Üniversitelerde araştırma görevlileri iki tür kadroda çalışmaktadır. 33 a kadrosunda çalışan araştırma görevlisinin belli zamanlarda sözleşmesi yenilenir. Bu kadroda çalışanlar yüz kızartıcı bir suç işlemeden sözleşmesinin yenilenmesi konusunda bir sorun yaşamaz. 50 d’li araştırma görevlisi ise kadrosu gereği burslu öğrenci sayılır ve doktorası bitti mi üniversiteyle ilişkisi sonlandırılır. Şu ana kadar birçok üniversitede 50 d […]
Üniversitelerde araştırma görevlileri iki tür kadroda çalışmaktadır. 33 a kadrosunda çalışan araştırma görevlisinin belli zamanlarda sözleşmesi yenilenir. Bu kadroda çalışanlar yüz kızartıcı bir suç işlemeden sözleşmesinin yenilenmesi konusunda bir sorun yaşamaz. 50 d’li araştırma görevlisi ise kadrosu gereği burslu öğrenci sayılır ve doktorası bitti mi üniversiteyle ilişkisi sonlandırılır. Şu ana kadar birçok üniversitede 50 d kadrosunda çalışan araştırma görevlisi doktora sonrasında da üniversitede çalışmalarını sürdürebilmesi için bir imzayla statü değişikliği yapılarak 33 a kadrosuna geçmiştir. Aslında her iki kadrodaki araştırma görevlisi de akademisyen olma ümidiyle ve hevesiyle çalışmaya başlar ve her ikisi de aynı işleri yapar. Bilimsel, felsefi ve sanatsal alanda çalışmalarını akademisyen olarak yürütmek isteyenler de daha önceki doktora bittikten sonra 33 a’ya geçirilme ya da yardımcı doçentliğe atama uygulamalarına güvenerek ve başka da bir seçeneği olmadığı için 50 d kadrosunda çalışmaya başlamıştır. Ama YÖK’ün 31 Temmuz 2008 ve 26 Kasım 2008’de çıkan yönetmeliklerle birlikte doktorasını bitiren 50 d’lilerin üniversitelerinde çalışmaya devam etmesi imkansız hale getirilmiştir. Araştırma görevlileri, bu sorun üzerinden bir süredir üniversitelerde nadir görülen bir dayanışma göstermektedir. Bu dayanışmada 50 d’lilere destek veren hocalarımız olduğu gibi “istediğimi tutup istediğimi atabilme yetkisi bende olmalı” anlayışıyla bütün araştırma görevlileri kadrolarının 50 d olması gerektiğini savunan hocalar da olmuştur. Aslında artık genel olarak üniversitelerde rektörlerin hocalara, hocaların araştırma görevlilerine ve öğrencilere patron gibi davrandığı düşünülürse bu tutumun bizi şaşırtmadığını söylemek gerekir. Diğer taraftan biz biliyoruz ki, bizi anlayacak ve üniversitede öncelikle niteliğin ve bilimsel geleneğin esas olduğunu düşünen hiç de azımsanmayacak sayıda hocalarımız da var.
Bizler üniversitelerin gelecekteki hocaları olarak öncelikle iş güvencemizi istemekteyiz. Ama bu talep salt bir iş güvencesi kaygısıyla da sınırlandırılamaz. Bizler bu talebimizle birlikte üniversitelerin geleceğine de sahip çıkıyoruz. “Burslu öğrenci”ysek bile, bilime adanmış bir ömrün zaten hep öğrenci olmak anlamına geldiğini bildiğimizden, bu da bir ayrıcalıktır diye düşündük. Bizler üniversitemizi sevdik ve belki de daha önce hiç kimsenin yapmak zorunda kalmadığı bir şeyi yapmaya kalktık: Bizler üniversitemiz için, burada üretip, burada öğrenip, burada hoca olabilmek için mücadele ettik. Bu mücadelemizde en büyük yarayı ise bu isteğimizi anlamsız bulan hocalardan aldık. “Zaten gideceğinizi biliyordunuz”lar, “Sizi bir süreliğine denemek için aldık”lara dönüştü içimizde.
İçimizde şanslı olan bazılarımız ise bu mücadeleye hocalarından aldıkları güçle katıldı. İşte bu güç bizler için kalemi eline alıp, meslektaşlarına çağrıda bulunduğu mektupla, hocamızın cümlelerinde sabitlendi. Bu mektubu hem bizim sorunumuzu diğer hocalarımızla paylaşmada aydınlatıcı olması açısından hem de yetki kaygısının bilimsel kaygının önüne geçmesi konusunda ısrarlı hocalarımıza örnek olması ümidiyle hem bu sorundan haberdar olmayanlarla hem de tüm üniversite çalışanlarıyla paylaşmayı anlamlı buluyoruz.
Kocaeli Üniversitesi 50 d’li Araştırma Görevlileri Temsilciler Kurulu
Değerli Meslektaşım,
Son zamanlarda gündeme gelen 50 d kadrosuna ilişkin gelişmeler hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak isterim. Tıp Fakültesi’ndeki durumu, bu fakültelerin kendine has koşullarından dolayı bir kenara bırakıyorum.
Değerli Meslektaşım, 50 d sorunu Türkiye genelinde sayıları birkaç bin kişiyi bulan yüksek lisans, doktora öğrencisinin sorunu değildir. Bu kadrodaki genç akademisyenlerin sayısının kendi üniversitemizde de birkaç yüz kişiyle sınırlı olması sorunu küçültmez. Bu, bizim de ciddi bir sorunumuzdur. Üniversitemizde 50 d kadrosu, 33 a kadrosunun sınırlı sayıda olmasından dolayı kullanılmıştır ve bu kadroda çalışanlar 33 a kadrosuyla çalışanlarla aynı işleri yapmaktadırlar. Bu kadrodaki araştırma görevlileri bölüm işlerinde diğer araştırma görevlileri gibi çalışmaktadır. Bu kadro teorik anlamda burslu öğrenci olarak düşünülebilse de uygulamalar bu doğrultuda olmamıştır. 50 d kadrosuna alınan yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin akademide önleri açık olmuş, başarılı oldukları durumda uygun kadrolara geçişleri sağlanmıştır. Şimdi yapılmak istenen uygulamayla bu yol, başarılı olmayı da dikkate almadan bütün 50 d kadrosundaki araştırma görevlileri için tamamen kapanıyor. Dolayısıyla “bu kadro zaten öğrenim zamanıyla sınırlı bir kadroydu ve bu biliniyordu” düşüncesi hakkaniyetli değildir. Daha büyük adaletsizlik ise Türkiye’de iyi yetişmiş genç akademisyenleri bir bilinmeze sürüklerken, akademisyen açığını kapamak için büyük masraflarla yurtdışına öğrenci göndermektir. Hele yurtdışında akademisyen yetiştirmenin pahalı bir yöntem olduğu kadar başarısız da bir yol olduğunu tecrübeler defalarca göstermişken.
Üniversitemiz açısından söz konusu kadroların özel bir anlamı olduğu ve bunun dikkatten kaçtığı kanaatindeyim: Genç üniversitemiz henüz kadrolaşmasını sağlamamıştır. Başarılı öğrencilerinin 50 d kadrosunu alması için çaba sarf eden değerli hocalarımız, önemli oranda bu gençlerin gelecekte hoca olmasını düşünmüş ve öyle yetiştirmiştir. Bu başarılı öğrenciler, söz konusu kadro noksanını tamamlamaya adaydır. Kadro noksanının bu şekilde tamamlanması, üniversiteye yakışan en iyi yöntemdir. YÖK’ün yapmaya çalıştığı yeni uygulama sadece bu gençlere zarar vermeyecek, üniversitemizi de akademik kadro açısından en az beş yıl geriye çekecektir.
Değerli Meslektaşım, sorunları tartışırken kendi gerçekliğimizi gözden kaçırmak oldukça verimsiz bir yoldur. Kocaeli Üniversitesi 17 yıllık bir devlet üniversitesidir. Tartışırken işimize geldiğinde son derece özel koşullara sahip Koç, Sabancı Üniversitelerini ya da ODTÜ, Boğaziçi gibi üniversiteleri örnek göstermek, işimize geldiğinde de yeni açılan üniversitelerden söz etmek uygun olmamaktadır. Bu güçlü ya da henüz kuruluş aşamasında olan üniversitelerin yeni kadro ihtiyaçları bizimle aynı olamaz.
Değerli Meslektaşım, üniversiteler yukarıdan gelen talepleri sorgulamadan, eleştiri süzgecinden geçirmeden uygulayan kurumlar değildir. Üniversite böyle davranırsa merkezi alınan kararların, birimlerin öznel koşullarına uymayan taraflarını dile getirmeyi de ihmal etmiş olur. Bu durum, merkezi kararlar alma yetkisi olan kuruma da zarar verir. Bu düşünceyle üniversitemizin YÖK’e bu uygulama hakkında öneri götürebileceğini, götürmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu öneri, yapılmak istenen uygulamayla, bizim konumumuzdaki üniversitelerin zarar göreceği gerçeği üzerine yerleştirilmelidir.
Öncelikle Batı Karadeniz Üniversiteleri Birliği’nde görüşme yapıp ortak bir öneri geliştirmeye çalışabiliriz. Bunu, akran üniversitelerle yapılacak görüşmeler izleyebilir. Bu öneri hazırlanırken, kadro sorunu olmayan büyük ve eski üniversiteler ayrı tutulabilir. Bizim gibi üniversitelerde 50 d kadrosundaki araştırma görevlilerinin, ihtiyaç duyulan kadroları devşirdiğimiz en önemli kaynak olduğu vurgulanmalıdır. Bu kadrodaki başarılı elemanların üniversitede kalması sağlanmalıdır. 50 d kadrosunun gerçek anlamda burslu öğrenci statüsüne dönüştürülmesi düşünülebilir. Ama bu uygu
lama için bir milat ilan edilmeli ve bu tarihten sonra alınacak araştırma görevlileri ile başlatılmalıdır.
Saygılarımla…
Prof.Dr. Sinan Özbek
Kocaeli Üniversitesi
Felsefe Bölüm Başkanı