları yönünde hareket etmeye dönük zorlamalarının getirdiği yıpranma payı da -sokaktaki basınç kadar etkili olmasa da- eklenmelidir.
Yerel seçimlere böylesi bir kuşatma altında giren AKP elinde pek çok olanağıyla sahip olduğu %47`lik oy oranını düşürmeme kaygısıyla hareket etti. Yerel yönetimler de dahil olmak üzere devletin neredeyse tüm kademelerinde güç sahibi olan AKP elindeki bütün olanakları seferber ederek seçimlere tüm gücüyle yüklendi ve oldukça iyi hazırlandı denilebilir. Bakanlar halkı hizmet almak istiyorlarsa AKP`yi seçmeleri yönünde tehdit etmiş, AKP teşkilatları mitingler öncesinde nakit para dağıtmaya varacak kadar işi büyütmüş, AKP`li belediyeler bütün güçleriyle çalışmış, valiler buzdolabı hamallığına soyunmuş, AKP yanlısı medya propagandayı son noktasına vardırmıştı. Öte taraftan Tayyip, Davos`ta görüldüğü üzere dış politikadaki olanaklarını da seçime dönük kullandı. AKP, Ergenekon dalgalarını bu süreçte de işletmeyi unutmadı. Tayyip, sonbaharda “pislik”, “ya sev ya terk et” dediği Kürt halkını kazanmaya dönük TRT Şeş projesinden Şivan Perwer, Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney`e kadar bir dizi konuda “açılımı” gündeme getirmişti. Bunlardan sadece TRT Şeş hayat bulabildi. Öte taraftan alevilere dönük “açılımlar” ve hatta 1 Mayıs`ın tatil olmasına dönük Bakanlar Kurulu görüşmeleri bile gündeme getirilmişti. Üniversitelerde “Hyde Park” modeli ile özgür alanlar yaratma ve polisin her durumda üniversitelere girmesinin gereksizliği yönündeki laftan ibaret açıklamalar bile bu dönemde gündeme gelen konular olmuştu.
Sonuçları ise hiç kuşkusuz “somut gerçeklikler” belirledi. Bu noktada en çok tartışılan konulardan bir tanesi ekonomik krizin seçimleri ne oranda etkilediği yönünde. Krizin ülkemizde yarattığı en önemli sonuçlardan birisi işsizliktir ve bu işsizlik oranı resmi rakamlara göre %14`lere (500 binden fazla) ulaşmış durumda. Öte taraftan kamusal hizmetlere ulaşmanın piyasalaştırma ve zamların artmasıyla zorlaşması ise halkın yerel seçim gündeminde AKP ile başka bir açıdan yüzleşmesinin “kapısını aralamıştır”. Elbette bu anlamda krizin faturasının halka kesilmesinin ilk etkileri tepki doğurmuş ancak krizin sonuçlarının henüz daha yıkıcı biçimlerde görünür hale gelmemiş olması ve yerel seçimler gelip çattığında ortada halen varolan alternatifsizlik Şkri AKP`nin daha büyük gerilemelerden paçasını kurtarmasını sağlamıştır.Krizi önceleri kabul etmeyen, ardından da sonuçlarının yıkıcılığını kabullenmeyen AKP, kendi yandaş sermayesini kurtarma gayreti içerisine girerken “iş bilmez” dediği TÜSİAD`ı suçlamış ve krizi kendi dışındaki faktörlere havale ederek üzerindeki basıncı haŞşetmeye çalışmıştı. IMF ile anlaşmayı da seçim sonrasına sarkıtarak bu konuda da popülizmle faydalanmaya çalıştı. Bu anlamda işten atılsa dahi başka bir çözüm adresinin kendisini gösteremediği koşullarda göreceli yerel sadaka mekanizmaları ve beklentileri karşılayabilecek tek alternatif olduğu yönündeki imajı AKP`yi şimdilik tökezletmiş ancak yıkmamıştır.
Diğer taraftan yerel konular yerine genel politik söylemlerle hareket eden AKP ve Tayyip`in kişisel eforunun öne çıkarılmasıyla ilerletilen seçim kampanyası AKP`yi Kürt sorununda DTP`yle, muhafazakarlıkmilliyetçilik konusunda MHP`yle ve demokrasi-yaşam tarzı konularında CHP`yle karşı karşıya getirdi. AKP bütün bu konularda politika üretme zorunluluğuyla karşı karşıya kalmış, ancak hepsinde de çelişkili pozisyonundan kurtulamamıştır.
Ekonomik krizin yarattığı yıkım ve Kürt sorunu konularında AKP`nin çelişkili pozisyonundan kaynaklanan ikiyüzlü siyaseti onun büyükşehirlerde ve Kürt illerinde gerileyişinde önemli bir faktör olmuştur. Kürt sorununda hem “açılımlarla” Kürt halkını kazanmaya dönük çabalar hem de kirli savaş politikalarını birlikte yürütme gayreti, Kürt halkını kimliği ve onuru temelinde birarada tutan DTP`nin AKP`yi Kürt illerinden silmesiyle sonuçlandı. Ancak aynı başarının Kürt halkının işsizlik ve yoksulluk girdabında yaşadığı büyükşehirlerde ne derece gerçekleştiği ise tartışılır.
AKP’nin oy kayıplarının, ekonomik krizin yıkımının ve emekçi halka yönelik somut hak gasplarının en çok hissedildiği bölgelerde, büyük kent merkezlerinde ve emekçi havzalarında yoğunlaşması ve bu bölgelerdeki oyların MHP ve CHP`ye kayması bu partilerin politika üretme kapasitelerinden ve muhalefet kabiliyetlerinden gelmiyor. Varlığını Kürt sorunu konusundaki milliyetçi söylemiyle ayakta tutmaya çalışan ve diğer konularda tek bir politik üretimi dahi olmayan MHP`nin, AKP`nin kaybetmeye başladığı sağ-milliyetçi tabanın görebildiği ilk adres olması gayet normal. Ötetaraftan bu abartılmamalıdır zira ülke genelinde MHP`nin oy artışı %5 civarındadır ve bu oy artışının büyük bir bölümü Gökçek dışında (Gökçek karştılığı faktörü) sağ seçmen tarafından kazanma ihtimali olduğu için desteklenen Mansur Yavaş`a aitttir. CHP de politikasızlıkla malul yapısıyla Türkiye genelinde oy oranını sadece %3 artırabilmiştir. Bu artışın büyük bir bölümünde de politika değil yerel adaylar ve özellikle de Kılıçdaroğlu faktörü rol oynamıştır. İzmir gibi yaşam tarzı kaygılarının ön plana çıktığı ve Trakya gibi emek havzalarında bu kaygıya krizin etkilerinin de yansıdığı ortadadır.
Sol`un durumu
AKP`nin gerileyişinin görülür hale gelmiş olması en azından seçim sonrasında solu psikolojik olarak rahatlatan bir faktör olmuştur. An
cak genel olarak sol, sandıksal anlamda kelimenin gerçek anlamıyla başarısız olmuştur. Yukarıda da belirttiğimiz üzere AKP`nin neoliberalizmin klavuzluğunda izlediği politik çizgi, Kürt sorununda ve genel olarak emekçi yoksul halka karşı izlediği faşist, gerici-sadakacı ve kirli savaş yöntemlerine dayanan politikası sandıkta tökezlemiştir. Bu tökezlemede emekçi yoksul halkın piyasalaştırma politikalarıyla ve ekonomik krizle derinleşen işsizlik ve hak gasplarına karşı tepkileri oldukça etkili olmuştur. Seçim sürecine girerken sokak gücü sonbahardaki seviyesinin dahi altında kalan emek örgütleri ve sol güçler bu zemini doğru bir devrimci çizgiyle örgütleyememişlerdir. Hatta kimi kesimler için hiçbir şey yapmamışlardır bile denilebilir.
Öte taraftan solun yerel seçim sürecinde nasıl bir devrimci çizgi izlemesi gerektiği noktasında halkın kendi sorunları etrafında bağımsız bir politik güç olarak yerel seçimlere müdahale edebilmesini sağlamayı amaçlayan çizginin haklılığı kendisini gerek lokal başarılarıyla gerekse de seçimlerin genel sonuçlarında ortaya çıkan tablo göz önüne alındığında anlaşılacaktır. AKP iktidarı tarafından örgütlenen neoliberal politikalar karşısında hak mücadelelerini geliştirmeyi temel alan ve toplumsal muhalefetin birliğini de bu temelde sağlamaya çalışan bir mücadele çizgisi solu daha etkin bir güç haline getirebilirdi.
Dikkat edilirse somut hak gasplarının yaşandığı bölgelerde hak mücadelelerinin etkin bir şekilde verilmesiyle sağlanan çalışmaların AKP`yi geriletmekte nasıl önemli bir faktör olduğunun kanıtlarından birisi Mamak ve Dikmen`de Halkevleri`nin öncülüğünde yürütülen barınma hakkı mücadelesi örneklerinde görülebilir. Her iki bölgede de halk haklarının peşine düşerek yerel bir güç haline gelebilmiş ve AKP`nin oylarında hatırı sayılır bir düşüş sağlanmıştır. İstanbul`da Kartal, Maltepe ve Sarıyer`de de kentsel dönüşüm projeleriyle bölge halkının barınma hakkının gaspı AKP`de güç kaybının nedenleri olarak sayılmalıdır. İşsizliğin arttığı kentlerde AKP`nin kaybının %15`lere vardığı da unutulmamalıdır. Öte taraftan, Rize`de AKP hakimiyetini kıran tek yer derelerinin satılmaması için uzun bir süredir mücadele veren Çamlıhemşin`de gerçekleşmiştir.
Aynı şekilde Sinop`taki nükleer santral karşıtı mücadelenin birikimi AKP`yi bu kentten de silmenin temel nedenidir. Yine özellikle Halkevleri`nin gerçekçi bir tercihle mahallelerde “halkın muhtar adaylarını” çıkarma yönündeki çabası önemli bir deneyim olmuştur. Devrimcilerin halkın hakları temelinde yürüttüğü çalışmaların mahallelerde, ilçelerde ve kent merkezlerinde sağın adaylarının bile söylemlerinde, programlarında kullanmak zorunda hissettikleri önemli bir “basınç” kaynağı olduğu söylenebilir. Bursa`da muhtar seçilirse mahallesine mobese kamerası taktıracağını vaat eden bir adayın bunun yerine mahallesine sağlık ocağı açtırmak için mücadele edeceğini koyması örneklerden sadece bir tanesidir. Yine muhtarlık çalışmalarında dikkate değer hususlardan bir tanesi de kadın adayların başarısında görülebilir. Farklı biçimlerde ezilen bir özne olarak kadınlar mahallelerinin gerçek sahipleri sıfatıyla hak mücadelelerinde oynadıkları rollerle hem bağımsız bir çizgi izleyebilmekte hem de kadın özgürlük mücadelesinde önemli birikimler elde edilmesini sağlamaktadır.
Bunun gibi somut örnekler emek güçlerine ve sola şunu göstermelidir. Eğer ki AKP eliyle yürütülen neoliberalizmin piyasacı ve gerici politikalarına karşı hak mücadelesi çizgisi yerel seçim sürecinin politik birliğinin ana unsuru olarak fiilen örgütlenseydi ve yerel seçim süreci bu mücadelede sadece bir birikim dönemi olarak dahi değerlendirilseydi lokal başarılar daha da artabilirdi; üstelik bunun genel tabloya da yansıyacağı ve seçim sonrasında halkın bağımsız, yerel ve güçlü politik örgütlenmelerinin sağlanmasında manivela işlevi de göreceği düşünülebilirdi. Devrimciler günün somut çelişki ve çatışmalarına somut devrimci çözümler önerirler. Önermeleri ise sadece çağırıcılıkla ya da kuru ajitasyonla sınırlı kalmaz. Son derece sınırlı ve kuru ajitasyona dayalı bir şekilde ortaya çıkarılan adaylarla “sosyalizm propagandası” yapmanın kimseyi daha “devrimci” kılmadığı; yerel seçimler gibi bir gündemde cumhuriyeti savunmak için AKP`ye oy vermeme (2 sene öncesinde Cumhuriyet gazetesinin “tehlikenin farkında mısınız?” kampanyasını andıran) vurgulu bir çizgi izleyerek kendine oy istemenin var olan gücü bir adım ileri taşımadığı da ortada. Üstelik bu gibi geleneksel sol alışkanlıklarla izlenen çalışmanın halkla en ufak somut bir sorun üzerinden temas kuramadığı da açık. Bu durumda sandıktan çıkan oyları sayarak dersler çıkarmanın da sonuç alıcı bir çözümü olmayacaktır. Öte taraftan bu kaygıları dahi gütmeden bir taraftan “şimdi devrimcilik zamanı” derken diğer taraftan süreci örgüt içi iktidar mücadeleleriyle geçiren ÖDP içerisindeki hakim güçler ve bir iki rapor hazırlamak ve sempozyum yapmak dışında süreci sessiz sedasız geçiren meslek örgütleri tarihin affına sığınamayacaklardır.
Öğrenci Kolektifleri`nin etkili muhalefeti ve gençlik hareketi
Her seçim döneminde düzen partilerinin itinayla hitap ettikleri üniversiteli gençlik bu seçimlerde özel bir ilgiye mazhar olmadı. Kuşkusuz bunda temel faktör düzen güçlerinin gençliğin beklentilerini ve taleplerini karşılama yeteneğinden fiiliyatın ötesinde politik tercihleri nedeniyle de herzamankinden daha fazla yoksun olmalarıdır. Üniversitelilerin düzen siyaseti karşısındaki temel gücü “seçmenliğinde” değil, eleştirel gücü ve mücadele yeteneğindedir. AKP`nin üniversitelilerden kaçışının altında da bu faktör yatmaktadır. Ülkenin, üniversitelerin ve belediyelerin başını tutan AKP demokrasi konusundaki ikiyüzlülüğünü, neoliberalizmi ve gericiliği üniversitelilere her cephede tattıran tek aktör konumunda. Keza toplumun her kesimine “açılım ve sadaka” kartlarını oynayan AKP, belediyeler eliyle üniversitelilere verilen bursların kesilmesi konusunda onca tepkiye rağmen tek bir adım atmamıştır. Gençliğe yönelik akılda kalan tek söylem ise “okuduğun şehirde oyunu kullan” diyen reklam panolarındaki afişlerden ibaretti.
Buna rağmen yerel seçim sürecinde düzen siyasetinin karşısında verdiği mücadele ile en etkili aktörlerinden bir tanesi gençlikti. Bundaki payın tamamı ise politik çizgisi ve mücadeleciliği ile Öğrenci Kolektifleri`ne aittir. Kolektifler, sürecin tek bağımsız üniversiteli kitle örgütü olarak sadece üniversitelilerin örgütlü muhalefeti adına değil, toplumsal muhalefet ve sol adına da önemli tecrübelerle dolu bir süreç geçirmiştir.
Kolektifler bu sürecin başından itibaren temel olarak sandığı hedefine almamıştır ve çalışmasını oy verme-vermeme denklemi üzerinden yapmamıştır. Somut gerçeklik çerçevesinde Kolektifler açısından süreç öncelikle demokratik öğrenci hareketinin güçlendirilmesini, neoliberalizmin piyasacı gerici belediyeciliğinin geriletilmesini ve bu zihniyetin asli yürütücüsü olarak AKP`nin geriletilmesini ve nihayet bu mücadele çizgisi ile toplumsal muhalefete kendi cephesinden en etkili katkıyı sağlamayı amaçlamıştır. Bu süreç içerisinde 1.Üniversitelilerde hak bilincinin geliştirilmesi, 2. Hak mücadelesi verme ve örgütlü hareket etmenin güçlendirilmesi, kazanım elde etmeye dönük bir hedeşe hareket edilmesi, 3. Yerel yönetimlerle kentle üniversiteliliğin getirdiği aydın kimliği dolayımıyla ilişki kurulması gibi hedeşerle hareket edildi.
Pek çok kentte birden “şirket değil belediye isti
yoruz, müşteri değil öğrenciyiz”, “yerel seçimlerde şartlarımız var” diyerek hak mücadelesi ve demokrasi talebi ekseninde hareket eden Kolektifler, üniversitelilerin belediyelere ve yerel seçimlere nasıl yaklaşması gerektiğinin güzel bir örneğini sergiledi. Burs hakkı, ulaşımda indirim-pasonun kaldırılması, barınma sorununun ucuz ve nitelikli yurtlarla çözümü, sosyal-kültürel ihtiyaçlar ve kent yönetiminde söz-karar hakkı gibi şart-talepler üniversitelilerin hem neoliberalizmin belediyeleriyle hesaplaşmasını sağlamış hem de gençlik hareketini yerel seçim sürecinde düzen siyasetinin seyircisi olmaktan çıkarmıştır. Bu çerçevede yapılan eylem ve etkinliklerse üniversiteli kimliği ekseninde ortak ve örgütlü hareket etmenin, hak bilincinin yerleşmesi ve hak mücadelesini geliştirmenin araçlarına dönüştürülmeye çalışılmıştır. Öte taraftan seçim oyununun kurallarını belirleyenlerin “yukardan vaatleri” yerine, kurallar “aşağıdan” belirlenmiş ve “şartlarla” politik restleşme zemini tersyüz edilmiştir.
Tam da sokağın tutulması gerektiği bir dönemde belediye önleri, üniversiteler, kent meydanları eylem alanlarına çevrilmiştir. Bu konuda İstanbul ve Ankara`da belediye önleri hem AKP`nin gerici-piyasacı belediye anlayışlarını teşhir etmek, hem somut sorunlarının çözümlerini derhal istemek hem de halkla birlikte orayı kamusal bir tartışma alanına çevirmek açısından anlamlı olmuştur. Bolu ve Sivas gibi kentlerde hak mücadelesinden gelen meşrulukla ve eylemsel zenginlikle sağlanan başarının AKP`li belediyeler üzerinde yarattığı basınç polis desteğiyle kırılmaya çalışılmıştır. Trabzon, Bolu, Bursa, Kütahya gibi illere sinen muhafazakar-milliyetçi atmosfer üniversitelilerin renkli ve yaratıcı eylemleriyle hem halkın üniversitelilere bakışını değiştirmiş hem de seçimlerde oy kullanmanın dışında haklarını istemenin ve bunun için eylem yapabilmenin meşruiyeti noktasında yüreklendirici örnekler olmuştur. Üniversitelilerin eğitim hakkının gaspının engellenmesi noktasında vazgeçilmez olduğu belirtilen “üniversitelilerin şartları” bütün adaylara imzalatılmaya çalışılmış; Mersin, İstanbul, Ankara, Bolu ve Bursa`da adaylar üniversitelilerin şartlarına imza atmak zorunda kalmışlardır. (Bu arada Bursa`daki adayın kazanması ona şartların yerine getirilmesi yükümlülüğünü, Uludağ Öğrenci Kolektifi`ne de sonuna kadar bunun takipçisi olma sorumluluğunu yüklemiştir.)
Kolektifler`in bu mücadelesi, üniversitelilerde her şeyden önce hak bilincinin gelişiminde olumlu bir katkı olmuş, hak mücadelesi verme noktasında ısrarcı çalışma-iddia ve militanlık özelliklerini güçlendirmiştir. Ancak kuşkusuz ki henüz yeterince kitlesel ve hak alıcı örnekler ortaya çıkarılamamıştır. Öte taraftan üniversitelilerin neoliberalizme karşı mücadelede somut konular üzerinden hareket kabiliyeti artmış ve AKP`nin gerilemesinde üniversitelerden başlayarak hiç de küçümsenemeyecek katkıları olmuştur. Bunların hepsi bile toplamda gençlik hareketi adına kazanım olarak değerlendirilmelidir.
* Bu yazı Emperyalizme ve Oligarşiye karşı Devrimci Gençlik dergisinin Nisan 2009 tarihli 17. Sayısında yayımlanmıştır.