Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, 4 Nisan günü Ankara’da Türk-İş Genel Merkezinde bir basın toplantısı yaptı. Basın toplantısının konusu, 2821 ve 2822 sayılı sendika yasalarının AB ve ILO normlarına uygun olarak yeniden düzenlenmesini içeren bir taslak çalışmayı kamuoyuna açıklamaktı. Bu bir yasa taslağıydı ve Türk-İş tarafından bilim adamlarından oluşan bir kurula hazırlatılmıştı. Türk-İş’in basın toplantısında […]
Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, 4 Nisan günü Ankara’da Türk-İş Genel Merkezinde bir basın toplantısı yaptı. Basın toplantısının konusu, 2821 ve 2822 sayılı sendika yasalarının AB ve ILO normlarına uygun olarak yeniden düzenlenmesini içeren bir taslak çalışmayı kamuoyuna açıklamaktı. Bu bir yasa taslağıydı ve Türk-İş tarafından bilim adamlarından oluşan bir kurula hazırlatılmıştı.
Türk-İş’in basın toplantısında işaret ettiği, sendika yasalarının AB ve ILO standartlarına uyumu konusundaki samimiyetinin ölçüsü, taslağa ilk bakışta anlaşılmaktadır. Yüzde on barajının kaldırılması, her türlü sendikanın, -işyeri sendikalarının, meslek sendikalarının- kurulup “özgürce” faaliyet gösterebilmelerinin koşulları, sendikaların kendi faaliyet alanlarını kendilerinin belirleme hakkı ve bu çerçevede işkollarının sendikalarca saptanması gibi esasa dair pek çok konuda Türk-İş taslağı bu uyumu yansıtmamaktadır. Sendika özgürlüğü açısından da yetkili sendikanın tespiti ve referandum meselesi, taslağın üzerinde durulması gereken yanlarından biridir.
Türk-İş taslağında en çok dikkat çeken önerme, özerk olarak şekillendirilmesi düşünülen Toplu İş İlişkileri Kurulu. Önerilen kurul, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bir kuruluşu olacak. Kurul yönetim kurulunca “iş ve sosyal güvenlik hukuku ile endüstri ilişkileri alanında yetkin adaylar arasından” seçilecek bir üyenin başkanlığında üçü devlet, üçü işçi konfederasyonları ve üçü de işveren konfederasyonunun belirleyeceği üyelerden oluşacak. Ve hangi sendikanın toplu sözleşme yapmaya yetkili olduğuna artık bu kurul karar verecek. 10 kişilik kurulda devlet-işveren kanadının çoğunlukta olmasının kurul kararlarını nasıl şekillendireceği sorusu, işçi konfederasyonlarının yetki tespitlerinde karşı karşıya gelecekleri her durumda -yetki uyuşmazlıklarında- kararı işverenlerin vereceği gerçeği karşısında hukuken/şeklen özerk de olsa kurulun idarenin sendikalar üzerindeki vesayetine son vereceğini ileri sürmek safdillik olacaktır. Bir an için bu kurulun çalışmakta olduğunu varsayalım, son zamanlarda kamuoyunda gürültüler koparan Hak-İş’in havacılık, tarım-ormancılık ve gıda işkollarında başlattığı hükümet destekli operasyonlara karşı kurul nasıl bir karar verirdi dersiniz?
Tasarı, esasta da bir değişiklik getirmemektedir. Yetkili sendikanın belirlenmesi gene kayıtlar üzerinden yapılacaktır. Sendikalara üyelik ve üyelikten ayrılma kayıtları bu kurul tarafından toplanacak ve hangi sendikanın daha fazla üyesi olduğuna, hangi sendikanın toplu sözleşme yapma yetkisine sahip olduğuna bu kurul karar verecektir. Bırakalım kararın hangi yönde çıkacağını, Türk-İş’in tasarısı uygulanıyor olsaydı sözgelimi Türk Hava Yolları’nda, Çaykur’da uyuşmazlık gene yargıya taşınmayacak mıydı? Aylarca, yıllarca kurumun bilgisayar verilerinin, bu verilere esas olan birbiriyle çelişen üyelik ve istifa fişlerinin içinde çırpınan yargının vereceği karar ne ölçüde gerçeği yansıtacaktı?
Türk-İş’i böyle pahalı, karmaşık çözümlere iten referandum korkusudur aslında. Referandum alerjisidir. Türk-İş’in referandumdan ödü kopar.
Türk-İş ne diyor?
Referandumun yasalaşması Türk-İş ile hükümet arasında 20 Temmuz 1978 günü bağıtlanan ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile dönemin Türk-iş Genel Başkanı Halil Tunç’un imzalarını taşıyan Toplumsal Anlaşma hükümleri arasındadır. 7 Eylül 1979 tarihine kadar yürürlükte kalan Toplumsal Anlaşma’da referanduma ilişkin olarak tarafların “düşün birliğine” vardıkları husus, “Toplu Pazarlık ve sözleşme yapacak sendikanın belirlenmesinde (ihtilaflı durumlarda) referandum ilkesini, sendikal yarışmada sorumsuzluğa yol açmayacak ve işçilere zarar vermeyecek yönde yasalaştırmak üzere” gereken çalışmaların yapılmasıdır.
Metindeki “sendikal yarışmada sorumsuzluğa yol açmayacak ve işçilere zarar vermeyecek yönde” ibaresini anlamak kolay değildir. Bu ibare metne, muhtemelen Türk-İş’in referandum konusundaki “hassasiyeti” nedeniyle alınmıştır. Bellidir ki Türk-İş, zamanın CHP hükümetinin siyaseten ortaya koyduğu referandumun yasalaşması önermesinden “ele güne karşı” kaçamamıştır.
O yıllarda Türk-İş referandumun kendisi kadar -hatta kendisinden çok- bunu savunanlarla da ilgilidir. Türk-İş’e göre referandumun gerisinde yatan, “basit bir toplu sözleşme yetkisinin tespiti işlemi değildir.” Türk-İş toplu pazarlık düzeninin merkezileştiğinden, işkolu örgütlenmesinin ortaya çıkmasından, sermayenin sadece ulusal değil uluslararası düzeyde de tekelleşme eğiliminde olduğundan bahisle toplu pazarlık düzenini daha etkin hale getirebilmek için “ekonomik, sosyal ve siyasal politikada çok sesli hale düşmemek” gereğini vurgulamaktadır. Bu çerçevede Türk-İş referanduma bir sistem olarak, örgütlenmede güçlükler yaratacağı ve işyeri sendikacılığına yol açacağı iddiasıyla karşı çıkmaktadır. Türk-İş referandum talebinde bir “kasıt” aramaktır ki işaret ettiği kasıt şudur: “Türk sendikacılığının on dört yıldır etkinleştirmeye çalıştığı ‘merkeziyetçi yaklaşımı’, ‘işkolunda bütünleşmiş sendikacılığı’ ortadan kaldırmak…”
Türk-İş üye kayıt fişleri üzerindeki sahteciliğe ilişkin olarak yapılan “genellemeyi” de doğru bulmamaktadır. Türk-İş bunu 1976 yılında toplanan Kongresine sunduğu Çalışma Raporu’nda açıkça ifade etmektedir de… Türk-İş’e göre bu “kesinlikle doğruların tahrif edilmesinden başka bir şey değildir, hatalıdır.”
Nihayet Türk-İş’in, 2003 yılında toplanan 18. Genel Kurul Kararının, “D- Çalışma Yaşamı ve Sendikal Haklar” alt başlığında yer alan 119. maddesinde, yetki tespitine ilişkin bir önerme yapılmaktadır. Kararda “Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde yetkili sendikanın tespiti, en fazla temsil niteliğine sahip işçi ve işveren üst örgütleri temsilcilerinin de yer aldığı bağımsız ve demokratik bir kurum tarafından gerçekleştirilmelidir” önermesi yer almaktadır ancak, yetki uyuşmazlığından ve çözüm yollarından söz edilmemektedir.
Türk-İş cam işçilerinin 2003 yılında Paşabahçe Eskişehir Fabrikasında yürüttükleri mücadelede Kristal-İş’in çeşitli defalar Türk-İş’in hakemliğinde, hatta camdaki bütün fabrikaları da içine alacak şekilde yaptığı “referandum” çağrılarına kulaklarını tıkadı.
Son yıllarda referandum yeniden Türk-İş’in gündemine girmeye başladı. Türk-İş’e bağlı Orman-İş üyelerinin siyasi baskılarla sendikalarından istifa edip Hak-İş’e bağlı Öz Orman-İş’e üye olmaya zorlanmalarının ardından aynı baskılar belediyelerde de uygulanmaya başlandı. Türk-İş’e ve DİSK’e bağlı Belediye-İş ve Genel-İş üyeleri Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’e geçmeye zorlandılar. Nihayet gıda işkolunda, Çaykur’da işçilerin yarım asırdan fazla bir süredir örgütlü oldukları Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş’ten istifa ederek Hak-İş’e bağlı üye olmaları için “hem AKP yerel yöneticileri hem de Çaykur üst düzey yöneticileri tarafından” aylarca sürdürülen “tehdit, sindirme ve yıldırma yöntemleriyle şiddetli baskılar” Türk-İş içinde tedirginlik yarattı. Tek Gıda-İş Genel Başkanı ve Türk-İş Genel Sekreteri Mustafa Türkel, 22 Temmuz 2008 günü Çaykur önünde sendika hakkı için oturma eylemi başlattı. Türkel, 16 Temmuz 2008 tarihinde Avrupa Komisyonu’na başvurarak konuyu Avrupa Birliği’ne (AB) taşıdı. Ve Türk-İş Genel Sekreteri “örgütlü bulundukları tüm işyerlerinde referanduma hazır oldukla
rını” açıkladı. Ama Türk-İş Genel Sekreterinin açıklamaları Türk-İş’in taslağında ortaya koyduğu resmi taleplerine yansımadı. Yansıması da beklenmezdi zaten.
Neden referandum?
Gerek 274 ve 275 sayılı sendika yasalarının 18 yıllık uygulanma sürecinde ve gerekse 2821 ve 2822 sayılı sendika yasalarının uygulamaya konulduğu 1983 yılından bu yana geçen çeyrek yüzyılı aşan süre içinde yetkili sendikanın, kayıtlar üzerinden saptanması yönteminin sahteciliğe neden olduğu hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkmıştır. İşverenler baskı, sindirme yoluyla ve işçi çıkararak işçinin sendika tercihine müdahale edebilmekte, yetki uyuşmazlıkları yıllarca sürmekte ve çoğu zaman da işçinin tercihi dışında sonuçlanmaktadır. Özellikle sendika rekabetinin çok etkili olduğu 1963-1980 döneminde sahteciliğin her türlüsü yaşanmıştır. 2821 ve 2822 sayılı sendika yasalarının bir çözüm olarak ortaya koyduğu sendika üyeliğinin ve istifanın tespitinde “noter şartı” sendikaya üye olmayı paralı hale getirip şarta bağladığından sendika özgürlüğüne aykırı olması bir yana, yetkili sendikanın tespitinde sahteciliği ve dayatmayı da önleyememiştir. Noter şartı, işverenlerin işyerlerinde sendika örgütlenmesinden haberdar olmalarını kolaylaştırmış, gidişata “zamanında” müdahalelerine imkân yaratmıştır. İşverenler fabrikalara noter getirerek işçileri tehdit yoluyla istifaya ve kendi istedikleri sendikalara üye olmaya zorlamaktadırlar. Aylarca ve bazen yıllarca süren yargı sürecinin sonunda belirlenen yetki, uzun yargılama süresinde gerçekleştirilen sendikasızlaştırma nedeniyle fiilen kullanılamaz duruma gelmektedir.
Gizli oy, açık sayım esasına göre yapılan referandum en önemli işçi ve sendika haklarından biri ve yetkili sendikanın belirlenmesinde de gerçek ve en sağlıklı çözüm yöntemidir. Referandum dışındaki yöntemler, yetkili sendikanın belirlenmesinde işverene müdahale imkânı sağlamakta, işveren güdümlü sarı sendikacılığa prim vermekte ve işçilerin kendi aralarında rekabete neden olmaktadır.
Sonuç
Sendika hareketinin, yetkinin tespiti konusunda çağdaş, demokratik, sağlam hukuki temellere dayanan ve uluslararası normlara uygun bir sistem önermesi zorunludur.
1. Üye çoğunluğu sistemi kaldırılmalıdır. Toplu pazarlık işyerinde gücü olan sendika için doğal bir hak sayılmalıdır. Referandumun amacı hangi sendikanın daha fazla üyeye sahip olduğunu tespit etmek değil, işçilerin hangi sendikayı tercih ettiklerini tespit etmek olmalıdır.
2. Çoğunluk sisteminin bir parçası olan “yetki belgesi” kaldırılmalıdır. Kaldı ki çoğunluğa sahip/yetkili sendikanın tespitinin kayıtlara göre yapılıyor olması ve bunun daha baştan siyasi ve idari mercilere bırakılmış olması uluslararası normlara da aykırıdır. İşçi sendikaları toplu pazarlık haklarını idari mercilere tescil ettirmedikçe kullanamamaktadırlar ve ILO, işçi sendikalarının toplu iş sözleşmesi yapabilmek için her defasında Bakanlıktan yetki belgesi alma zorunluluğunu 98 sayılı Sözleşmeye aykırı bulmaktadır.
Referandum, toplu pazarlık sürecine katılacak işçi sendikasının belirlenmesinde ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklarda uygulanacak “gizli oy açık sayım” yöntemi, son derece etkili ve kesin bir çözüm mekanizmasıdır. Toplu pazarlık süreci açık/şeffaf, son derece sade ve işçi sendikasının beyanını esas alan bir hukuki mekanizmaya bağlanmalıdır. Böyle bir sistemin en vazgeçilmez parçası referandumdur.